27 Mart 2018 Salı

Efrîn; öyleyken dahi senin değildi




Dakılâ mın; söylenmiş, söylenmemiş her şeyi, belki kimsenin okumayacağı bu satırları da anlamsız kılan; tek farkın üzerine örtülen bayraklardaki renklerin olduğu sıra sıra dizili tabutların bahar sessizliği;  çoktan  kaybedilen doğruları da yanına katıp götürürken, artık  “ ne dökecek yaprağımız,  ne patlayacak tomurcuğumuz kaldı.....” 

Hâlbuki, hani biz yetiştiğimizde gözyaşları dinecek Ey vatan da; hani savaş  da “bize gurbet”; gurbet de vatan değil de, bildiğimiz gurbet olacaktı.

Konuştuğun dili herkesin konuştuğunu, herkesin  “ya Hz. Ali, yetiş ya Hızır”ı çağırdığını,  “saçın uzun, aklın kısa“ olmadığını sanırken  “aaaA...Türkçe konuşana”,  “mum söndürüyor muşsunuz“ , “ kızsın sen, ulu orta gülme, dolanma yanlış anlarlar” tacizinde; çirkin ördek muamelesine tabii tutulduğun evinde, mahallende, okulunda,  kalabalıklarda öyle yalnızsındır ki,  işte o  günlerde   anlarsınız; gurbet denilenin mahal değil de,  bir hal olduğunu.

O günlerde ne Osmanlı İmparatorluğunu, ne Şeyh Bedrettin, Ermeni tehcirini,  ne Ağrı, Şeyh Sait,  Dersim isyanlarını duymuş; ne de  mezhep,  köken,  devrim,  başbakan  astırmış darbenin anlamını  bilmektesinizdir.

Bilmediğiniz bir şeyde; ötekileştirmeyi , katliamları; ..., Maraş,...,  Çorum, ..., Roboski ’yle, tehciri; Kürt köylerini boşaltarak, faili meçhul cinayetleri; onca  Vedat Aydın, Savaş Buldanı katlettirterek, darbeleri  Denizlere , Erdal Eren’e  darağaçları kurdurtarak sürekli kılan;  yalnızca tarih kitaplarından  okumanıza  rıza göstermeyeceği geçmişe, acılarına hep  “deja vu” yaptırtan bipolar bozukluğa sahip bir devletinizin olduğudur.

“Deja vu”  hep yaşatıldığından; sorgulanamayan geçmiş, gelecek ve siz,  iç içe yıllanırken, bir bakarsınız ki teknolojik, bilimsel devrimin belki de istenmeyen getirisi küreselleşen dünyanın demokrasiyi, özgür  bireyi, farklıyı  önemseyen  anlayışı, devletinizi de  etkileyivermiş.

İşte o gün; siyasetçilerin  ağzından dökülen “ileri demokrasi”,  “Kürt realitesi...”,   “Alevi açılımı”, “Ermeniler.....”, “çözüm süreci”  içerikli  kelimelerin; yıllardır  hayatı  zindan etmiş ötekileştirmeyi,  OHAL’leri durdurmakla kalmayıp;  sadece 1992 yılında Nusaybin’de 16, Cizre’de 57 yurttaşın hayatını yitirdiği Newroz’u, 1977 yılında  34 kişinin katledildiği 1 Mayıs’ı, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutlattırdığını da göreceksinizdir.

İşte o gün; Türkiye yıllar, yıllar önce  “çözüm sürecine”  odaklansaydı; onlarca  5 yaşındaki Hatice Katar, 12 yaşındaki  Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, onlarca  asker, gerilla, sivil  hayatından edilmeyecek;  babasını savaşta yitiren onlarca  Yağız  Bulut, Reyhan Şahin’e, 6 aylıkken  annesi bir  tabutu  göstererek  “bak,  bu senin baban” demeyecekti diye düşünmeden  de edemezsiniz.

Acaba dersiniz... acaba... kendini Tanrının yeryüzü temsilcisi gören  onlarca otoriter   ...., II. Abdülhamid  ....,  Şah  Rıza Pehlevi, ..., ...,  Kenan Evren..., Kaddafi,  Zeynel Bin Ali, ...,    ,Saddam’ın  yerine  Ortadoğu’daki  ülkeleri  Abraham Lincoln,  Churchill,  Gandhi,  Mandela yönetseydi   katliam, acı yüklü  geçmiş yine de  tekrarlanır mıydı?

Lakin dünde  kibre, güç gösterisine feda edilmiş “çözüm süreci”   göstermiştir ki,  ne göz önündeki   savaş mağduru  hayatlar,  enkaz şehirler, köyler   ne de  1984-2018 arasındaki savaşta  çoğunluğu Kürt 100 bini aşkın insanın yitirilmesi;  asırlar boyunca her olguda; aşkta bile   “ölelim, öldürelim “ düsturuyla hareket ederek “kana, kan”  isteyen  bu topraklara yetmemiştir.

Bu toprağın insanına  o binlerin  yanı başlarında ölmesi, yakını olması da yetmemiştir  zira  o noktada  da “ hemen  barış” deneceğine  “.... bizi de bombalayın yeter ki o pislikler gebersin”li  intikam histerisi ağır basmıştır.

İşte savaşın olmayan  ahlakını  sözde de olsa koruması beklenen bir devletin kaldıysa şefkatine,  halkların  kardeşliğine darbe vuracağından yayınlamaktan çekineceği  “bugün Afrin’de .... terörist etkisiz hale getirildi” muştulu bülteni,  TSK’nın her gün yayınlaması da... herkes gibi; savaşın sürmesinin aklı örten intikamı duygusunu azdıran şehitlerin varlığına dayandığı gerçeğini bilmesindendir.

Adı, hikayeleri  bilinmeyen   ama birinin evladı, birin sevgilisi, birinin babası olan bir askerin, bir gerillanın bu dünyadan  koparıldığını   “ Afrin’de.....  terörist....“ , “YPG-YPJ ;  TSK ve ÖSO ‘dan çeteci 31 ......... öldürüldü”yle  müjdelemek kime,  hele de bir devlete ne kazandırır ki.

Üstüne can pazarı bir sipere atılan  bir füze, bomba, havan, bir kurşunla bedenleri  delil deşik edilmeden az   önce belki  cep telefonundaki  evladının, yavuklusunun  resmini “bak bu benim...” le gösteren bir askerin;  belki  “Heval, şimdi  bizim  orada ot  toplama zamanıdır, annem de hêlige, gulık çorbasını ...”  diyen bir gerillanın  öldürülmesinin  Instagramda, Facebookta, Twitter’da coşkuyla  paylaşılması;  ötesi  bilim yuvasında “Afrin lokumu” dağıtılması;  insanların nasıl  canavarlaştığının ispatından başka nedir ki.

Etrafı hilal gibi sarmış bu canavar savaş çığırtkanları; silah satan devletlerin son dakika geçmeyeceği  3768  terörist,  2000  çetecinin öldürülmesinden  “....işgalci T.C’nin çakalları”,  “ ... o.ç.larııııı PKK ” sövgülerinden de tatmin olamayıp  daha... daha... daha insanın ölümünü istediklerini gizlemeyecek kadar da masum; alicenaptırlar.

Hele de o savaş çığırtkanlarının sanki savaş adalet, hak hukuk tanıyan bir olaymışçasına  “alçaklar,  tuzak kurmuşlar” , “ yağmacılar”  sızlanmaları yok mu? İronin dibidir, dibii.. zira düşmana zayiat  için pusu kurdurtacak,  yollara, binalara EYP, mayın döşetecek, İHA’yla insan avlatacak,   IŞİD’den farksızlığın kanıtı  “HDP’li bak, ikinci Kawa heykeli de yıkılıyor” tahrikli  manşet attırtacak savaş; tam da budur;  vicdansızlıkta, ahlaksızlıkta, kötülükte  sınır tanımamaktır.

Peki savaşın  zengin ettiği, daha da edeceği  petrol, silah, gıda, giyim, ..., ..,   şirketleri  neyse de,  savaşın maliyetini zamla, yoksullukla ödeyecek milyonları hayat yerine  şehit düşmeyi  “en güzel şey”  niteletecek kadar öldürmeye, savaşa sevdaya iten nedir?  “ 30 bin SDG’li teröristten kuracakları sınır koruma gücüyle  ülkemize  saldırıp,  Suriye, Irak  gibi bölecekler”, “ Yunanlıların  hep  adalarda  gözü vardı”lı  tonlarca gerekçe;  tonlarca düşman karşısında; Türk devletine, bize savaşmaktan başka yol bırakmadılar ki argümanlarıyla, bireyler  vatanı, ailesini  koruyacağına inandıkları  savaşa, insan öldürmeye  razı olurlar.

Böylece bireyler tıpkı savaşa  neden yaratma uzmanı onlarca ..., Hitler’in, ..., Mussolini’nin, ...., Miloşeviç’in , Saddam’ın  diktatörlüğünde “vatanı, fikri, dini  uğruna gözünü kırpmadan ölüme gidiyorlar”la  Stockholm sendromuna kelepçelenenler gibi,  savaşı  düğünle  eş algılayacaklardır.


Bu sayede de bazen  vatan, bazen din, bazen ideoloji  uğruna hiçleştirilen yaşamın karşısına onurlu bir duruş gibi konulan ölümün,  “tek millet, tek devlet, tek..., tek.... ” tekçi faşizmin yoldaşı militarizmin rehinesi yapılmış bireyler,  isteyerek ölmeye, öldürmeye yelken açarlar. 

Sonrası mı? Zaten her Türk  asker de  doğduğundan   ordusunun  emrinde;  faşizmin  de kucağında; savaşta hayatından edilenlerin geride bıraktığı bir annenin, babanın,  bir eşin, evladın,..., ..., da   onunla birlikte  gömüldüğünü, asıl kurbanınsa kendisi, hayat olduğunu fark edemeyecek kadar gözü bağlı oturacaklardır.

İşte oturulan o yerden,  onlarca asker  Talha Çalışkan (22)‘nın; onlarca gerilla YPG’li (Başûr Soran) Mihemed  Hadi’nin  ölümü “vatan sağ olsun”,  ”Şehîd namirin” la  kutsanıyor  diye  o  evlere  düşen ateş söndü mü sanılıyor?

Oysa duymuyorsunuz...onlarca göz size bakarken,  bakmasını  istediğiniz ama bir daha asla size bakmayacak evladınız, kardeşiniz, eşiniz..., ...,  öldürülmüşken,  dile  düşemeyen  “bütün dünya Afrin, Münbiç sizin, benim olsa ne olur, ne değişir” fısıltılı kalbin sesini,  bağrınıza, evinize şivan düşmediğinden  duymuyorsunuz.

Hevalım! şimdi   insan bazen  Hz.İsa’nın  “vazgeçtiğin topraklar senindir”  dediği gibi   sahibi olduğu bir şeyden toprağından, evinden, ailesinden  daha fazla yara almasın ya da yaralanmayayım diye  vazgeçebilir değil mi? Onun içinde “Afrin’i fethettim, benim“ denilen  ân’da;  esaretinde; öyleyken dahi bir zamanlar IŞİD’in Kobanê’si gibi,  Efrîn’de  hiç  “benim”  diyenin değildi. 

Savaşın tozu, dumana katan  hüznü  karartmışken ortalığı, “mutlu son”un  artık ve  yalnızca masallara aitliğini unutan herkeste; saat gece yarısını vurmadan camdan  ayakkabısını  merdivenlerde    bırakarak   kaçmak zorunda kaldığından, saraydaki görkemli balonun tadını çıkaramamış külkedisi modundayken; söylesenize sizin gurbetiniz neresi?




27.03.2018
Gülsen FEROĞLU



7 Mart 2018 Çarşamba

Bitti diyorlar

















Güzel Oğlum benim; Bitti Diyorlar...Masalınız Bitti...gelmeyecek o diyorlar...anla artık diyorlar...oysa şimdi kapı çalınsa...ben baksam balkondan; kapıda sen; hiç şaşırmam biliyor musun...hiiççç. Koşarak inerim merdivenleri, ciğerimin ta içine...sensiz kanayan yaramı ta üstüne bastırım seni. Öyle öperdim ki yanaklarından...öyle sarılırdım ki, belki de “canımı acıtıyorsun” derdin...Niye çalmıyorsun kapıyı Can...niye duymuyorum senin ayak seslerine eşlik eden nefesini “geliyolum” diye bağırmanı...




Tatlı Oğlum benim; akıp geçtiğinden telafi edilmeyecek tek şey zamanın “geçme ,  dur zaman o kadar  güzelsin  ki...” denilen anların; senin yaşadığın, seninle yaşadığım zamanlar olduğunu senin vefatından sonra anlamanın canımı nasıl yaktığını bilemezsin.


İçinde dönüp durduğumuz büyük koşuşturma, sanki neye yarayacaksa birilerine, bir şeylere yetişmek için gösterdiğimiz dinmeyen telaş içindeki günlük hayatın kargaşasında bu gerçeği sevdiğin birini kaybedince anlamak ne kadar da yürek yaralayıcı, ne kadar da kahredici bir bilseydin?


Sen yaşarken yavrum, ben mi görmedim...görmek istemedim...ben mi dikkat etmedim etrafımdaki o sesiz matemlerin tınılarını, o kaybedişlerin yalnızlığını bu şehirde.


Senin yokluğunu şairin “ ....ben artık kalabalık şehirler kadar yalnızdım..” dizeleriyle sana anlatamayacak olmam nasıl da kanatıyor senin vefatının kalbimde hiç kabuk bağlamadan kanayacak o derin...o dilsiz yaramı bir bilsen yavrum.


Şimdi biliyorum yavrum elimde biriktirmiş olduğum tüm zamanların tek bir Eylül'ü kaldı. Rüzgarı üşütmüyor... güneşi yakmıyor... ama hayır, hayır zaman... durdu yokluğunda.


Derler ki "bir yaran olmamışsa, bir yarayı saramazsın!" .İnan güzel oğlum benim her yara dabir hikayedir. Bu site de senin kabuk bağlamayacak yaran; hikayen bilsin diyedir .



Seni her seyden çok sevmis teyzen
Gülsen FEROGLU

4 Mart 2018 Pazar

Kim derdi ki...bu hikaye böyle bitecek, kim..(II)




                                             
                                                          30.12.2015 saat :11.44

Zaten artık kendini idare edebilecek  bir yaşa gelince her çocuk gibi  ister istemez uzaklaşacaktın sende çocukluğunda sana  yoldaş olanlardan; okul, dershane, kurs arasında akşam zor atacaktın kendini eve. Belki özel günlerde, belki hafta sonu o da arkadaşların doğum günlerinden fırsat bulursan görecektin beni ya da telefon edecektin yalnızca. Keşke sen yaşasaydın da hiç  yüzüme bakmasaydın, ben de seni facebook’ta, ınstagramda takip etseydim oğlum keşke...

Ama yavrum zamanı gelince yazacağım her şeyi çünkü yaşadığın ortam senin de yaşadığındı; hikayendi; annen bana kızdığı için tam iki ay  seni bana göstermemişti. İki  ay; benim için iki yıl gibiydi... 2015 yılı Mayıs’ın da küstü annen, Ağustos’ta gördüm seni sonra Eylül’de birinci sınıfa başladığında yine her şey eskisi gibi oldu sen bana, ben sana yeniden kavuştuk. O iki ay var ya annem, arkadaşlarım, komşular tanık az daha intihar ediyordum. Sırayla anlatacağım her şeyi...






                                                     28.12.2015




Bir önceki  “o sızının,  o ağrının adı hep  “Can” yavrum...“  yazısında tüm ayrıntılarını yazdığım 2014’e girdiğimiz 31.12.2013 Salı akşamı senin geçirdiğin ve hatırlayabileceğin en güzel yılbaşı gecesiydi  diye yazacaktım ki unutkanlığın geldi aklıma, anne de söylemiştim “çok çabuk unutuyor acaba neden?” 

Ertesi gün 1 Ocak 2014 Çarşamba günü yeni yılın ilk  kahvesi bahane seni görmek için evinize geldiğimde  “Noel baba  sana ne getirmiş ”, “ağacın altına bırakmış hediyemi”. Annene demiştim  “ne olur çam ağacının altına koy hediyesini” “ee Noel baba bu atlar  Ren geyiklerinin çektiği hediye dolu  kızağına, dünya yolu aşarda gelir tek sen , çocuklar mutlu olsun ” diyorum. Aşağıdaki videoda da görüleceği üzere Noel babayı hep sevdin sen..hep..







Ne zaman Noel babanın hediye getirmesini konuşsam aklıma   çocuk masumluğunu, insanın inandığı  bir hayale, insana    toz kondurmasını   en güzel anlatacak  İ’nin “ Noel baba, ağacımız yok belki  onun için gelmiyordur bizim eve ” demesini hatırlardım.  2014 ün ilk günü sen tabii yine oyun derdinde, ortada cuf cuf dolanan dört beş vagonlu   bir tren, istasyonu,  köprüsü , tüneli; yanında ben “aaaa çarpacak hatlar karıştı” gülüyorsun; tren hattının ortasına  küçük bir araba koyuyorsun  “bak çarptı” diyorsun. 






Sen en son 31.12.2013 de gördüğün bir daha görmediğin G. ve İ.’yi unuttun; yalnızca bir tek  gün o da 2016 yılında Kahire caddesinde okçuluk federasyonun yanındaki yoldan geçerken dedin ki “hani bir kız vardı burada “ “evet dedim “ adı neydi”  “İ.,  senin kuzenin o, niye sordun yavrum”  “hiç köpekler vardı ya onun yanında gider severdik”,  “ şimdi yok o köpekler büyüdü” bir daha da ne sordun ne de benim G. diye bir teyzem de mi var dedin.

 Çok küçükken yani 1,5,  iki yaşlarındayken hem baba, hem anane tarafında kim var kim yok büyükten küçüğe doğum sırasına göre isimlerini bir kağıda yazar sonra onu büyük bir kalp içine alır ve “biz bir aileyiz “ diye yazardım. Bazen de yalnızca anne, babanın ve senin adını yazardım. İsimleri yazarken söylerdim de sen  de tekrarlardın. Herkesin ismini ezberletmiştim,  hatta kim, kimin çocuğu onu bile öğrendin ve unuttun. Zaten  görüşmediğin insanları unutuverirdin hemen. 

İşte G. de görüşmeyince hatırlamaz oldun ama eşi E.’yi hatırlardın ;bir gün kağıttan bir uçak yapmış ve o uçak çık hızlı uçmuştu  sonra bilgisayarda “kağıttan uçak nasıl yapılır “ diye yazmış ekrandan bakarak uçak yapmıştık o zaman “aaa E.’nin yaptığı uçak gibi oldu” demiştin haklı olarak çünkü ben el becerisinde pek bir kötüydüm. Sen vefat ettikten sonra yaptığımız resimleri,  uçakları koyduğumuz depomuz masanın yanındaki dolabın alt çekmecesinden çıktı üzerine el yazınla “Güşen seni çok seviyorum” yazan ”.İşte o uçağın resmi.






Yazıcıdan aldığımız kağıtlardan  uçak yapardım sana , sen de yapmaya çabalardın  bazen beğenmez ağlardın “ne biçim olmuş, kötü” . Ne çok uçak yapıp ta kim en uzağa atacak yarışması yapmışızdır. Benim uçağım senin gözünde “ jet gibi “ gidiyorsa hemen onu alırdın kendinkini de güya çaktırmadan  “ bu senin” diye bana uzatırdın.

Daha bize küsmeden bir yıl önce yani 2012 sonu 2013 yılı sonuna doğru  küs kalınmasına üzüldüğüm için arayı düzelteyim diye Can’o seni aldım  bir de kadayıf G.’nin evine gitmek için düştük yola. Pek severdin  otobüse, dolmuşa binmeye;   Oran son durak oradan  tekrar 183 numaralı otobüsle   G.’nin evine. Bizi görünce şaşırdılar; sen pek memnundun, İ.de evde, değmeyin keyfine, epey oynadın sonra E. bıraktı bizi  bu senin ömrünce G. nin evine benimle  ilk ve son gidişin oldu.

Unutmuştun G. ve İ.’yi artık etrafında yeni insanlar, arkadaşların vardı kreşte, okulda. Onların aileleri; hem haksız da sayılmazdın  bir insanın ilişkisi kiminle daha çoksa onu hatırlar. Evet yeni bir yıl daha geliyordu gelmez olası 2015. O yıl işte pek çok şeyin değişmesine, sırların ortaya dökülmesine neden olacaktı.




                              
                                              Ne kadar güzeldin yavrum...ne kadar



Ve sen Eylül 2014’de Tevfik Fikret’in ana okuluna başlamıştın. Okul ve kreş hayatını gelecek yazıda tüm detaylarıyla yazacağım oğlum. Yılbaşından bir hafta önce okulun Christmas, Noel tatiline girmişti. Benimleydin o hafta, tatil olduğunda hep yapacağımız gibi birlikte 365 gidecek üst kattaki oyun salonunda trene binecek, araba yarışı için jeton alacak, eğlenecek, Burger King den hamburger yiyecek, yemek salonunda olan oyun makinelerinde oynayacaktın. ”Daha var mı jeton”  alırdım hemen bitmişse, istediğin makinada bol bol oynardın ama bıraksam sabahı edecektik o AVM’de.

31.12.2014 Çarşamba akşamı bu defa G. küstüğünden gelmeyecekti ama Duru gelecekti, M. dayın ve H.’yle. Annenle  ne yapacaksak hep hesabı yarı yarıya bölüşürdük; çok yorulduğumuzdan bu sene hindiyi dışarda yaptırmaya karar verdik. Annenin işyerinin verdiği Sodexo, Multinet’leri kullanarak sık sık yemek ısmarladığı; senin de oranın kebabını, pidesini  sevdiğini söylediği, bir keresinde  yemeğe davet ettiğinde bizi oradan yemek söylediği “Mardin kebap evi ”ne giderek  siparişi verdim 4.caddedeydi.








Senin gibi Eylül doğumlu aranızda 2 yaş fark  olan  Duru’yu bebekken de izlemeyi çok severdin  “Duru  nasıl ağlıyor” gösterirdin,  bezini değiştirirken bakardın “bak Can Duru’ya  dı loriiiyi söylüyorum, hemen uyuyor” derdim. Kreşte bahsetmişsin  Gülay hanım “ hep Duru diye birini anlatıyor kim” “kuzeni çok sever”


 Kırk yılda bir görsen de ki ben çok istememe rağmen; ailelerden kaynaklı olduğu için başaramadım sık görüştüremedim seni Duru’yla,  senin de belleğinde yer edecek az hatıradan biri de  Duru ve annesi  H.’yle birlikte  oynadığınız saklambaç’’tı.Sonraları haydi “H’yle oynadığımız gibi saklambaç oynayalım “ derdin özelliklede koltuğun arkasına saklandığını gördüğün H. ve Duru gibi arkasına saklanırdın koltuğun “oğlum evde bu oyun oynanmaz “derdim ben ama sen “oynadık ya çok güzel  oynanır” derdin. 


                              
                            Sizin evde; Duru'yu  sana bakana anneannen yıkasın  diye getirmişler 



Duru’ya bayılırdın çok az görmene rağmen; ama eşyalarını, oyuncaklarını paylaşmak istemezdin. Aile arasında küçük çocuk   büyünce elbiseleri, oyuncakları küçük olana verilirdi; seninkilerde Duru’ya. sen ayakkabını görüyorsun Duru’nun ayağında  “benim ayakkabım niye verdiniz “ diyorsun. Bir keresinde Duru’nun elinde bir masal kitabını görürdün hemen alıp çantana koydun o kadar kıymetliydi  eşyaların, malın hatta yiyeceklerin kimseyle paylaşmak istemezdin. 

 04.02.2016  Perşembe  günü sen birinci sınıftasın;  ilk ve de son olacak sömestr tatilin, ilk karne alışın; hava bir  güzel bahar sanki, güneşli, evde oturmamız mümkün mü ? Yemek vakti “orada yer “ diyorum  annemde itiraz “ yesin burada” “geç kalırız”  sen hemen atılıyorsun  “ yerim orada, sana ne” diyorsun.



                                         
                                                 4.02.2016 saat:13,05



Yine  Lozan parka gideceğiz ; annem yarım ekmeğin içine köfteni,  ben de yanına Nestle gofreti, suyu  Defacto torbasına  koyuyorum, düşüyoruz yola. Nasıl kalabalık nasıl  “oooo ne kalabalık, bütün çocuklar burda” “evet çocuklar burda” Koşuyorsun,  sana arkadaş “sömestr tatilinde Ankara’ya anneannesine gelmiş” birini buluyoruz. Annesiyle ben konuşurken yanıma geliyorsun acıktım.





Yemek yerken sen ben fotoğrafını çekiyorum, arkadaşın da yanında ona da nestle gofretini veriyorum. Ve sen elinden alıp poşetimize atıyorsun, bozuluyorum “oğlum diyorum arkadaşına versene, bak sen  zaten yemek yiyorsun “ “yok, zaten bir tane var”; “sen ver anneciğim ben alırım sana”  Çocukta bakıyor sana;  ben yine veriyorum ona “yaaa “diyorsun çocuğun annesi “biz de zaten şimdi Çetinkaya’ya yemeğe gideceğiz; yemesin  tıkanır “ diyor ama çocukta inada bindirmiş bu mevzuyu gözü gofretinde, veriyorum ben “ alacağım sana Can, lütfen”  o an “su “ diyorsun. Suyu ben içtiğimden kadına siz bakar mısınız  BİM’den su alıp geleyim, en yakın market BİM. “Olur”  gidiyorum daha BİM’ e varmadan ki 4 dakika bile yok parkla BİM’in arası,  bir korku ya kadın bakmasa ya alıp götürürse ya yemek boğazına takılırsa, onca endişe arasında çıkıyorum marketten, bakıyorum  bıraktığım bankta oturuyorsun, aldığım gofreti gösteriyorum “ bak yavrum boşuna vermek istemedin, sana da  aldım gördün mü”  seviniyorsun, suyunu içiyorsun. İşte öylesine sahip çıkardın senin olan bir şeye.


 Yılbaşı nedir tam kavramamış ta olsan birlikte ikinci yılbaşını kutlayacağız; 31.12.2014  Çarşamba günü, annen çalışıyor sen tatilsin, ben buruk. Çünkü ben hep yılbaşında  bütün ailenin bir arada  olmasını isterdim ama artık olmuyordu; bu defa da G. ‘ler, İ. yok . F. de  İstanbul’da. Sen ve ilk defa yılbaşı kutlayacak Duru burukluğumu alıp götürüyorsunuz. Annenin zaten umurunda değil G.’nin aileyle küs olması “daha iyi, kim uğraşacaktı problem G’yla”  derdi. Aynı hazırlıklar, yine anneannen çıkarıyor o dolaptan birlikte kuracağımız çam ağacına,  “buda senin ağacına ” diyerek bölüşeceğimiz ilave süsler alıyoruz;  Poşetlerin yerini bildiğinden  koşar bir poşet getirir  içine koyardın süslerini. 










                            30.12.2015  saat: 11;52


Yılbaşından günler öncesi yalnızca bizim evde değil sizin evdeki çam ağacı da çıkarılırdı saklandığı yerden çok küçükken alınmıştı sizin eve de çam ağacı. Sonra bizim evdekinden büyük orta boy, bir çam ağacı daha aldık Koçtaş’tan  annenle birlikte sen de yanımızdaydın sana sordu annen “ bu olsun mu?”  Aslında iki evde iki çam ağacı süslerdik  2012, 2013 yılında birlikte kurduk sizin evde önceki, sonraki yıllarda  kurdun , 2015 yılı hariç;  illaki her sene birlikte alacağımız yeni süsler takardık. Bazen sen “bizde kreşte kurduk” derdin bazen de ben sorunca “kreşte  çam ağacı  kuruldu mu”  “evet” derdin, Noel ağacını süslemeyi hep sevdin sen.
  
Ben seni  illaki yılbaşı süsleri almak için alışverişe çıkarırdım; yaşadığın sürece 1 yaşını hatırlamıyorum belki o zamanda bir alışveriş merkezine gitmişizdir ama  her yıl bunu seninle yaptık. Aldığımız çoğu kez de senin seçmiş olduğun süsleri  bölüşürdük ya da sen yanımda yokken hoşuna gideceğine inandığım  bir süs almışsam  evinize getirirdim “bak bunları aldım, bu meleği, bu Noel babayı,  bu altın renkli zinciri “ derdim. Bazen de bakardım benim çam ağacımda gördüğün, beğendiğin farklı bir süs senin çam ağacına konuvermiş....ne zaman aldın hatırlamazdım. 




                        
                                        Nasıl ilgiyle inceliyorsun süsleri


2015 yılı çam agacına 100 lü  bir ışık daha alıyoruz; zaten küçük olan çam ağacını kabloya boğuyoruz; üç çeşit ışık yanıyor rengarenk ve biz yine uzanıp yatağa seyrediyoruz. 2015 yılı  soruyorum sana " evde kurdunuz mu çam ağacını" , "annem kurmadı" dedin "ağaç kırık" diye ekledin, üzüldüm hem de çok çünkü noel  ışıklarını seyretmeyi çok  sevdiğini biliyorum içimden “ben annenle konuşuyor olsaydım, çoktan aldırırdım ya da alırdım asla çam ağaçsız geçirmezdin yılbaşını  “ diyorum. Sen pembe inci bir kolyeyi de üzerine doluyorsun. Yine  aynı şarkı  söylüyoruz,  “hoş geldin yeni yıl”,   aynı sofra, yine birlikte aldığımız pasta. Ama sen bu defa çok heyecanlısın Duru gelecek “tombala oynar mı Duru”.





                                                 31.12.2014 saat :20;51


Tek derdin Duru ve Duru’yla ne yapacağın. “Aaaaa unuttum şapka“ sende telaşlanıyorsun bir koşu çıkacağız  “ nereye”  “dur anneanne çok önemli yılbaşı şapkasını unuttuk,  almalıyız hemen “ Seninle yukarıdaki resimde görülen şapkaları, bir de maske alıyoruz ikinize sen kedi maskeni takıp koşturuyorsun. O gün  bol bol saklambaç oynuyorsun H. ve Duru’yla. Annen videoya çekiyor. 









Duru var ya nasıl yaramazsın nasılll. Koltukların üzerindesin “dur oğlum “ diyen hiçbirimiz dinlemiyorsun. O günlerde seninle de gittiğimiz, senin de  mallarına  biblolarına, küçük kutularına, çerçevelerine  baktığın Madame Coco’dan kaz tüyü bir yorgan almıştık sen , ben , anneannen. Eve geldik sana oyun çıktı,   o yorgan oldu bir oyuncak,  nevresim geçiremedim üzerine,  içine girdin yuvarlandın, üstüne örttün,  saklandın  altında, ordan oraya taşıdın “bana da al, çok yumuşak”  ne oynadın ne. 







                                                  31.12.2014 saat;21.01


Bir de kar spreyi kullanılmış çam ağaçları, vitrinlerdeki   2015 yazıları  pek hoşuna gidiyordu “nasıl yapıyorlar”, “ kar spreyi var onunla”, “ benimde olsa pencereye çizer,  ağacıma kar yağdırırdım”. Kara kara düşünüyorum ne hediye alsam “ hep alıyorsun zaten” diyor annen “ben ne alsam”, “Can çok sevdi acaba yorgan mı alsam”  “çok doğru diyorsun yorganı ben alayım” “ben de sprey alayım sonra başka bir şey alırım”  Sen al yorganı diyor bana, ben  seni evine yolladıktan  sonra alıyorum yorganı ve spreyi. Babamın odasındaki dolaba saklıyorum, Duru’ya da bebek, annen de bir giysi alıyor Duru’ya.












Tabiiki babaanneye gideceğiz diye  acele ediyor annen, baban, hiç hoşlanmadığı yılbaşından bir an önce kurtulmak istiyor M. dayında; erkenden kesiyoruz pastayı yine. Hediyeni veriyorum çıldırıyorsun  “nasıl kullanılır”  annen koca paketi getiriyor “yorgan “  “ sarılıyorsun hemen “ “Can tamam bırak oynamayı  bu akşam yatarsın yorganınla”. Spreyi kaptığın gibi mutfak penceresine yöneliyor, kullanıyorsun “Velet seni kim temizleyecek, yapma” gülüyor koşuyorsun koridorda. “Oğlum  evinde cam ağacına serpiştir karı “











Yılbaşı ertesi sabah akşamdan kalan yiyeceklerle kahvaltı yapmayı  aile üyelerinin sevdiğini bildiğimden; hem H.’ye, hem de annene vermek üzere yapılan yemekleri  saklama kaplarına koyuyorum “ yarın kahvaltı da yersiniz, Can  az yedi”.  Hindi yi severdin sen. Bir keresinde daha küçüktün 3,5 -4 yaşlarında evde kavurmasını yaptım o kadar çok yedin ki annene “Can hindiyi nasıl yedi inanamazsın” dedim bunun üzerine annende sağlıklı et diye hafta sonu hindi yaptı “ o kadar yemedi anlamadım” dedi. Bazen  öyle oluyordu,  bizde yediğin bir şeyi annen yapınca yemiyordun.




Her zamanki gibi 1.01.2015 Perşembe günü  sabah ilk işi sizi arıyorum “iyi yıllar, uyandı mı Can, yeni gün bugün akşam ne yaptınız babaannelerde ne hediye aldı Can’a”   “uyur mu Can, uyandı televizyon seyrediyor, dönüşte trafiğe yakalandık, pek mutlu oldular A. ve kızlar vardı..... 




            28.12.2015 yeni bir yıla 4 gün var “azıcık gül oğlum diyorum” gülüyorsun güya...


Sonrası yavrum sonrası  31.12.2015 Perşembe,  olmaz olası o gelecek yıl 2016’ya girilecek...nerden bilirdim ki...nerden...Sen birinci sınıfta başlamışsın, abi olmuşsun  2015 yılı  7 Eylül’ünde,  okuma yazma öğreniyorsun ve yine yılbaşına bir hafta kala Noel tatiline giriyor okulun, sen benimlesin.










Bir önceki yazıda ayrıntılarını  anlattığım; birlikte süslediğimiz son çam ağacı, birlikte yaptığımız tarçınlı, zencefili kurabiye.. İki yıl üst üste birlikte kutlamışız ya sanıyorsun ki yine aynı olacak,2015 yılbaşını birlikte kutlayacağız. Oysa G.’yle yeni küsler  eklenmiş  M. dayın ve  annen de bizimle görüşmüyor, küs. Kaderini değiştirecek o küs hamlesini yapıyor annen. Ama ne gam, sen ve bende çoktan başlamış yeni yıl telaşı; 28.12.2015 Pazartesi, sabah getiriyor baban, önce   kahvaltı sonra evdeki yılbaşına dair süsleri döküyoruz ortaya o da ne? Geçen yıldan kalma  Noel baba şapkası. Takıyoruz başımıza poz veriyoruz. 



                      
       28.12.2015 saat :13,10  Öyle bir sıkıyorsun ki boğazımı “boğacaksın lan” diyorum.




           Sonra  bu dünyada  geçireceğin son yılbaşı olduğunu bilmeden küçük oda çekmeye başlıyorum fotografını.





                                    28.12.2015 saat;13.10



Komiklik yapıyorsun bana dökülmüş dişlerinle, pek meraklısın dişlerinin dökülüp yerine yenilerin gelecek olmasına...






                          İllaki göstereceksin dişlerini, seni şımarıkların en güzeli



Okulun Noel tatiline girmeden  bir hafta önce F. arıyor İstanbul’dan  “ Panora ‘nın yılbaşı süslemesi çok güzelmiş, bir bak!” Aklıma yazıyorum 17 Aralık 2015 annemle gidiyoruz, keşfe. Gerçekten de  çok güzel bir  konsept. “Can bayılır buraya. Can’ı mutlaka getirmeliyim”







Bu süslemeyi sana göstermesem mahvolurum, aklımın köşesine yazıyorum dört gözle Noel tatiline girmeni bekliyorum 

                                





                   Bir daha asla kutlamayacağımız  son yılbaşı  fotoğrafı annem ve ben
                              17.12.2015 saat:16;47

                     
28.12.2015  Noel baba şapkasıyla poz verdiğimiz  ertesi günü teyzem  geliyor bize,  sen da hafif bir kırıklık var. Ertesi günde geçmiyor kırıklığın;  30.12.2015 Çarşamba sabahı gelince  bayağı süzgünsün  “uyumadım, hastayım “diyorsun. Hep öyle haber verirdin kapıdan girer girmez “hastayım”  neyin var “öksürüyorum ama çok değil” . Aklım görmeni istediğim Panora’daki süslemede, çok şaşıracağını biliyorum. Yine küçük odaya geçiyorsun, kahvaltı  derken dışarı çıkmak istiyorsun “haydi diyorum Can”, çok güzel bir yere götüreceğim, Noel babalar var”



Daha önce de  epey bir gitmiştik Panora’ya bowling oynamıştın, İ.’de vardı. Ama en çok oradaki akvaryum ilgini çekerdi, “bak köpek balığı” saatlerce seyrederdin. “Nemo derdim kaybolup buralara gelmiş Can’o, seni görmeye ki  ilk akvaryumunu ve süsü balıklarını da ben almıştım.  Annem her zamanki gibi itirazda “hasta, yarın gidin” “  anne  yarın yılbaşı vakit yok,  Can görsün istiyorum başka ne zaman gideceğiz. kalabalık olmadan bakıp geleceğiz, dışarı çıkmadan durmaz ki Can, hemen getireceğim.”  kızıyorsun “evet anneanne Noel babalara bakıp geleceğiz”


Saat 11’e gelmek üzere; sarıp sarmalıyorum seni çıkıyoruz “Can diyorum otobüse binelim mi” “evet, evet” karşıya geçiyoruz elin elimde, halk otobüsü geliyor oturuyoruz, seyrediyorsun etrafı, otobüsün güzergahı değişmiş  Panora ‘nın önünde durmayacağını düşünüp One Towers ’ta iniyoruz “oooo ne olmuş buralara aman ne çok şey açılmış tuh bak ilerde de duruyormuş otobüs erken inmişiz”  üzülüyorum hastasın yürüyeceksin  diye.







 Tahmin ettiğim gibi girişteki  koca  çam ağacını görünce  şaşırıyorsun “amannn , çok güzel”






                                             Hayranlıkla bakıyorsun





Herkes çocuklarını getirmiş resim çekiyorlar, haydi Can, geç şöyle Noel babanın yanına.





                                        30.12.2015 saat 11;44



Niye bilmem, diğer çocuklar kadara mutlu değilsin, dalgınsın, kırıklığına bağlıyorum “Can azıcık gül oğlum “ diyorum.






                                    zoraki gülümsüyorsun işte






              Yoruluyorsun, birine rica ediyorum” affedersiniz resmimizi çekebilir misiniz”










Nerden bilirdim adını dahi bilmediğim genç bir bayanın iki üç defa üst üste çektiği bu  fotoğrafların seninle son yılbaşı pozumuzun olacağını.







                              Büyük bir merakla inceliyorsun; alıyorum aynısından




 Öksürüyorsun “haydi anneciğim yeter”  bir de Kipa'ya bakalım diyorum zira üstteki fotoğrafta görüleceği üzere pek bir merakla incelediğin kırmızı toplardan alacağım; girişte renk renk toplar  alelacele beğendiğin renklerden kırmızı, mor, yeşil toplardan  alıp çıkıyoruz,  hemen bir taksi çeviriyorum, dönüyoruz. Döner dönmez sana bakım, yatırıyorum çorba ve iksirlerim, akşama doğru daha iyisin.





                          Ahhhh benim güzel yavrum ahhhhh



Ertesi  gün 31.12. 2015 yılbaşı; sabah bizdesin bir önceki yazıda ayrıntılarını anlattığım o gün  birlikte kurabiye yapıyoruz. Bu defa  annen,  M. dayında küs bize;  yani ne sen ne de Duru olmayacak yanımda. Ufacıcık incir çekirdeğini doldurmayacak bir meseleyi büyütüp, aile, kardeş, onca yaşanmışlık göz ardı edilerek vara olan  ilişkiyi  kestirip atmak adeta genetik bir mirastı ve bu kopuş çocukları mı, insanları nasıl etkiler kimsenin umurunda olmazdı..O yüzden de alışıktık ben ve annem iki de bir herkesin bize küsmesine

 2015 yılında yavrum aileden hiç kimse bizimle konuşmuyor; hepsi e küs, bir R. dayın konuşuyor o da zaten burada değil. Aile üyeleriyle yılbaşı geçirmeye alışkın ben kötüyüm;  diğer yıllardaki heves yok, kutlamak  gelmiyor içimden. Yılbaşı ritüeli olarak belleğinde yer edinsin diye kuruyorum çam ağacını; senin için. Her yıl aylar öncesinden “ne yapalım, ne yemekler hazırlayalım, nerede kutlayalım ” sondajına başlayan ben; bu yıl  öncekiler gibi değilim; sıfır hazırlık yapıyorum  neredeyse. Adet bozulmasın diye hindi siparişi veriyorum.










                         
Sanki bu yıl yılbaşı kutlaması  yerine getirmek zorunda kaldığım bir görev. O kadar üzgünüm ki ilk defa yanımda hiç bir yeğenim olmayacak ve de asıl önemlisi sen yanımda olmayacaksın “ne yapabilirim ne sözüm geçmez ki annesi, babası ne derse o olur”  Amerika’dan Noel için gelmiş 26.12.2015 Cumartesi günü bizi  ziyarete geldiğinde seninle de tanışan  hani kampüste  sincabın elinden marulu aldığını anlatan kuzenim P. ‘yle geçireceğiz  yılbaşını. 





                                      Saat:11,49



Güzel oğlum iyi ki teknoloji gelişmiş te her şey kayıt altına alınabilmiş de  yalanlar çürütüle biliniyor. Bilseydim  başına bu gelecek her gününü, her anını belgelerdim, onlarca fotoğrafın, videon olurdu. Merhametsiz olduklarından benim için  “ bir anne kadar üzülemez, annesi değil ki” diyebilen  şirazeden çıkmışların  da suratına çarpardım  o fotoğrafları da “ ben Can’oyla ölmüş, yastayken hiç mi utanmadınız, hiç mi vicdanınız sızlamadı  bunu söylerken.. alın bakın...bakın; kaç günü, kaç ayı, kaç yılı birlikte geçirmiş, yaşamışız...bunca yaşanmışlığa nasıl  bir anne kadar yanmaz, kavrulmaz yüreğim Cano’ya, bana “anne” diyen oğluma” diyebilseydim... 




Anılarını ilgiyle dinlediği 26.12.2015  günü sen gittikten sonra fotoğrafını çektiğim kuzenim P.

P.lere götürmek için birlikte yaptığımız kurabiyeleri paketliyoruz. Seni erken alıyorlar öper, sarılırken  “haydi güzel oğlum, iyi yıllar “  diyorum “hediyeni de unuttum sanma”. "iyi yıllar" diyorsun pencereden el salıyorum. Seni yolcu ettikten sonra 365 gidiyorum akşam P.lere götürmek için yapacağım Haydari’nin malzemelerini  alacağım.365 girer girmez bir curcuna, resmen karnaval havası; “keşke Can’da olsaydı,  bu kadar çok Noel babayı bir arada görünce ooooo “ diyorum, nasıl üzülüyorum anlatamam..






                                        31.12.2015 saat 13.30 



Bir alay Noel baba, senin onları görünce yapacakların, yüz ifaden geliyor gözümün önüne; sana göstermek için yukarıdan resimlerini çekmekle kalmıyorum; videoya  alıyorum. Ve tabii ki resimdeki yılbaşı standında sana  2015 yılı yılbaşı hediyesi olarak vermeyi düşündüğüm kar küresini arıyorum.









Gitmek istemiyorum  P.lere “ben gelmesem” “olmaz” diyor annem “gelirim demedin mi sen,   yoksa ben  gitmek istemezdim,  evimde otururdum; hem  teyzene   ayıp değil mi“  kızıyor bana  kavga ediyoruz bildiğin.  “yahu ne var bunda, abartma siz gidin işte , tek başıma kalmak istiyorum ama “ P.’ye ayıp edersin” diyor annem ki çok severdim, asla  P.’yi kırmak istemezdim.





                                     30.12.2015 saat;11.47


İşte güzel oğlum, yaşarken geçirdiğin yılbaşlarına dair  aklımda kalanlar bunlar. Bu sitedeki yazıları okuyanlar kar küresini bulup  “işte yılbaşı hediyen “ diye sana verdiğimi biliyorlar. O son yılbaşını nasıl kutladığını, annenin sana aldığı hediyeyi  hiç bilmedim; “evdeydik, tavuk vardı” dedin; başkaca bir şey anlatmadın ki bende yazayım. 


Yalnızca okulda 2014, 2015 yılında  “yılbaşı partisi” yaptığınızı, 2015 yılında yılbaşı hediyesi için kura çektiğinizi biliyorum ama kurada senin hangi arkadaşa , sana da hangi arkadaşının çıktığını hatırlamıyorum.  










Güzel oğlum....bilseydim...ahhhh bilseydim...ahhh seni kaybedeceğime 2016’da;  31.12.2015 yılbaşının seninle geçireceğim son yılbaşı olacağına ihtimal verebilseydim.... bırakır mıydım seni hiç;  senin için her şeyi yapacak ben koşar gelirdim; babanın, annenin yaptığı terbiyesizlikleri senin hatırına  sineye çekerdim.






                                         saat: 11;39



Keşke  avuçladığını sandığın  gibi olsaydı dünya; hayat senin, benim  sandığın gibi bir şey değilmiş yavrum. Fotoğraflarına bakıyorum, yokluğundan bu yana  söz geçiremediğim yaşlar süzülüyor yine.. Üşüyorum Can....çok üşüyorum. Dünyaya bakıp üşüyorum; o  derece soğuk her yer.






                          Benim yavrumdun sen 





Şimdi bende biliyorum;  insan  vatanında, evinde garip, gurbette  olabilirmiş. Bugün de, yarın da yavrum  yalnızca hayat  değil;  her şey bana gurbet; her şey; Meğer gurbet bir halmiş, mahal, yer değilmiş; sen çok uzaklarda başka bir vaktini yaşıyorken zamanın; kapanmayan boşluklarla baş başayım bende.