9 Temmuz 2018 Pazartesi
5 Temmuz 2018 Perşembe
Sen, bu kurşunu yine mi yedin Türkiye
Hevalım! öyle bir masal yaz
ki, bir Ahmet Kaya şarkısı gibi kalbin sesi
dile düşsün; özgürce...yazarken, Stockholm sendromu kıskacındaki Türkiye’de, belki sonu barışa varacak öyle bir masalı yazmanın henüz vakti de değildi.
Ama 24 Haziran seçim sürecinde, bir
süreliğine de olsa, öyle bir masalı yazabilme ihtimalinin eşsizliği, seni mutlu
kılarken Hevalım, seçimin sonuçlanmasıyla yaşadığın hayal kırıklığı; ne ilk,
ne de sondur; bu diyarda.
Her seçimde yaşandığı üzere
iktidara muhalif kesimlerin beğenmediği
sonuçlar ekranlarda aktığında “ 16 yıl yetmedi, bir 5 yıl daha Tayyib’e
katlanmamıza neden bu cahillere tahammül
edemiyorum. Tası tarağı toplayıp doğru Ege’ye ...Avrupa’ya...” sitemli
telefonların, açılan biraların, şarapların yoldaşı da “döviz 5 TL, bir kilo
soğan 5,95 TL’yi görmemiş gibi yine seçtiler diktatörü....” sözcükleridir.
Sonra günlerce sürecek “ kültür düzeyi
yüksek bizler; bu cahiller daha iyi bir
hayat yaşasınlar diye çırpınırken meğer onlar hayatlarından memnunlarmış,
....dip dalga denilen de Tayyip
dalgasıymış.......”lı tahliler... tahliler...Paylarına hep
düşmesinden yakındıkları kaybetme
fırtınalarının ortasında “bir kere ya bir kere de yenildiğini görseydik şu
Tayyip’in ne vardı....” burukluğunda, kendilerini “suskunluk sarmalı”nı
aşamayan toplumun mağduru hissiyle doldurup
daha...daha kızarken, sığınacakları sayısız nedenler, bahaneler bulmayı da ihmal etmeyeceklerdir.
Oysa aylardır sabah, akşam birlikte
yatıp kalktıkları seçimi destekledikleri partinin, ittifakın kazanma hayalini
dalından koparıldığı ân solan hanımeliye dönüştüren, seçim sonuçlarının
muhaliflere yaşattığı yas, gerçeğin ta
kendisidir.
O
gerçek; Ortadoğu’da ideolojisi faşist devletleri yönetenlerin yalnızca yaşam
biçimine, davranışına, düşüncesine müdahale etmekle kalmayıp; her alanda tek tipçiliği, devlete, lidere biatı kurumsallaştırmaları yüzünden,
sürekli kavga, savaş,
şiddet, yoksulluk altında bırakarak
paranoyak ruh edindirdikleri
bireyler sayesinde, yıllarca iktidarda
kaldıklarıdır.
Öyle ki partileri, bürokrasiyi,
STÖ’lerini, sendikaları, ..., ..., yönetenler; kazanma, kaybetme olasılığını taşıyan her olguda
konumlarını garantileyeceğinden, planlı biçimde başta asparagas haberlerin mekanı
yapılmış sosyal medya, her biri bir partinin sözcüsü kesilmiş anchorman’lı TV’ler, yazarlar, troller, anket firmaları eliyle, kendisini sahiplenmiş biatçı kitleyi; bol
saplantılı, takıntılı bir hale koymaktan
çekinmemişlerdir.
Bireylerin nasıl
şizofrenik bir hale getirildiğinin kanıtı da; karşılığı olmayan ama istedikleri
bir durumu algı yönetimiyle var eden, besleyenlerin “CHP’nin %25 oyu cepte, SP’nin AKP’de gizli en az %5 oyu, İP, HDP’de
barajı aşar, bu iş tamam, RTE The
End” propagandası yüzünden; anketçi H. Bayrakçı’nın “çarmıha gerilmekten
korktuğu”, gazeteci H.Mahalli’nin de
“kitleyi motive etmek için...” manipülasyon yaptıklarını, seçim sonu itiraf etmelerinde saklıydı.
Bu şizofrenik hal; her seçimin sonucunun
muğlaklığına, İnce’nin “oyumu %30-35
bandında hesaplıyorum” demesine rağmen elde somut veri de yokken, mitinglerdeki toplama kalabalığa bakarak
“seçim 2. tura kalıyor” saptamasını gerçek algılattığından; seçimin sonucunu
“İnce kaçırıldı, tehdit edildi”yle
yadsıyacak kadar özdeşleştiği lidere,
partiye aklını, vicdanını armağan etmiş bireylerin de nedenidir.
Böylece bireyler; aynı
partiyi destekledikleri, aynı düşünceyi, tavrı, yaşantıyı paylaştıklarıyla kurdukları sanal
ortamın gerçekliğinden şüpheye düşmeden, olamayacak;
“doların yükselmesi Reis’i yıkmak isteyen dış mihrakların komplosu”; şehir
efsanesi “oy çalarak yine kazanacaklar”lı onlarca olayı olduran obsesiflikte, ülkeyi
iç savaşa sürükleyebilecek eylemlere hazır, nazır bir psikolojide debelenip
duracaklardır.
Kaybetme olasılığını da dışlamış bu
bireylerin; adaylarına
oy vermeyenin tercihini “sürü mantığı
yoksa İnce dururken niye Erdoğan’ı seçsin...”,
“...PKK’nın kolu HDP’ye baraj
aştıran CHP’nin ihanetini...”yla yerden yere vurmalarından taşan öfke;
karşıtında varlığını eleştirdiği ötekileştirmeyi yaygınlaştırarak, her seçimi bir adayın kazanmasına, kaybetmesine endeksleyip; hayatı boğan işsizlik, eğitim,
taciz vari sorunların gündeme
getirilmesini de ötelettirecektir.
İşte bu paradoksu
aşamadığından “ülkeyi yöneteceğim kadro, çözüm önerilerim” somutluğunu
iteleyerek “hakkından gelse gelse bu gelir” imajını güçlendirecek rakibi
Erdoğan’la aynı kavgacı “eyyyy Recep
”li; aynı intikam yüklü “yıkacağım, canlı yayında yargılayacağım”lı dille
tabanını tatmin ederek keyiflendiren İnce’de, istemeden, oy devşirmeden seçimi kazanamayacağı
mütedeyyin seçmeni “en azından Reis’in icraatını biliyorum”la bloklaştıracaktı.
Üstüne “adam ne derse
o, çıt çıkıyor mu? biz maşallah, hemen çen, çen; yok bu nasıl milletvekili
listesi, niye önseçim yok” söylemleriyle diktatör ilan ettikleri RTE’nin
otoriter idaresine öykünme, bireylerin eğer istedikleri kişi ülkeyi yönetirse,
yapılacak baskıları, haksızlıkları meşru sayacaklarının da göstergesi olacaktı.
Tablo
buyken insanları ürküten de, istisnasız herkesi etkisi
altına almış faşizme, otoriter liderliğe sevdanın varlığını müesses nizamı
yerine lidere, kişilere bağlayarak o liderin, kişilerin seçim kaybetmeleriyle
tüm olumsuzlukların düzeleceği pompalandığından; destekledikleri
ittifak zarar görmesin diye 37 aydının yakılmasını “...pencereleri
açmadıklarından dolayı öldüler”le izah
eden dâhilikteki T.Karamollaoğlu’nu; “önce Erdoğanı devirelim, sonra...”yla
sineye çekecek kadar kişiliğinden,
ilkelerinden ödün verdiren bir nefreti
barındıran bir zihniyetin
damarlarda çağıl çağıl akmasıdır.
Vicdanı,
erdemi çıkara göre tırpanlayarak şeytan’la işbirliğini dahi yadırgatmayan bu
zihniyet;
yalanın alkışlandığı, emeğin, liyakatin
hiçlenerek dolandırıcılığın ticari başarı sayıldığı bu savruk; İçişleri
bakanının “HDP’li P.Buldan’ı”, Bahçeli’nin “kader mahkumu” nitelediği mafya
lideriyle gazetecileri alenen tehdit ettiği bu çeteci; Cumhurbaşkanı adayını hapiste tutan bu adaletsiz; müesses nizamı
da kalıcılaştırmıştır.
Böylesi bir ortamın kapana kıstırdığı
Türkiye’nin bahtsızlıklarından biri de;
gel gitli uygulamalarıyla bezdiren AKP’yi iktidardan etmenin yolunu 16 yıl sonra ancak AKP’nin milliyetçi,
muhafazakar çizgisine yaklaşmada bulduğundan; faili meçhullerle anılan Akşener,
“Madımak’ı
katliam vasıflandırmayan....” Karamollaoğlu’yla ittifaktan çekinmeyen,
vizyonsuz bir ana muhalefet partisine sahipliğidir.
Şimdi sizce de bireylerdeki
“niye
Tayyip’e oy veriyorlar”
saplantısını “Kılıçdaroğlu’na
hangi nedenle oy veriliyorsa o yüzden”le noktalayarak, seküler, demokratik bir ülkenin müesses nizamın değiştirilmesiyle
mümkünlüğünü açığa çıkarmış bu seçimi kaybedişi;
yarını kazanacak başlangıca çevirmenin
vakti değil midir?
Geleceği, yılları yine heba etmemek
adına uzlaşmanın, diyalogun sihrini
hatırlayarak, ön şartsız bir ateşkesin
adımını atanın tek bir Kürt, Türk
gencinin hayatını yitirmesini önlediğinden “kazanan” sayılacağı o vakit de; farklığına
dokunmadan vicdanlı, adaletli iyi
insanlarla kurulacak; hep de yeni şeyler söylemiş “Sol” bir ittifak ancak geçmişe dair yaralayıcı her
şeyi de yerle bir edebilecektir.
Bavê min, bir
zamanların “çözüm
sürecinin” mimarı Reis’in meydanlarda
“....Kandil’de ..... terörist etkisiz
hale getirildi”yle yurttaşlarının öldürülmesini kutlamasıyla adı bilinmeyen o evlatları
kaybedenlerin yüreklerine vurduğu hançerin akıttığı oluk oluk kan
“gözyaşlarını, acıyı dindiremiyorsa kazanmak neye yarar ki “ kederini
savururken havaya, gece de solar.
Size yine “keşke”yle başlayan cümleler kurdurturmuş hayat
denilen şey de, belki de “ sen bu
kurşunu yine mi yedin Türkiye” hüsranlı
kaybedişlerle ordan oraya savrulmaktır. Peki ya bu savrulmalarımız,
acılarımız hiç bitmezse? Süre...akıyor mu? Yoksa yeni mi başladı?
05.07.2018
Gülsen feroğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)