Biliyor
musun Destina, bu sene Ankara’da leylaklar hâlâ açmadı. Sahi Hevalım, orada Amed’de açtı mı
leylaklar? Ankara’nın her sokağında illaki karşılaşılan leylaklar Destina,
sonunda açtı. Leylaklarla gelen bahar da geçmek üzere.
Yaz
kapıda. Yakında tatile girecek okullar. Arkadaşların bu yılda da ellerinde cep
telefonları; belki bir cafede, belki bir bahçe duvarının üstünde, belki bir kumsalda
buzlu frappélerini yudumlarken, bir yandan da whatsapp’ta mesajlaşacaklar, sensiz.
Kızılay’da
seni, 15 yaşındaki Eray Özyol’u, merasim
sokakta Gülşen Yıldız’ı, Ankara garında Başak Sidar’ı, onlarca insanı hayattan
koparan bombaların patlattırılmasına neden gösterilen savaş mı Destina? Tüm
acımasızlığı, tüm vahşetiyle devam ediyor; susmuyor, susturulmuyor silahlar.
Yaşadığın
günlerdeki gibi televizyonlar, gazeteler yine 8 askerin şehit edildiğini, 15 teröristin etkisiz hale getirildiğini;
Dürümlü mezrasında 15 ton patlayıcı yüklü kamyonun patlatılmasıyla un ufak
edilmiş bedenleri iki poşete sığmış 13 köylüyü, evinin balkonunda kurşunlanan Pınar Gemsiz’i anlatıyor, yazıyorlar.
Öldüremediklerini
de yaşayan ölülere çeviren savaşın taraflarının yoldaşı ölüm de Destina; yine bir
avcı edasında; İstanbul’da, Amed’de, Bursa’da, dağda, bayırda, yolda, şu
köşede, sokakta, durakta, evde; her yerde;
pusuda.
Herkesin her ân ve her yerde patlatılan bir bomba, atılan bir kurşun,
roketatar, füze, top atışıyla
öldürülebileceği savaşın ortasında; Faruk Eskioğlu’nun “İngilterede yaşıyorsanız; evinize;
bölgenizde yeni yapı, inşaat ve yatırımlar için sizden görüş isteyen mektup
gelmiştir mutlaka. “efendim biz yan binaya baz istasyonu dikeceğiz itirazınız
var mı?” ya da “yan sokaktaki evler yıkılıp AVM yapılacak, sizin için de uygun
mu” gibi…” yazısı akıyor ekranda.
O ân, insan
düşünmeden edemiyor; Cizre’nin
bodrumlarında yakılan Derya Koç, Mehmet Tunç,
EYP’lerin parçaladığı Destina
Parlak, Silopi’li Enes Erdem(9),
Tanışık’lı; Seyihtan Yakar, Uğur Yaman, birbirleriyle savaşmak
zorunda bırakılan asker Özgür Kara,
gerilla Metin Baran (Harun
Agir) İngiltere’de yaşasalardı... ölmeyeceklerdi.
Onlarca cansız beden...ölümün adını anmadan, bir
katliama, patlatılan EYP’ye şahit olunmadan, top, silah, uçak seslerini
duymadan tek bir günün yaşanamadığı Ortadoğuda, Türkiye’de acıların,
gözyaşlarının kışkırttığı ölümcül nefrete yenilmiş hayatlar...yüzlere tek gerçeği haykırıyor; insanın kaderini, yaşam tarzını, ömrünün süresini belirleyen
doğduğu, yaşadığı ülkenin konumu, dini,
insan hakları, demokrasi, ekonomideki gelişmişlik düzeyidir.
Türkiyeliler
içinse her alanda gelişmiş, demokratik bir Türkiye’de yaşamak şimdilik hayal
ötesiyken, yine de, 13 yaşında Destina,
11 yaşında Cizreli Salih Edim öldürülmeyecekti, eğer dili, kültürü, varlığı inkar edilmiş
Kürtleri 30 yıl önce dağa çıkartan, savaştıran bugün çoğu geçersiz gerekçelere
hâlâ sırtını dayayanlar; demokratik siyaseti, diyalogu etkin
kılabilselerdi.
Siyaset,
Barış, yeni bir başlangıç yerine devletin, partilerin, örgütlerin, kişilerin
daha daha ölüm getireceğini bile bile
“kısasa kısas“ ilkelliğindeki savaşa meşruiyet kazandırmak için ileri
sürdükleri “onlar başlattı”, “meşru müdafaa”, “savaş bu, her şey mubah”ın
koynundaki vicdansızlık; faşizme bağımlılıklarındandır.
Ortadoğu’da
doğmuşları, doğacakları birbirine kırdıran; düşüncesi, kökeni, dini, yaşam
tarzı kendinden farklıyı bilerek düşmanlaştırma, ötekileştirme böylece
düşmanına her türlü eziyeti, pogromu hak gösteren faşizm; Türkiye’de misak-ı
milli sınırlarını çizmekle kalmamış, hayatın kıvrımlarına da yerleşerek âdeta
sıradanlaşmıştır.
Öyle
ki kendi gibi düşünmeyeni, davranmayanı, ibadet etmeyeni, giyinmeyeni,
yaşamayanı aşağılayan; yobaz, kafir, terörist, kes sesini, sapık,
şerefsiz, cahil, diktatör, geri
zekalı, geber hakaretlerini kullanmadan günü tamamlayan Türk, Kürt, Ermeni,
Sünni, Alevi, Hristiyanı; devrimciyi, sağcıyı solcuyu, mütedeyyini bulmak
neredeyse imkânsızdır.
Her
gün “Ermeni piçi”, “pis Arap”, “ hırsız Suriyeli”, “ adi Rus, Yunan”, ”şeytan
Yahudiler”, “Kuran’da Cem diye bir ibadet yok”,
“ne geliyorsa başımıza Müslümanlıktan geliyor”, “kaşını, bıyığını, tüylerini aldırmak
günahtır”, “Kürt dönerciden.... ayyy o
dinci marketten alışveriş etmeyin” vari
ötekileştiren, ırkçı onlarca cümle, mutlaka; havada uçuşur.
Bu
her yanı sarmış “öyle yapma, öyle davranma, öyle düşünme”, “böyle yap, böyle
davran, böyle düşün” emirli onlarca hoyrat, yaftalayan cümlede gizli önyargılı,
tehditkâr faşist dil, tavır yüzündendir işte; onlarca katliam. Akranları
Fineas and Förb izler, tablette sünger Bob, Mario oynar, NASA’nın uzay
görüntülerini izlerken, Nusaybin’de bir çocuğun günlüğüne “YDG-H bizim evin önünde hendek yaptı biz de
onlara yardım ettik sonra bitince eve geldik, uyuduk” yazmasının...ölü
bedenlerin....yürek burkmadığı savaşın
hep kazan olması da.
German
Marshall Fund’un araştırmasında katılımcıların %83’ünün kendisini uzak
hissettiği partili biriyle kızının evlenmesini, %76’sının da görüşü ayrı
biriyle komşuluğu istemediği kutuplaşmanın sebebi bu faşist tavrı özümsemiş;
her partinin, örgütün her cemaatin, takımın, her gazetenin özlemi de karşıtı diğerinin olmadığı bir Türkiye’dir.
Sevmediği
karşıtından
arındırılmış steril bölgede; kendi gibi olanlarla, düşünenlerle
yaşamanın hasretiyle yanıp
tutuşan herkesi, her kesimi avucuna almış genetik miras “tek
tipleştirme” çabasıdır işte
her ortamda; evde, okulda, kışlada, işyerinde, mecliste, sokakta,
...,..., kavganın, şiddettin, tacizin, baskının, seviyesizliğin zirveyi
görmesi.
İşin garibi tek tipçi dayatmasının nasıl
faşizm, nasıl nefret, nasıl biatçılık barındırdığını göremeyen; kendini
elit, aydın, medeni, demokrat
sınıflayanların; hazır kılıçları “faşist”, “faşizm” etiketiyle herkesi
karalayacak kadar gerçekten kopukluklarıdır.
Her kesim Gerçeği
değil kendi doğrusunu, düşüncesini allayıp pulladığından; Umberto Eco’nun
“günümüzde ‘Auschwitz’i yeniden açmak, kara gömleklileri yeniden yürütmek
istiyorum diyecek kadar açık bir işleyişi yoktur” dediği faşizmin “bana
benzesin“ daraltmasının yıllarca onlarca
insanı öldürerek, darağaçlarında astırarak hayatından ettiği de sanki
unutulmuştur.
Aynı
frekansta, duyguda bir ulus yaratma uğruna ötekileştirdiğine yapmadık gaddarlık
bırakmayan; “ben, biz öyle miyiz ” övgülü
“sen, ayyy onlar” hakaretli narsist,
faşist ideoloji üzerinde yükselen Türk müesses nizamı değil miydi Türk,
Kürt, sağcı, solcu gençleri birbirine
katlettiren.
Herkese
sinmiş farklıya tahammül, evrensel ilkeler; eşit yurttaşlık, demokrasi, adalet, özgürlük, hesap
verebilirliği dışlayan karşıtını hizalamaya, terbiyeye odaklı otoriter, faşist
yaklaşımlar terk edilmedikçe dün ..., ..., Dersim, 6/7 Eylül, Maraş’ta, Madımak, Roboski, Gezi’de;
bugün Kızılay’da, Dürümlü’de
yaşanan; yarın belki İzmir’de, Varto’da yaşanacak; hep ölüm, hep savaş, hep katliam,
hep adaletsizlik, hep yoksulluk olacaktır.
Öldürülen
her sivil, her asker, her polis, her gerillayla Cibranlı Halit’in
deyimiyle “kendi boğazımızı kesecek
kılıcı” bilediğimizin farkındasızlığında; tekrar tekrar hançerlenen sol
yanım Ankara’m, Amedim; canınız yanar
diye sakın korkmayın! Canınızı daha fazla nasıl yakacaklar ki...
Hem
birayê min; son kullanma tarihi bittiği
halde elden çıkarılmayan savaşta kimin kirlenmemiş temiz bir sayfası kaldı ki...
21.05.2016
Gülsen
FEROĞLU