13 Ocak 2012 Cuma

Boynuma sarılma hevalım, benden sana geçer ölüm

Dışarıda  tam da  olması gereken biçimde, tane tane, usul usul yağarken kar, senin gibi duymasam beti benzi sararmış bir annenin; Felek Encü’nün  “Biricik oğlumu nasıllll benden aldın, hakkınız var mıydı Tayyip bey…..“  sesini, her şey  nasıl da olması gereken gibiydi.

Savaştan, yoksulluktan arınmış hiç olmadığı kadar taze bir hayattın hayalini kurmanın bile çok görüldüğü, egemenler / onların yakınları hariç, insan hayatının beş para etmediğinin her gün,  illaki de bir olayla kanıtlandığı  Welat’ın  Roboski köyünde; 19’u çocuk 34 köylünün toplu  gömüldüğü mezarlıktaki o ses, o seslerdeki yakıcılık her şeyi ama her şeyi nasıl da  bir ânda dağıttırır, üşütür kalbi  de attırtır te dağlara.

Hangi insana, kime, ayaklardaki botların dışına taştığı battaniyelere sarılı, traktörle, katırlarla taşınan  34 cesedin görüntüsü; insanlığa, geleceğe, kendi hayatına dair umutlar besletir ki.

Kapat televizyonu, bilgisayarı, telefonu. Açma kapıyı, pencereyi. Kıvrıl bir koltuğa.Var say ki Paris’te, Berlin’de, Londra, Newyork’dasın. Devletinin “operasyon kazasına”  kurban esilmeyeceğinden emin ışıl, ışıl caddelerde dolaşırken; derdinde; sosyal yardımlardaki kısıntıyla, dışkısı heykellere zarar verdiğinden güvercin  besleyip, beslememeyi tartışmak  olsun.

Oysa sanal bir medeniyetin yaşandığı Türkiye’de öyle yalanlara, öyle görmemeye, öyle duymamaya  gark edilmiştir ki her şey; geçmişteki diğer katliamlar gibi “Uludere katliamını” da görmek istemeseniz görmez, üstüne öldürülenleri suçlu bile çıkarabilirsiniz.

He gülüm, he babam, orta yerdeki  34 ceset, toplu insan öldürmek demek olan katliam değil de ne demekse, bu defa; vatanında; kaç yaşındaysa o kadar yıldır onlarca   insanın öldürüldüğünü görmüş, bombayla parçalanmış ciğerleri dağa, taşa yapışmış / savrulmuş  çocukların ; Salih (12), Erkan (13), Şıvan (14), Mehmet (15), …, …,  Encü’nün kar üzerine  sıra sıra dizilmiş cansız bedenlerinin varlığında nasıl da yuvarlanıyor bayır aşağı yalanlarınız,  “Katliam değil bu”lu mırın kırınlarınız.

Bir de 90’lardan bir kareyle yine cehennemi yaşayan Kürtler  “Türkiye’yi sevmiyor” denmiyor mu;  haber alınan katliama sabıka dosyası kabarık devletin  kılıf ayarlamasını beklerken “asgari ücreti” ilk haber yapan kanallar; ne vardı olaydı bizim de (1709-1784) “Milliyetçilik alçakların son sığınağıdır” diyen linç de edilmeyen Samuel Johnson’larımız, “Tanrı yoktur” yazan (1844-1900) Nietzsche’lerimiz dedirten suskunluk; gönderilmeyen ambulanslar;  BDP’den başka  bir partinin,  bir  Allahın kulunun “orada” olmaması bile aslında yeter de artar bile  sevmemeye, Türkiye’yi.

Geçmişte “ama onlar eşkıyaydı”; “isyancıydılar”;  “cami yakacaklardı”; “arkadan vurdular”la,   Ermeni tehcirine, Dersim, Malatya,  Maraş,  Çorum,  Sivas katliamlarına icazet veren; bugünde; TSK sivilleri bombaladığını kabullendiği halde “terörist olabilirlerdi“, “ne köylüsü, köylünün ne işi var o saate sınırda”yla 34 insanın  öldürülmesini  kutsayan  aynı zihniyet; tarihinin büyük kısmı  katliamlar, yargısız infazlar, darbelerle dolu Türkiye Cumhuriyeti  devletinin, niye bu kadar kolay katliama giriştiğinin nedenidir.Ki o aynı zihniyeti yaratan da bu devletin  ta kendisidir de.

Geçtim köyünü, ilini bile haritada zor buldukları coğrafyada var olan ”Yıllardır burada kaçakçılık yapılıyor. Asker, polis, herkes biliyor. …..Tek geçim kaynağı bu. ……. Zaten askerler rüşvetini de alır”lı  hayat şartları için ahkam kesip, iğne ucu kadar muhakeme etme gereği duymayanların sevmek için minnacık bir neden dâhi bırakmadığı  şu halde, şu ânda  bile Kürtler Türkiye’ye, Türkiye’nin hak ettiğinden  daha fazla bağlı değilse ne olayım.

Hele de katliamı “kaçakçılardı”yla savunanlar yok mu? Hani bankalardan 100 milyar doları hortumlayanların ortalarda fink attığını,  doktor,  avukat, kuyumcunun istemesen fatura kesmediğini, vergi, uyuşturucu, insan kaçırmada da dünyada ilk onda yer alındığı bilinmese paçalardan dürüstlük akıyor sanılacak anam, bacım. Zaten devlet de  kaçakçılıkla mücadelede çığır açıp  F-16’ ları kullandığından,  kaçakçıların bombayla parçalanması gayette doğal değil mi ? 

Gelelim katliamı meşrulaştırırken içinde gizlediğin Polat Alemdarı, Ogün Samastı açığa çıkmış; üniversite mezunu belki  master  da yapmış en üst düzey asker, sivil yöneticilerden oluşmuş  MGK’sı 167 Kürt işadamının ölüm listesini onaylayan,  bazılarını da infaz eden devletinin; 88 yıldır etnik kökeni, mezhebi  farklı halkına  reva gördüğü gaddarlığa, hoyratlığa ses çıkarmayan sana;

Sen; devletinin Kürtlere bakışını “Kültürel hareketleri bile ayaklanma olarak algılıyorduk ! Çünkü yetişme tarzımız böyleydi”yle afişe eden General Yalman’nın sözlerini unutup katliamı protesto edeni;  Van’da  “Çadır, çadır istiyoruz ” protestosuna katılanlar  gibi  utanmadan provokatörlük, terör örgütü yandaşlığıyla karaladığın Towers’ından, Plaza’ndan, dairenden, ofisinden ayrılıp Beyrouth Cafe’nin, Nusret’in, AVM’lerin, sıcacık evinin  yolunu tuttuğunda;

Tanrının bile unuttuğunu gösterdiği  bomba, havan, kurşunla öldürülen  12 yaşındaki Uğurların, Ceylanların, …., toprağında, iş olmadığından yapmak zorunda kaldıkları tek işi;  burada  sattıklarının beşte biri fiyatına bir bidon benzini, bir paket sigarayı, şekeri, çayı  almak için gecenin ayazında, sarp kayalar arasında kilometrelerce yolu  yürüyerek gidip gelen ve karşılığında da 30, 50 TL alan ve  Uludere de katledilenlerin 19’u  çocuktu.

Tarihindeki  katliamların hep kimlere yapıldığına, Nazım’ın “Boynuma sarılma gülüm/ benden sana geçer ölüm”ünün kimlere yazıldığına bakmayan sen; belki  farkında değilsin  diye tekrar yazsam da çocuktu onlar, çocuktu, çocuk …. mümkünâtı yok yine de  iknâ olmayacaksındır suçsuzluklarına. Sen   buyken, dedelerinin yüz sen önce neler yaptığını tahmin etmek artık o kadar  da  zor  değilken,  bu ülkede sorunlar çözülür,  işler de yoluna girer mi hiç?

He yavrum,  he kaçakçı, he PKK’lıydı hepsi. Onun içinde refah içindeyken  vatan haini genleri  “Fehman Hüseyin”i getirmek için zıpladığından geçtikleri sınırda havadan  bombalanarak öldürülmeleri de doğrudur. İstersen ulus devletlerin biricik işlerinden olan katliamlara  yeni eklenen  çiçeği burnunda  bu katliamı da  tarihçilere bırakalım !!!!!!!! olsun bitsin.

Tamam, tamam  da  demek ki  devlet  yıllardır hep böyle yapıyormuş; sürdürdüğü imha, inkar politikaları, işkencesi, adaletsizliğiyle dağa çıkarttığı,  termal kameralar, Heronlar, İHA’larla tespit ettiği gerillaları canlı ele geçirmektense, öldürmek kastıyla bombaladığı 34 köylü gibi bombalayarak  öldürmüş. Ne kahramanlık ama..

Ölüm çocukluğunun, gençliğinin  yanında öyle  uzak, öyle  uzak,  öyle uzakkkkk,  oğlu da dağda, oğlu da askerde, oğlu da kaçaktayken  “öldürüldü” haberini alan her anne gibi Roboski’de de annelerin;

 “Ne lao, laooooo,  lacê mıno delalo – be oğul, benim güzel oğlum” arkadaşlarınla  “Harçlığım olur”la hep yaptığınız işe giderken, bir garip oldum da ben  bilemedim oğul. Seni bir daha göremeyeceğimi, sarılmaya hasret kalacağımı bilseydim bavemin, bilseydim.Sarı saçlı oğlum benim bilseydim, bilseydim…. Nerden bilirdim Diyarbakır’dan havalanan F-16’daki bombaların Azrailin olacağını nereden ; haykırışları deler dağları, ovaları.

Oğlunun bebek yüzüne, kefenini açtırtıp son kez baktığında; yaptığı son konuşmayı, yediği son yemeği, giyindiği  giysileri, ellerinin kokusunu beynine tekrar tekrar kazıyan her anne, her baba, her kardeş  gibi artık Roboski’dekilerin gözlerine de yerleşecektir; kimselerin bakışına benzemeyecek sonsuz kırık, soluk o bakış.

Mevsim değişir, ay değişir, zaman da “öldürülmeseydi….”,  “ … sınıfta olacaktı”,  “…. gidecekti”, “evlenecekti”, “…”, “…” lerle,  “keşke”lerle geçip; tarih öldürüldüğü güne döndüğünde; belki siyah beyaz, belki renkli bir fotoğraftaki çocuk gülüşü, hep Kürtçe akıtacaktır göz yaşlarını yanaklardan, Türkçe’yle  susulurken.

Bir o anne  bilecektir artık yaşamadığını  bir o dağ, o tepe, bir de ölü 50 bin ev. Peki ne oldu da  o 34, o  50 bin  evin ölümü karşısında bedeni parçalanmış, kolu, başı kopmuş evladının başında ağlayan adı Mecran, adı Felek, adı Naime, adı…, adı …, olan,  hayatı  da  evladının öldürüldüğü yerde  donmuş  bir anneye köreldi yürekler de bayram yapacak hâle geldi bunca insan ?

Ne oldu da 34 insanın bombalanarak öldürülmesine kayıtsızlığın, bahaneler bulunmasının, hesap sorulmamasının  başka bir zaman diliminde de yine insanların bombalanarak öldürülmesine izin vermek olduğunu bilen bunca insanda sıfırlandı insanlık ?

Bunca insan nasıl bu kadar askerleşti de tek kelimeyle faşist  “……bir tek vatandaşımıza zarar vereceği hesap ediliyorsa, devlet gereğini yapmalıdır ve bu son olayda da yapmıştır” sözlerini  alkışlayabildi diyoruz ya tüm bu çürümüşlüklerin müsebbibi; devletin yıllara devrettiği o aynı zihniyetinin 30 yıldır sürdürdüğü; bomba, silah,  helikopter, İHA, Heron üreticilerine milyar dolarlar kazandıran savaştır.

Ölen kişinin ırkının, görüşünün, işinin onun ölümü hak edip etmediğini belirlediği Türkiye’de, insanları;Türk askeri, PKK’lı, Kürt öldü diye sevinecek, intikam için karşı gördüklerinin ölmesini istetecek kadar insanlığından çıkarmış bu savaş da; ölümcül günahlar üzerinde kurulu bu devlet medenileşmediği sürece bitmeyecek / bitirilmeyecektir.

Anlaşılan bombaladığı yerde muteberlik bekleyen devlet de dâhil hep birlikte,  hiçbir şeyin insan hayatından daha değerli olmadığını  öğreninceye kadar sürecek bu savaş,  öyle de bir döngüdür ki her ân, herkes de  bundan nasibini alacağından, bir susuşun ardına  sığınmaktan başkaca bir şeyde gelmez elinizden.

Her şeyin altında kalan barışla yeni siyahlara bürünmenin arifesinde; Türk, Kürt beraberce paçavraya çevirdiğimiz hayat da arkasında tek bir damla göz yaşını  bıraktı işte. Nokta gibi.....son ve bitti. Oysa  SON / BİTTİ  demek için ne kadar da erkendi.