Bir
gün… bir gün bir şey… bir gün bir hayat kaybedersin; bir nefes, bir bakış, bir anı, bir fotoğraf. Senden o gün bir şey
gider, sonra çok şey; Ve o kadar çok ki
ölümüz. Endişelenme! duydum seni de. Hayır, öyle sandın. Peki, sandımsa, gerçek
neydi? Gerçek, seni duyduğum kadar, senin beni duymadığındır.
Sen;
“Mustafa Kemalin askeri”,
liberalim, cemaatçim, beyaz
Türküm; şöyle dürüstsün, böyle şahanesin,
sadece gerçeğin peşindesin diye diye dolandın…durdun da...bir kerecik
olsun baktın mı yere göğe sığdıramadığın gerçeğe, ne olduğuna.
Gerçek,
bizi birbirimizden ayıran; darbelerin, katliamların, Soma’ların, fukaralığın
getirdiği acıların aramıza girdiği “eskiden yoktu Kürt, Türk, Alevi güzel,
güzel yaşıyorduk” dediğin, koca bir hayatın varlığıdır. Daha
ne olsun!
Satre’nın
yazdığı “Başkaları,
cehennemdir”i yaratmış ulus devlet yönetenlerinin doğuştan fişleyerek
ötekileştirdiği o hayatta; çocukluk; Maraş katliamı ertesi evin duvarlarında
kırmızı (x) işareti arayan babalı,
Ramazanda kapalı perdeler ardındaki sofrada annenin “çabuk yiyin” korku komutlu, şivenizle alay edildiğinden
teneffüslerde bir başına oturulan tahta sıralıdır.
Makbulün Türk, Sünni, seküler
olduğunu bilmediğinizden “neden, niye”li çocukluğu izleyen; “sakın! Aleviyim
deme, hele Kürdüm hiç “ tembihli gençlik; kampüse toplu çıkışlar, Auschwitz’e çevrilmiş
Diyarbakır, Mamak cezaevleri. İşkence gören, öldürülen, asılan o güzel, o
parlak gözlü yoldaşlar. Çokça da çaresizliğiniz, tek başınalığınızdır.
Dahası
devrimcileri, mütedeyyinleri, gayri Müslimleri, …, …, emekçileri de
kavurdukları cehennemi daimi yapmaya yeminlilerin; köy meydanında, hapiste
“Türksün”, “Türkçe konuş”la döven,
“teröristsin“le öldüren tekçiliğine,
linçine dayanamayan, dağa vuran Kürtler.
Yıllar önce Yeşilyurt’ta
Yüzbaşı köylülere insan dışkısı yedirdiğinde bitmiş insanlığı, “bölücü, hain”
Kürtlere hak gördüğünden sana göre elbette; yoktu devlet terörü, yoktu adaletsizlik. Ülkenin
gerçek sahibi yapıldığından baskı, zulümle karşılaşmayan bir ırkın mensubu sen;
özgür dünyana 500, 1000 km uzaktaki Kürtlere yapılanları önemsiz
bulduğundan elbette “güzel, güzel”
de yaşıyordun.
Oysa
öyle Radikal okuyup, CNBC-E izleyince,
Nispet’te “Yine mi güzeliz, yine mi çiçek”i söyleyince, Immanuel Wallerstein
okuyunca elit olunsa da; medeni,
adaletli, eşitlikçi olunmuyordu be güzelim, yakışıklım; onlarca Guernica
çizilir, insan onuru postallarla,
TOMA’larla, panzerlerle
ezim, ezim ezilirken vatanının
Doğusunda, Güney Doğusunda; Kürdistanda.
İşte
devletin orman, köy yakıp, tonlarca bombayla dağları devirdiği, bir hiç’i feth
etmek üzere savaştırdığı Mehmetçikle, Kürt gençlerinin birbirini öldürdüğü bu
minval üzerinde geçen yıllar, sonunda “çözüm” sürecini dayatıvermişti. Süreç dura,
kalka ilerlerken 30 Mart 2014’te buyurganlığın en baba sloganı “tatava yapma”nın peşine takılan ama nasılsa
biatçı olmayan en aydın, en abi
gazeteciler de CHP’ye oy vereceklerini açıklamışlardı.
Kendilerini
CHP’yle bağlayınca, otomatikman CHP’yle
seçim hezimeti yaşayan Hasan Cemaller, Koray Çalışkanların , …, …,
…, Kürtlere negatif hizmet hareketinin, Mart 2014 Fethiye’de, Samsun‘da Kürtleri linçe
kalkışmış ırkçıların; görünen tek hedef
“Erdoğan karşıtlığı ”üzerindeki
ittifakına katılmayan Kürtler,
bir anda hezimetin sorumlusu zanıyla kara listeye alınıvermişlerdi.
Hal
böyle olunca; çocukça, acınacak “kurudu, kaldı ”lı laf sokuşturmayı, mesnetsiz
iddiaları gazetecilik algılayan medyanın yeni sürümü “aman geç kalma, bir
ayarda sen ver Kürtlere” piyasayı ele geçirmesin mi. Bolu beylerinden; nefret suçunu bildiğinden düşüncesini direkt yazmayıp bir taksicinin
ağzından “ Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürtler oylarını Erdoğan’a mı verecek?”
diye sordum. “Kürtler çok aptal ….”
yazan Şahin Alpay, “Batı’da
faşizm, doğuda özerklik mi?” yazan
Mehmet Altan, “…Dersim, Cizre’deki Soma protestolarına
müdahale edilmiyor” tweetli Kadri Gürsel
de şahlanmasın mı.
Bu,
AKP’nin seçim kazandığı 2002 yılına kadar;
dört darbe, birkaç darbe teşebbüsü geçirmiş, Türkiye’de; her şey güllük gülistanlık, faşist
diktatörlük hiç yaşanmamış yazılarını
okuyan, konuşmalarını duyan insanların da haklı olarak nutku şaşıvermesin mi.
İşin
kötüsü, her aklına esenin hoşlanmadığını diktatör ilanı karşısında, ülkede diktatörlük “var mıdır, yok mudur”u
tayin etsin diye başvurulacak Standard & Poor’s vari uluslararası bir
adreste yoktur.
Acaba,
hep örtülü, örtüsüz faşizme maruz kalmış ötekilere, Kürtlere yaptıklarına bakıp;
hafif, orta, yüksek, ultra diktatör ayrımına, biz mi tabii
tutsak başbakanları. Buna göre iktidarlarında İstiklal, Sıkıyönetim, Devlet
Güvenlik, Özel Yetkili mahkemelerle, Takriri Sükûn, 141-142, 163 maddeli TCK, TM kanunlarının yasalaştığı
Mustafa Kemal, Okyar, İnönü, Menderes, Demirel, Ecevit, Ulusu, Özal,
Yılmaz, Çiller, Erbakan, Erdoğan, hepsi de
diktatör müdür?
Ya
Faşizm; misal, 650 bin kişinin tutuklandığı, 50 kişinin idam edildiği Evren’li
yıllarda mı, Özgür Gündem’in 76 çalışanı dahil 20 bine yakın faili meçhul
cinayetin işlendiği, JİTEM’in tavan
yaptığı, merkez medyanınsa “sarışın güzel kadınlığına” vurulduğu Tansu Çiller’li
yıllarda mı yaşanmıştı.
Yoksa
bugünü; darbeden ilk “Hatırla Sevgili” dizisiyle haberdar olmuş, devlet
terörüyle “Gezide” karşılaşmış biri
diktatörlüğün, ”Asılacak adamsın ulan” kapaklı Türk Solu dergisini gösteren bir
diğeri demokrasinin; yasaklı Sason,
Xîyan dağlarına, yaylalara çıkma özgürlüğünü tadan 1984 doğumlu bir Kürt de
azıcık demokrasinin göstergesi sayabileceğinden. Ortada her kesimin, her
insanın karşılaştığı yaptırımlara, baskıya göre bir diktatörlük, faşizm,
demokrasi tanımı, algısı ya da algı
yönetimi mi vardır.
İyi
de insanın algıladığı, sandığı,
medyanın, liderin, partinin, örgütün, sendikanın algılattığı, sandırdığı
mıdır, gerçek? İnsanların bir gün o yalana inanmalarını umarak; Kürtlerin
“batıda faşizme” geçit verdikleri yalanını algılatma projesi gerçeği yansıtır
mı?
Bedeli
iç savaşta 50 bin kürdün hayatı olan;
demokrasi, özgürlük mücadelesinde; zorun savaş değil barış olduğunu
günahıyla, sevabıyla kavramış Kürtlerin, herhangi bir yerde faşizmden
yanalığını geç yazmayı, akıldan bile geçirmek Vicdansızlığın ta kendisidir. Bu
vicdansızlığa cevabı da bırakalım Sabahattin Ali versin; yüzde yüz haklı “ Namuslu olmak ne zor şeymiş
meğer.” sözüyle.
Ayrıca
sırf beyaz Türklerin, cemaatin; devletin olanaklarını, kent rantını kırpışmada
AKP hükümetince dışlanma kızgınlığını, histerikli nefretlerini “demokrasi, özgürlük”le makyajlama tuzağına
düşmediklerinden hedefe koyulan Kürtler, kendilerini kimseye ispatlamak,
beğendirmek zorunda da değillerdir.
Yıllarca
her yenilgiye, yalana mazeret üretip,
suçu hep başkasında arayan, bulan müesses nizamının tekçi Kemalist ideolojisi
dimağlara öyle bir zerk edilmiştir ki. Ne kadar özgürlükçü, ne kadar demokrat
geçinilirse geçinilsin, her an, herkesin
içinden inceltilmiş bir RTE, bir Yusuf Yerkel’in fırlayacağı Türkiye’de; zaten Kürtler
de idama giderken incinmesin diye Pir
Sultana taş yerine gül atarak daha çok yaralayan yarenliklere alışkındırlar.
İlk taşın hep
beklemediğin insandan geldiği bu dünyada; yollarımıza leylaklar dökün de
demiyoruz ama eğer bugün eşit yurttaşlık, diktatörlük,…,…, tartışılıyor, W, Q kullanılıyor, Newroz, 1
Mayıs yasağı, andımız kalkmışsa,…, …,
bunlarda Kürtlerin asırlık
mücadelesinin etkisi, gücü niye yadsınsın.
Şimdi,
hazır CNBC-E’deki Game of Thornes bir
dakika reklama girmişken nasıl; konuştuğun, sandığın gibi miymiş gerçek. Kavranamamış
tek gerçek de, kapanmamış hesaplarla dolu geçmişle, dünle ödeşilemediğinden,
bugün özgür, barışçıl bir geleceği, hayatı kuramadığımız olmasın.
Hayat da, entelektüel süslemeli büyük laflara gerek bırakmayacak sadelikte,
sadece başımıza gelenlerdir. Her
gün, her gece o kadar da çoktur ki ölümüz; değil mi Soma, Ali İsmail Korkmaz, değil mi Uğur Kurt, Ayhan
Yılmaz, Hakan Tek,,,,,,
Evet,
evet hayat, sadece başımıza gelenlerde değil, başımıza
getirilenlerdir. Ve “çocuğum bol bol masal dinle/ henüz inanırken…”
Gülsen FEROĞLU
29.05.2014