Söğüt ağaçları arasında zar zor seçilen köye uzak bir tepedeki
mezarlıkta, fırtına ince toz halinde savuruyor karı. Kışın “Ve Durgun Akardı Don”u anımsatan
bu manzaraya dalar “Dünya, şu güzellikte
takılı kalsaydı “ derdin ya yine böyle deli deli yağmıştı kar, öldüğün günde
de, gittiğinde de.
“ İşte yine burada, evindesin hevalım”, gittiğin günü hatırlıyorum da; ne kadar gençtin. Ne kadar gençtik. Sabah
kadar gençtik. Akşam kadar da dert yüklü. Çocukça sormuştum “Döneceksin değil mi? Yani bir dönüşün olması
lazımdır değil?”, ”Bilinmez” demiştin sende ” bilinmez.”
Gittiğinde
farkına varmadığım, Sara’yı saçlarından sürükleyen “Türksünüz, Türkçe
konuşun“ dipçikliler evimizi, tarlamızı
yaktığında farkına vardığım gitmek için çok fazla nedeninin, nedenimizin
olduğuydu.
Hani
Muhteşem Yüzyıl’da Pargalıyı boğdurtan hünkârına “İnsan kendine yapılan
hakareti, zulmü nasıl unutur” diyor ya Hatice Sultan, Türk müesses nizamının
gözyaşlarının biriktirildiği bir yere dönüştürdüğü diyarımızda, bizler de unutamayacağımız
insanlık dışı muameleler karşısında isyanımızı dağa vurmayacaktık ta nereye
vuracaktık be hevalım, nereye? Uğruna ölünen,
öldürülen Türk devletinin Anayasasında, yaslarında yok sayılan biz
Kürtler, dağa
çıkmamızdan da devleti değilde kimi sorumlu
tutacaktık?
Dağda;
bir kurşunla, bombayla, pusuyla sonlanabilecek
hayatımızda “suda balık” gibiydik. Artık sen, ben bir can, bir insan
değildik; ölüme atlamamızın bir nedeni yokmuşçasına “neye kızıp ta dağa çıktı bunlar” sorusunu
yıllarca hiç kimsenin sormayacağı, sordurtmayacağı haberlerin, gazetelerin,
sosyal medyanın eli kanlı teröristleriydik.
Belki bir çatışmada ölmüşündür diye düşünürken
karşılaşmıştık seninle. Geceydi. Sen …. eyaletinin komutanı Viyan’dın. Adın bile yabancılaşmışken bana, yüzü sivilceli
tanıdık ergeni boşuna aramıştı gözlerim.
“Serkeftin
”le giriyoruz mevzilere. Sonra taşları döven nehrin sesine karışan BKC, keleş,
bomba sesleri. Barut kokusunu yutan kan kokusu. İniltiler, bağrışmalar; “çabuk çabuk”, “heval”, komutanım”….
Düşmanın eline geçme kaygımı yeniyor uyku. Aaa evimdeyim ya ben. Boyum kadar karın kapattığı yolu açan greyderin peşindeyiz Viyan’la. Arkamızda kefiyesini sallayan Ruken ”Ölüsünüz” diyor. Üşüyorum. “Gel şöyle sobanın yanına, uzan mindere.” “Daye ben..” “Geçecek” diyor üstüme yorgan örterken” geçecek”. Biri “Viyan öldü” diyor, duyuyorum “Viyan öldü.”
Aylardır yapmak istediğimi yapıp nihayet geldim yanına, mezarına. Aslında
hepimizin, senin de doğduğun gün elinden
alınmıştı hayatın. Doğduğun günü, ışığının soldurulacağı güne çeviren; eşit
yurttaşlık yerine “hepimiz Türküz, Sünniyiz”i devletin temeli yapan erkteki
beyaz Türklerin, Kürtlere musallat ettiği kaderden başka bir şey değildi,
Viyan.
Her şeyi çığırından çıkaran, bütün katliamların nedeni de olacak Türk,
Sünni olma durumuna üstünlük atfeden “Türküz” temelinin getirisi imtiyazları
koruma uğruna, yaratıkları ırkçılığı vatanseverlik, müminlikle perdeleyen o
Türkler için insanları katil eden linçleri tezgâhlamakta çocuk oyuncağı bir
işti.
Zira neredeyse asırdır öğrettikleri, dayattıkları düpedüz faşist, düpedüz
insanlıktan çıkaran öğretilerle evlat yitirmenin acısının ırka, dine göre
değişemeyeceğini dahi idrak edemeyecek hale getirilmişler; farklı partileri
tutsalar da istedikleri anda o Türklerin emirlerine amade olacaklardı.
H ele de tüm imtiyazlarını bitirecek madde in beyaz Turkey; Kürt sorununun
çözülme ihtimali uç verdiğinde, yine kendi imalatları hassasiyetleri,
histerileri kullanıp Altınova’da, Emet’te,
Bursa’da saldırttıkları gibi Sinop’ta, Samsun’da da, hem de gençleri; savaşalım, canlara kıyalım / kıyılsın diye
Kürtlere, BDP’li vekillere saldırtmaktan
çekinmeyeceklerdi.
Öldürülen gerillaların
kulaklarından yaptıkları anahtarlıkları etrafındakilere gururla
gösterenleri, onlarca özel harpçiyi,
işkenceciyi, hırsızı, Madımak otelindeki insanları yakmak için toplanan
binlerce Sivas’lıyı haklı bulduran, içe sindirten de o Türklerin ölümcül zihniyetiydi.
Onun içinde umurunda değildi Sinop’ta
BDP’lilere saldırırken tek mağdur kendisiymiş
gibi “Şehit kardeşimin sırtında 7
kurşun vardı nasıl unuturum”
diyenin, gözleri oyulmuş,
boynundan karnına kadar makineliyle taranmış Viyan’nı, annesinin nasıl unutacağı.
Hâlbuki sen şehit yakını
unutmamış olsaydın acını, başkalarının
da aynı acıyı çekmesini istemez, barış tam da budur diyerek feda ederdin acını;
sarp tepeyi gözetleyen Amed’e, karakolda nöbet tutan er Rıza’ya; hasrete; geleceğe.
Ah Viyan’ım ahhhhh, biliyorum bir peri masalında kaybolmadan önce sen de hepimiz gibi;
Fransa’da, Katar’da doğsaydılar kendilerini “gene Türk mü sayacaklardı”yı merak
ettiğin “Türk ulusunu Kürt ulusuna eşit görmeyen“ o Türklere; sizin
doğrularınızla yaşamamızı istediğiniz benim, bizim hayatımızdı oysa
demek isterdin.
Şimdi yanı başında, mezar taşına yazılı ”Bir uzun yürüyüşe
başladık. Kim bilir kaç uzun yürüyüş daha yaşayacağız. Kaç kardelen boy verecek
ülkemizin topraklarında. Ve kaç kardelen salına salına yıldızlara yükselecek;
dimdik ve sevdalı. İ.A” okudukça içime içime yağıyor kar.
Öldürmekle bitseydi bu savaşın çoktan bitmesi gerekirdi
değil mi hevalım? Bunu anlamak içinse 30 yıldır
binlerce gencin, insanın ölmesi yetmiş olmalıydı herkese. Karşımızdakileri
ölümle, öldürmeyle hizaya getirelim derken “keşke”lerle, “bilseydim ”lerin barınağına çevrilen o 30
yıl da; nefes almanın dışında geri kalan her şeyin teferruatlığını gösteren
yıllar olmalıydı.
“Bilinmez“ demiştin ya
belki biz, geçmişin alacaklıları dönebileceğiz; bıraktığımız köylere, şehirlere. Dillendirmesem de öyle çok hayal
ettim ki dönüş anını. Tepeden aşağıya köyüme doğru koşmuyor adeta
uçuyorum, leçeğini düşürmüş, saçları,
elbisesi tarumar annem…..
Kurduğu
hayalin bir gün gerçekleşebileceğini anlayınca insanın her yanını bir korku
basıyormuş Viyan. Korkuyorum bende; ardım da bıraktıklarımı yerli yerinde
bulamamaktan. Düşündüklerimi duysan bana “ he gardaş he, hayat, çocukluğunu yanında götürdüğün o
günde asılı mı kalacaktı. Baksana kalır sanacağın tek şey, koca vişne ağacı
bile kurban gitmiş yol yapımına”yla çıkışacak, şaşkınlığıma da basacaktın
kahkahayı.
Sadece konuşulmasının bile bir köye, bir şehre, bir
şarkıya, bir mezara yeteceği barış olsa da Viyan’nım, Türk, Kürt herkes için
her şey öylesine de yarımdır ki
…..olmamış
yaşamlar… sizsiz eksik yarınlar….. dostça omuzuna dokunulduğunda altında yarası
varmış denecek insanlar.
Ve ey okur sen; yazımı okuduğun bu dakikalarda, barışın AKP’ye yarayacağı endişesiyle gençlerin daha daha ölümüne de göz yumduracak öğretilmiş düşmanlıklara karşın, eğer kalbinde ufacıcık bir yer açtıysan barışa sımsıkı koru onu; parçalatma hoyrat ağızlara, ellere..
Hem felaketler, acılar üzerine inşa edilecek barışa
mahkûmlukta, belki kazanan sensindir,
belki yenilende. Belki de yenilen tek benimdir. Yenilmek biraz da kazanmak
mıdır? Kim bilebilir ki….