19 Temmuz 2014 Cumartesi

Sende bilme Lavinya




Hiç dönmeyecek olanlara öyle yandı ki içim, öyle yandı ki; yollarını kaybetti kelimelerim. Öyle işte… o çocuk düşlerimiz yok artık. Ki çerçevesini önce ailenizin, yaşadığınız ortamın çizdiği düşleriniz; bugünün sınavdan sınava koşturulan çocuklarının düşlerinin yanında ne kadar da ulaşılabilirdi; sana yağı, salça sürülü ekmek yerine şokellalı ekmek,  çamur, tahta değil plastikten bir oyuncak, kaloriferli ev.…
 
Düşlerinizin düş kalacağı, bir gün kimselerin bilmediğini de  öğreneceğiniz ‘helvacı güzeli’ masallı dünyanızda; ne vücudunuzun proporsiyonu bozulmasın diye belinize tahta bağlanmış, ne  her dakika ”dik dur”la  uyarılmış, ne de iz bırakmasın diye dikiş attırılmıştır yara, berelerinize.
 
Tatillerde gidilen memlekette ekmeğin nun’a, “adın ne”nin “name to çıko”ya dönmesini kanıksamayan, “alnım yaş, yüzüm yaş bana vuran Kızılbaş” nakaratlı oyunların şaşkını çocukluğunuzu kâbusa çevirecek “çocukları astılar”, “bizimkileri katletmişler”li ölüm haberleri. Savurup parça parça edecek de ” gâvursun,  Müslüman,  Türk değilsin ”  diyecek yaşıtınızdır.
 
Böylece “aslan yavrusu yiğitler, su içemeden öldüler”li türkülere yansımış dertleriyle; hep endişeli, hep üzüntülü, hep tetikte olmalarına alıştığınız, ekmek kavgasındaki ebeveynlerinizin yaşadıklarını yaşatacak farklılığınızı,   ilk haber veren de o yaşıtınız olmuştur.
 
Sonraları, bir gün ve mutlaka; pür-i paklıklarına kanıt diye söyledikleri ama ayrımcılığı katmerlendiğinden daha da acıtan; Güney Afrika’da Apartheid yanlısı gözükmemek için beyaz adamın  türettiği “ı have black friends” kalıbının Türk versiyonu “benim Kürt arkadaşlarım da var”ın bol değişkenli; Alevi, Ermeni, Süryani, başörtülü, komünist; kullanımıyla da karşılaşacaksınızdır. 
 
O kalıbın, asıl, ‘biz’in onları; ötekini yarattığı söylenemeyeninde gizlidir;  doğduğu toprakları değil üzerindeki devleti; farklı köken, mezhep, görüşteki insanları değil tek milleti sevmenizi “tıpış, tıpış” isteyen ulus devletin, beyinlere zerk ettiği ötekileştiren, faşist ideolojisi.
 
Kendinden olmayanı ötelemek yalnızca Türkiye’de değil dünyada da; ülkedeki etnik, dini, siyasi,  inanç grupları arasında üstün tutacağı bir kimliği illa ki bulacak, olmadı yaratacak ulus devletin ihtiyaç duyduğu bir olguydu. Ulus devlet, bu sayede yönetimde egemen kıldığı faşizmle, diktatörlükle kendinin, üstün saydığının tahakkümünü pekiştirmiştir.
 
Ulus devleti ötekileştiren ideolojisinden vaz geçirip; kültürüne, inanışına, diline, töresine saygı temelinde her kesime, her kimliğe eşit mesafedeki modern, rasyonel devlet haline getirense; totaliter yapısına ayaklanan ötekilerin mücadelesi. Ve milyonlarca insanı hayatından eden, yol açacağı savaşların yıkımıdır.  
 
Türkiye’de de ötekileştirme; İttihat Terakkicilerin Ermeni tehciriyle adımını attıkları,  Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığından uygulayamadıkları, Cumhuriyetinse harcına koydukları faşist ideoloji gereği, topluma dayatılan Türk, Sünni, laik kimliğe biat edilmeyince başlatılacaktır.
 
Ulus devlet, yöneteni üstünler; bir tek Anayasal statü vermeyip  asimile ettikleri kimlikleri, mezhepleri değil muhaliflerini de cezalandıracak. Bunun içinde Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren kumpaslar, komplolar kurarak, suç yıkarak düşmanlaştırdıkları ötekileri, İstiklal Mahkemelerinde yargılatıp ibret-i alem için sokak ortası darağaçlarında sallandırmaktan da çekinmeyeceklerdi.
 
İstiklal Mahkemesi savcısı Sürreya Örgeevren’nin anlattığı  “…mahkemeye kara yağız bir Kürt genci getirdiler. …. Türkçe bilmediği anlaşılınca…… 'türkçe bilmeyen bir kimseden bu memlekete hayır gelmeyeceğinden idamına karar verildi.' …o gece çocuğu astılar.”lı onlarca mezalime, katliama, baskıya maruz bırakılan ötekiler,  öz vatanlarının “EL”i edileceklerdi.
 
 
Siyasette, ekonomide ipleri elinde tuttuğundan; yasama, yargı, yürütme ve dahi denetlemeyi kendine toplayan her biri kendi başına bir hükümet tavırlı Türklere, Sünnilere en yüksek makamlar, ihalelerden, arazilerden pay vererek zengin, güzel bir hayata kavuşma imtiyazı tanıyan ulus devlette; ötekinin hayatta kalabilmesi de ancak kimliğini, inancını inkâra, asimilasyona “evet” demesine bağlıydı.
 
Öteki olmaksa kolay değildir; param parçalığınızı toplayamadan, kırıklarınızı onaramadan daha, daha kırılmak, daha da parçalanmak  “Aleviyim”in ardından gelen “sizde mum söndü varmış doğru mu”  karalamasına katlanmak. Kolay değildir “galiba müdür alevi olduğumu öğrendi”, “kimseye söyleme Aleviyim”, “Ermeni’yim”  fısıldaşmaları, Tunceli yerine Erzincanlıyım demeler, “ kapımıza dayanırlar, gidelim ”le yaşanan yerin terki.
 
Onun için asırlar geçse de; tehcirde annesinin “Ermeni olduğunu unutma” sözü aklına kazınan Zabel’in; günlüğünde “hayatımı kaos, acı çekme ve ölüm üzerine kurmam mümkün değil” yazan, 15’inde de Nazi kampı Bergen Besen ölen Yahudi Anna Frank’ın,  beyazlarla aynı otobüse binememiş bir zencinin çaresizliğini en iyi anlayacaklar kuşkusuz ki ötekilerdir.
 
Zira, Bulgaristan’da Belene kampında Türk İbrahim Terselli, Maraş katliamında  “… “başbuğ Türkeş diye bağıran 500-600 kişi tarafından evi” sarılan Seda Bilmez,  Bosna’da evlatlarını Sırpların öldürdüğü Esad Tufekciç,  Madımakta iki evladı yakılan Hüsne Kaya, Kürdistanda sadece 1994 yılında boşaltılan 1500 köyün, mezranın yaşayanları, bombalanan Gazze’nin Filistinlileri; ne çekmiş, ne yaşamışsa biraz fazla, biraz eksik, dünyadaki bütün ötekiler de aynı şeyi yaşamış, aynı şeyi çekmişlerdir. 
 
Bugünde, ulus devletin yoldaşı Türk de, ötekileştirdiği de farkındadır; aralarında çoktan bitmiş bir ilişki vardır. Velakin nokta konulup yeni cümleler, kelimelerle eşit bir ilişkinin temeli atılacağına, yetiştirildikleri ırkçı ideolojinin etkisinde;  nefret, öfke saçan neredeyse herkesin, her kesimin bazen kendi çapında bir faşiste dönüştüğüne tanıklık edilecektir.  Öyle ki kendini ötekileştirenle birlikte bu defa da gücün yettiği; “ pis  Suriyeli’ler”, “bütün İsrailliler yok edilse…” , “ AKP’ ye oy veren teneke”, “Gezi zekâlı”, “ züppe”,  “bizim mahalle”, “onların sokak”la ötekileştirilecektir.
 
Şimdi 301 madenci Soma’da katledildikten sonra 18., 19. yüz yıl  şartlarında çalıştırıldıklarının  anca gün yüzüne çıkabildiği  bu cennet  vatanda;  kazanmak, seçilmek uğruna fikrini, kendini sıfırlayarak  aynı anda; hem ilerici hem muhafazakâr,  hem demokrat hem faşist, hem batılı hem batı düşmanı olabilen Demirel figürlü siyasetçilerin saf dışı bırakılması,  ulus devletin kendini yenilemesinin, demokratlaşmasının da yolunu açacaktır.
 
“Alevi’dir, ‘Kürt’tür ama çok iyi insandır”da bahşedilen iyinin öznesi,  sonuna da  hep  bir ‘ama’nın konduğu  hayatlar  yaşayan. “Hayır ben sizden değilim” diyerek koca bir yalnızlığı da göze almış o yüreği çelikten insanlar… o güzel, naif gülüşlü kadınlar… o güzel bakışlı çocuklar  …var olduğunu sandığım ‘yok’larla harcadığım vakitlerdi, yitip gittiler.  Hani;  Berkin (15), Burak (21), İbrahim Aras (15)  hani,  yaşlanınca ölecekti insanlar. Dünyanın gözü önünde İsrail bombalarıyla can verirken Ahed (10), Zekeriya (10), Ramez (9)  Bakr; hani,  allahın emriydi ölüm.
 
İlk kaybın masumiyet olduğu savaşın gölgesinde insan bazen her şeyi unutup bir rujun rengini seçmeyi hayatın en önemli meselesi haline getirecek kadar aptallaşmak istiyor. Sonra. Sonrası Özdemir Asaf  “Sana gitme demeyeceğim/Ama gitme Lavinya/Adını gizleyeceğim/Sende bilme Lavinya”
 
Gülsen FEROĞLU

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Sana sözler biriktirecektim Hevalım



Mevsim de düne sarınca;  hiç öyle dumanı tüten çayı alıp pencere önünde lapa lapa  yağan karı seyredecek halde değilsinizdir derken dört yaşındaki Can’ın sesi  “anne, bugün yarın mı?” Olamaz mı? Olabilir. Ki olduğundandır; Ortadoğu coğrafyasında hep bugün yarın, yarın bugün; zamanı öldürmeye ya da tapınmaya harcayan şuursuzluğun diz boyluluğu. Kaderlerde Ortadoğu’ya benzesin diyedir;  olduğu her yerde yaptığı zulmün mazlumu da yaratacağı firavunların bolluğu.

 Firavunlar arasında bazen Tanrıdan ölümün bile dilendiği Ortadoğulu hayatlarda, yalnızca  ölümcül bir hastalığın pençesinde değerli tek şeyin yaşamının ta kendisinin olduğu anlaşıldığındaysa ne çok şey için geç kalınmıştır.  O anlarda eşit yurttaşlık,   Anadilde eğitim vari en doğal haklar için mücadele etmek,  konuşulması,  tartışılması 21. yüzyılda absürt yüzlerce olguyla yaşamak zorunda bırakılmak nasıl da komik, nasıl da bayağı gelir insana.  Peşi sıra yahu bırakın artık şu ucuz şeyleri; tek tip and, tek tip millet, tek tip inanç, tek tip kıyafet, kadınsız erkeksiz tek tip yurt, tek tip mekan, tek tip eğitimi, tek, tek, tek diye avaz avaz bağırmak geçse de  içinizden;  haklı olmanın hiçbir yerinde,  hiçbir işe yaramadığı memleket gerçeği fırtına olur, dolu olur çarpar suratınızın ta orta yerine.

Çünkü burası yıl ister 1970,  2013, ister 2014, ister 2015 olsun zamanı üslup, zihniyet olarak 1923’ler, 30’lar, 40’lar Türkiye’sinde dondurup  “Türkiye ismi yokken Kürdistan vardı”nın kanıtları da dahil Osmanlıya, Cumhuriyetin ilk dönemlerine ait evrakları, tapuları  tozlu raflarda gizleyenlerin  memleketidir. Burada; kelimeleri, harfleri, renkleri,  başörtüsünü, cem evini, etnik kimlikleri, mezhepleri, sınırları sorun haline getirmiş Ulus devletin ulusuna, dinine hakim firavun efendiler keyif sürsün diye,  asırdır  “nerden baksan ahmakça”  sorunlarla uğraştırılan Parya statülü halkın rahat yüzü görmesi olanak dışıdır.

İşin acınası yanı da üstenci dilli efendilerince ulus devletin etnik kimliğinde, dininde eşit olduklarına inandırılan Paryalar;  sorun ilan edilerek ötekileştirilenleri yok etmede efendilerinden bin kat daha cevvaldirler. Efendilerce öyle yetiştirilmiş, öyle öyle  yoğurmuşlardır ki katlandıkları şeylerin nedenini, niçinini sormayan Paryaların tek istekleri de budur sanki; acı çekmek, ölmek, öldürmek.

İşte o yüzdendir Paryasını düşman ettikleri ötekileştirilenlerle birlikte milli gelirden alınan payda dahil onlarca olguda saf dışı bırakıp hayatlarını,  mülklerini çalmış hırsız efendilerin Cumhuriyetinde,  yıllarca,  gözler önünde heder edilirken binlerce ötekinin hayatı  herkeslerin susması.

Ancak dünya insan haklarının, demokrasinin, teknolojinin pirim yaptığı yeni bir yola girdiğinde; efendilerin insafsızlıkları, gizledikleri evraklar  ister istemez  ortalığa saçıldıkça bir yolunu bulup  üste çıkan da yine bu  asker, sivil efendilerdir. Farklı gördüğü her unsuru terörist sayarak bir şekilde; kah Roboski’de, kah “ Gezi”de, daha dün  Yüksekova’da Mehmet ve Veysel İşbilir’in; vatandaşlarının canına kıyan,  hep birilerini öldürmeyi vazife bilmiş ulus devletin bu efendilerinin;  her katliamı, devletin her terörünü,  Hrant’ın katlinde görüldüğü üzere  her cinayeti  basitleştirerek, üç beş kişinin üstüne yıkarak kendilerini aklama becerilerineyse diyecek söz yoktur.

Tıpkı bugün  “parayı veren Ahmet’i alır”ı,   8 sütuna “vay şerefsiz”, “ayıp ettin gözüm”lü  yalanlarla,  rüsvayla hayatını çaldıklarından  biri  olan   Ahmet KAYA’ya yaptıkları linçten  “ o günkü konjonktürde Kürt demek….”, “zamanın ruhu  öyleydi ” pespayeliğiyle sıyrılmaya çalışanlara diyecek sözün bulanamaması gibi.

Amma velakin sığınakları “zaman”; M.Ö., M.S.,  yüzyıllar değil de 14 yıl öncesi 1999’dur. Haydi o zaman öyleydi diyelim  ya sonraki zaman, zamanlar;  linçe katılanların kaçı linçe neden saydıkları Kürt sorununun çözümüne  katkı sunacak ufacıcık bir çaba göstermiştir.

Linçledikleri KAYA’ya karşı Paryayı galeyana getirecek manşetleri atan, yazılar yazan, konuşan  bir ayakları Avrupa’da olan Türkiye Cumhuriyetinin aydını, sanatçısı, yazarı, çizeri, medyası, askeri, .., ..,  Sorbonne Üniversty’de doktorasını yapmışlarının  o günkü  ölümcül Showları,  ortaçağda yaşasalardı engizisyonu kurduracak kafa yapılarıyla Voltaire’i bile yargılayacaklarının da göstergesidir.
Oysa bir kişiyi aydın,  özgürlükçü, ilham verici yapan; yaşadığı zamanın köhnemiş değerlerine uygun düşünmek, davranmak, yazmak yerine toplumu devşirecek devrimci zihniyetinin farkındalığını “ Fikirlerinizden nefret ediyorum. Ama onları savunabilmeniz için hayatımı feda etmeye hazırım”la perçinlemesi olduğundandır, Voltaire’in ta 1700 lerde evrensel bir aydın kabullenilmesi.

Böyle bir gece olmaz ya demokrasinin kökleştiği bir ülkede yaşansaydı; belki tarih dersinde ibreti alem için “bir linç; kolektif nasıl yapılır” görüntüler eşliğinde anlatılacak,  toplum da nefret suçundan, ırkçılıktan ceza alacak o meşhum gecenin faillerini dışlayıp; şarkılarını dinlemeyecek, yazılarını okumayacaktı.

Memleketeyse katliamların, linçlerin hâlâ bu kadar rahat, bu kadar arlanmazlıkla savunulmasının kimseleri niye afallatmadığına gelince; devletin bekası için çalıştıklarını ileri sürerek  en ufak bir tepkiyle karşılaşmayacakları ortam yanında makam, mevki, para pul, itibar sağlanan devletin tetikçilerinin sevildirildiği bilindiğindendir. 

Ve  herkeslerin susması da   tarihi Ağrı,  Dersim, Maraş  benzeri katliamlarla, cinayetlerle dolu  bir  devletin halkı katilden yana olsun diye efendilerin bir  asırdır bünyelere aşıladığı katil kutsatan zihniyetin miadının daha  dolmamasındandır. Ki o zihniyet sayesindedir; Osmanlı’da Padişahların “tez kelesi vurula”lı öldürtmelerinin, 1909’da  Hasan Fehmi’yi katledenlerin, 1915 Ermeni kırımının müsebbibi onlarca insanın; Şükrü Kaya,  Abdülhalik Renda,   Dr. Rüştü Aras’ın, .., .., …, bakanlıklarının, milletvekilliklerinin, Alevileri, Kürtleri, Rumları kıyan topal Osmanların, general Alpdoğanların, 6-7 Eylül yağmacılarının, “MGK kararıyla” faili meçhul cinayetler işleten, işleyen nice  Evrenlerin,  Çillerlerin, Ağarların, Ayhan Çarkınların, darbe destekçisi gazetecilerin, aydınların makbullükleri.

O sayededir  1994 yılı Şubat ayında  Hazro İlçesinde görevli bir erin savcıya anlattığı” .. taburumuza verilen görev köyleri yakmaktı. …. Hazro, Lice, Hani  ve Kulp ilçelerine bağlı yaklaşık 30 köyü yaktık……,”  vahşeti yaptıran devletiyle, paryalarının  gül gibi geçinip gitmesi.

Memleketin kangrenleşmiş sorunları; cemaatleşmiş bireyin özgürleşmesi, kaliteli eğitim, işsizlik, kadına şiddet, taciz,  failli meçhullerin failleri, fişleme, …, …,  mı? Onlar,  efendilerinin  “hepinize türban giydirilecek, Kürdistan kurulacak”lı kıytırık tasalarıyla zamanları  boşa harcamışların, AKP’yi alt etmek için cemaatten medet umman kıytırık stratejili ana muhalefetin hiççççç gammı değildir.

Hah işte bu, tam da bu nedenden, bugün  barış şarkıları söyleniyorsa  Amed’de;  bunun kimsenin değil; devletin inkar, asimilasyon inadı yüzünden  30 yıl sürmüş savaşta ölen Türk, Kürt gençlerinin geride bıraktıkları tek  eserleri olduğunu da kimseler fark etmez.

Zira, söze, manşete hâlâ “kabile reisi”, “peşmerge kıyafetli”,” sözde sanatçı “yla başlayanlar  asla fark edemezler; Kürdistan getiren sesin; Şivan’nın  “Hevalê Bar Giranim” feryadında öteki bırakılmış hayallere yıldızlar kadar uzaklıklarını,  yıllarca “ Neresi sıla,  neresi gurbet” bilmeden dağlarda bir dalın ucunda asılı kalmış hayatlardaki burukluğu.

Üstüne her şeye kadir Başbakanın kurduğu “dağdakiler inecek, cezaevleri boşalacak”  hayalinin gerçekleşmesi,  o bile Neriman’nın “Bizim gibilerin hayatı hikaye, onların ki Masal olur” dediği  biz ötekilere kaldı ya artık  ne yazayım, kime ne diyeyim; lafıma yazık.

Halbuki bir gün dönersin diye sana sözler biriktirecektim Hevalım. Sırf o yüzden,   içinden hayatlar düşmesin diye hep koca bir acımasızlıkla dağıtılan, dağılmış hayalleri taramadım dün, bugün, yarın da. Zaten zamanın boşluğunda durmaksızın bir uçtan bir uca, bir acıdan diğerine savrulduğumuzdandır; Hayata da “bi çek git” deme tadını kaçırışımız. Yoksa… ağlıyor musun sen?

Gülsen FEROĞLU
08.12.2013


O, ne şeker bir laiktir




İşte hepsi bu; sonunda bir hiçliğin içinde yitip gidecek her şey şehr-i İstanbul’da da, şehr-i Amed’de de. Öncesinde, yaşaması gereken bir ulusun karşısına yok edilmesi gereken,  ötekileştirilecek diğer bir ulusu, dini, mezhebi  koyan faşizmi  benimsemiş, ulus devletlerin mekanı Ortadoğu’dasınızdır.
 
Ötekileştirilene nefretle her gün onlarca insanın öldürüldüğü Ortadoğu’da; neredeyse tamamı Demirel’in Makyavelist siyasetinin esiri parti liderlerinin kıskacındaki Türkiye’de; her şey öylesine de aynıdır ki. İşte bu Bahçeli, Kılıçdaroğlu, Kamalak, Baş’ın , ..,…, partilerinin rotasını belirlemeden aday seçimine kadar, her konuda, Erdoğanın otoriter mantığı, tavrıyla aynı; tek adamlıklarını demokratik sayanların sayesinde gördü güzel ülkem; Ekmeleddin İhsanoğlu’nu.
 
Ama el hâk; İhsanoğlu’da dahil tabanına, grubuna danışma lütfunda bulunmadan gösterdiği her adaya eyvallah demiş çoğunluğu Alevi seçmeninden, AKP’li seçmende yerdiği biaatçılığı garantilemiş Kılıçdaroğluna kim yanlış yaptın diyebilir?
 
30 Mart 2014’te; Hatay’da AKP’li, Ankara’da MHP’li, İstanbul’da YDH’lı birini aday gösterdiğinde “mükemmel taktik”le CHP’ye  destek veren Hasan Cemaller,  Enver Ayseverler, ulusalcılar, beyaz Türkler, Aleviler, solcular, doku uyuşmazlığı yaşadıkları İhsanoğlu’nu niye aday gösterdin diyebilirler mi Kılıçdaroğluna?
 
Mükemmel taktiği geçer not almış Kılıçdaroğlunun aklına da  herhalde gelecek  son şeydir; “CHP’lilerden …. Ankara’da kahramanlarına küfretmiş bir adaya oy vermesi istendi”yi yeni yazan Can Dündar’ın,  ülkücü Mansur’a oy vermeyi, verdirtmeyi içine sindirmişlerin;  MC’de Türkeş’in danışmanlığını yapmış İhsanoğlu’na oy vermeme ihtimalleri.
 
Zira, karşı çıkılan, hoşlaşılmayan her kim, hangi hükümet, partiyse;  gitsin de kim gelirse gelsin fark etmez dendiği anda, gitmesi için  her şeyden, her değerden vazgeçilip,  her türlü çirkinliğe, oyuna, yanlışa ‘evet’ denileceğinden, varılacak kaçınılmazlık da karşıtına dönüşen ilkesizlikten başka bir şey olmayacaktır. 
 
Böyle çoğunluk Sünni, Türk,  muhafazakâr; CHP %26+ MHP %17,63+ diğer% 2,77 =  %46,4 azıcıkta AKP’den oy, Çankaya bizim düşüncesiyle aday  yapılan İhsanoğlu; alternatif üretmeden yalnızca gözü, aklı kör eden Erdoğan kindarlığı,  karşıtlığı üzerinde politika yapanların son durağıdır.
 
Mevzu bu kadar basit, çoğunluğa uyarak kazanmaysa yeni, yepyeni bir açılımdır. Şöyle ki bir Kürt, bir Alevi, bir Ermeni, bir değişimci, kökenini, mezhebini, fikrini Sünni, Türk,  muhafazakâr çoğunlukta eritebilseydi; eşit yurttaşlık talebi, ana dilde eğitim vari onlarca sorun  çoktan hakkın rahmetine kavuşacaktı. Vallahi de billahi  Galileo,  Danton,  Marx,  Lenin, Mandela ,,,,, muhalifler;  doğrularına sımsıkı sarılacaklarına, farklı oldukları çoğunluğa uysalardı onca musibetle de  uğraşmayacaklardı.
 
Neyse geçmiş, geçmiştir de şu “Sarı saçlım, mavi gözlüm” muştusunu bekleyen “Mustafa Kemalimin askerlerini” anlayan beri gelsin. Dünya dert görsün; Enes, Furkan, Sümeyye yetmedi bir Ekmeleddinimiz eksikti diyesilermiş. Neymiş efendim; seküler, Kemalist, medeni kadınların, erkeklerin köküne kıran mı girmiş; Türkiye’ye 27 yaşında gelmiş Kahire doğumlu biri   çatı  adayı  yapılmış…mış. Üstelik, Nihat Hatipoğlu karşılarında sohbetteyken.
 
Dilimiz lal olaydı da demeseydik, klavyemizin tuşları kilitleneydi de  yazmasaydık “tatava yapma, bas geç” diye; nerden bilesilermiş bir gün kumpasa getirilip “tatava yapılmayacak gibi de değil ki kardeşim”  haline geleceklerini. Yok, yokkkk!!!! Diyarbakır’da  “bana oy verseydiniz Roboski’nin hesabını soracaktım”la Kürtleri fırçalayan, aklı da Lice’de bayrak indiren 16 yaşındaki çocuğu “alının çatının ta ortasından“ vuracak Bahçeli’ye kaymış Kılıçdaroğlu sosyal demokratsa, Bahçeli’de Willy Brandt’mış.Nokta.net yani.
 
Şüphesiz ki bu “yalnız ve güzel” ülkenin tekçi ulus devletini kuran; haşmetmeabınız CHP’nin tavrını hiç mi hiç hak etmediniz. Ancak, altı üstü bir PR’a bakar. Kristal elmayı kapacak dizayn duayeni Doğan Medya Center, Zaman ortak  yapımı overrated Ekmeleddin güzellemeleri gösterime sunuldu bile.  “Çatı adayı AKP’yi tedirgin etti?”li üstün akademik, entelektüel CV’li parlatmalar; ahhhhh, ah bi tanısanız. Bi tanısanız nasıl da seveceksiniz. Ne şeker, ne kibar, bir laiktir o, ne  Atatürkçü…ne…ne…
 
Başörtülü kadınlara,  badem bıyıklılara saygısızlık,  ayrımcılık mı haşaaaa,  yine de; dünürü” daha onun namaz kıldığını görmedim” demiş; genetiği Çankaya’da başörtülü  “firts lady” görmektense ordu dipçiğine  kodlanmışlara da  dip not: eşinin başı açık. Daha datlısını nerden bulacan Ey seçmennn!!!ilahî buldun, bunuyon.
 
Bazıları da tutturmuş; Türkiye’deki hangi özgürlük, hangi demokrasi, hangi hukuk mücadelesinde yer aldı. Düne kadar Kürtler, Aleviler, mütedeyyinler, LTGB’lerin sorunlarına dair bir fikrini duyan, duruşunu bilen,  gören var mı diye. Duyan da bildiklerinden, tanıdıklarından çok hayır görmüşler sanacak. Değil mi ki koyunun hayat hikâyesi hep aynı yerde; mide de bitiyor! at bir tweeeet; akıt zehrini, rahatla anam, babam.
 
Pardonne moi güzellerim,  Cumhurbaşkanı adayı şöyle olmalı, böyle olmalı diye say say, onlarca istişarede bulun, formüller türet. Sonra, seçim dediğin de farklı siyaset, partiler, adaylar arasındaki yarışken,  sen tut,  bankadaki milyonlarına kadar muhalefet ettiğin zihniyete tastamam kapak birini aday göster. İhsanoğlu,  AKP’nin adayı olsaydı artı saydıkları özelliklere,  sıfatlara  “AKP  kutuplaştırıyor”la   başta artık bir vücutta bütünleşmiş Devlet-lü-Kemal karşı çıkmayacak mıydı? 
 
Hem değişimi getirecek, yönetenleri hizalayıp hataları önleyecek  farklı fikirlerden, farklı  kadrolardan  süzülen doğrularken tek fikir, tek aday etrafına toplanılacaksa seçime¸ demokrasiye ne gerek var dimi sultanlarım.
 
Bir de nedir o, uzlaşı, uzlaşı çırpınmaları. Uzlaşı; ırkçılığı, milliyetçiliği dışlayan evrensel değerler; eşitlikte, kardeşlikte, demokraside, hukukun üstünlüğünde,…,…, buluşmadır. Yoksa,  Bahçeli’nin katilliği tescilli Ünal Osmanağaoğlu’nun cenazesine katıldığı, Celal Adan’nın da “O büyük bir Türk Milliyetçisiydi” diyebildiği MHP’ye payandalık değildir.
 
Her seçim öncesi bir erdem gibi sunulan ”oyun boşa gitmesin,  bölmeyin ” laf-ı güzaflı hayasızca akınlar da; demokrasiyi hiç yaşamamış, hiç bilmemiş ülkelerdeki sakat demokrasi anlayışının sonucudur.
 
İnsanlardan  “boşa gitmesin”le kerhen bir partiye, bir adaya şuna, buna oy  vermesini istemek; bu toprakta yıllarca hüküm sürmüş  “ iyisini ben bilirim; benim düşündürdüğüm kadar düşün, benim gösterdiğim kadarını gör”lü üstenci Kemalist ideolojinin izdüşümüdür; bugüne.
 
Halbuki, bir oy alacağını dahi bilsen  “ikincisi de benim olsun, savunduğum parti, fikir ben oy vermezsem nasıl hayat bulacak ”la tercihini, temsil hakkını sandıkta kendini ifade edenden yana kullanmaktan geçiyordur, belki de insanın, geleceğin özgürlüğü.
 
İslamcı otoriteyle, ırkçı ulusalcı otorite arasında kapana kıstırılmış Türkiye Cumhuriyetinin hüzünlü öykülerin kahramanı olmasına son verecek de belki , halkın daha kullanmadığı oyunu bile babalarının tapulu malı sayan ‘dayı başı’ liderlere, seçim barajı ayıbına karşı; “Ferman padişahınsa, oy benimdir ” isyanıdır.
 
Gel gelelim seçime. Asimilasyon, vesayet, yoksulluk, ölüm, acı, sevinç, kavgayla harmanlanmış hayatıyla bireyi, özgürlüğünü kutsayacak  Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy almayı hak eden tek, yenilikçi adaydır.
 
Hevalım; çocuklukta… gençlikte… Kürdistanda…darbelerde,  Maraş’ta, Madımak’ta, Roboski’de, Gezi’de, Soma’da, okulda…işte…sokakta…parça parça ettiler…kırdılar…senin gibi…öteki herkes gibi beni de; Hevalım.
 
 Hiç dönmeyecek olanlara öyle yandı ki içim, yollarını kaybetti kelimelerim. Öyle işte…o çocuk düşlerimiz yok artık.
 

 

Gülsen FEROĞLU

  06.07.2014