Hiç
dönmeyecek olanlara öyle yandı ki içim, öyle yandı ki; yollarını kaybetti
kelimelerim. Öyle işte… o çocuk düşlerimiz yok artık. Ki çerçevesini önce
ailenizin, yaşadığınız ortamın çizdiği düşleriniz; bugünün sınavdan sınava
koşturulan çocuklarının düşlerinin yanında ne kadar da ulaşılabilirdi; sana
yağı, salça sürülü ekmek yerine şokellalı ekmek, çamur, tahta değil plastikten bir oyuncak, kaloriferli
ev.…
Düşlerinizin düş kalacağı, bir gün kimselerin bilmediğini de öğreneceğiniz ‘helvacı güzeli’ masallı
dünyanızda; ne vücudunuzun proporsiyonu bozulmasın diye belinize tahta
bağlanmış, ne her dakika ”dik
dur”la uyarılmış, ne de iz bırakmasın
diye dikiş attırılmıştır yara, berelerinize.
Tatillerde
gidilen memlekette ekmeğin nun’a, “adın ne”nin “name to çıko”ya dönmesini
kanıksamayan, “alnım yaş, yüzüm yaş bana vuran
Kızılbaş” nakaratlı oyunların şaşkını çocukluğunuzu
kâbusa çevirecek “çocukları astılar”, “bizimkileri katletmişler”li ölüm
haberleri. Savurup parça parça edecek de ” gâvursun, Müslüman,
Türk değilsin ” diyecek
yaşıtınızdır.
Böylece
“aslan yavrusu yiğitler, su içemeden öldüler”li türkülere yansımış dertleriyle; hep
endişeli, hep üzüntülü, hep tetikte olmalarına alıştığınız, ekmek kavgasındaki
ebeveynlerinizin yaşadıklarını yaşatacak farklılığınızı, ilk haber
veren de o yaşıtınız olmuştur.
Sonraları,
bir gün ve mutlaka; pür-i paklıklarına kanıt diye söyledikleri ama ayrımcılığı
katmerlendiğinden daha da acıtan; Güney Afrika’da Apartheid
yanlısı gözükmemek için beyaz adamın türettiği
“ı have black friends” kalıbının Türk versiyonu “benim Kürt arkadaşlarım
da var”ın bol değişkenli; Alevi, Ermeni,
Süryani, başörtülü, komünist; kullanımıyla da karşılaşacaksınızdır.
O
kalıbın, asıl, ‘biz’in onları; ötekini yarattığı
söylenemeyeninde gizlidir; doğduğu toprakları
değil üzerindeki devleti; farklı köken, mezhep, görüşteki insanları değil tek milleti
sevmenizi “tıpış, tıpış” isteyen ulus devletin, beyinlere zerk ettiği ötekileştiren,
faşist ideolojisi.
Kendinden olmayanı ötelemek yalnızca Türkiye’de değil dünyada da;
ülkedeki etnik, dini, siyasi, inanç
grupları arasında
üstün tutacağı bir kimliği illa ki bulacak, olmadı yaratacak ulus devletin ihtiyaç
duyduğu bir olguydu. Ulus devlet, bu sayede yönetimde egemen kıldığı faşizmle, diktatörlükle kendinin, üstün saydığının
tahakkümünü pekiştirmiştir.
Ulus devleti ötekileştiren ideolojisinden vaz geçirip; kültürüne,
inanışına, diline, töresine saygı temelinde her kesime, her kimliğe eşit
mesafedeki modern, rasyonel devlet haline getirense; totaliter yapısına
ayaklanan ötekilerin mücadelesi. Ve milyonlarca insanı hayatından eden, yol açacağı
savaşların yıkımıdır.
Türkiye’de de ötekileştirme;
İttihat Terakkicilerin Ermeni tehciriyle adımını attıkları, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığından
uygulayamadıkları, Cumhuriyetinse harcına koydukları faşist ideoloji gereği, topluma dayatılan Türk, Sünni, laik
kimliğe biat edilmeyince başlatılacaktır.
Ulus
devlet, yöneteni üstünler; bir tek Anayasal statü vermeyip asimile ettikleri kimlikleri, mezhepleri değil muhaliflerini de cezalandıracak.
Bunun içinde Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren kumpaslar,
komplolar kurarak, suç yıkarak düşmanlaştırdıkları ötekileri, İstiklal Mahkemelerinde
yargılatıp ibret-i alem için sokak ortası darağaçlarında sallandırmaktan da
çekinmeyeceklerdi.
İstiklal Mahkemesi savcısı Sürreya Örgeevren’nin anlattığı “…mahkemeye kara yağız bir Kürt genci
getirdiler. …. Türkçe bilmediği anlaşılınca…… 'türkçe bilmeyen bir kimseden bu
memlekete hayır gelmeyeceğinden idamına karar verildi.' …o gece çocuğu astılar.”lı
onlarca mezalime, katliama, baskıya maruz bırakılan ötekiler, öz vatanlarının “EL”i edileceklerdi.
Siyasette, ekonomide ipleri elinde tuttuğundan; yasama, yargı, yürütme ve dahi
denetlemeyi kendine toplayan her biri kendi başına bir hükümet tavırlı Türklere, Sünnilere en yüksek makamlar, ihalelerden,
arazilerden pay vererek zengin, güzel bir hayata kavuşma imtiyazı tanıyan ulus
devlette; ötekinin hayatta kalabilmesi de ancak kimliğini, inancını inkâra,
asimilasyona “evet” demesine bağlıydı.
Öteki olmaksa kolay değildir; param parçalığınızı toplayamadan, kırıklarınızı
onaramadan daha, daha kırılmak, daha da parçalanmak “Aleviyim”in ardından gelen “sizde mum söndü
varmış doğru mu” karalamasına katlanmak. Kolay değildir “galiba müdür alevi
olduğumu öğrendi”, “kimseye söyleme Aleviyim”,
“Ermeni’yim” fısıldaşmaları, Tunceli yerine Erzincanlıyım demeler, “ kapımıza
dayanırlar, gidelim ”le yaşanan yerin terki.
Onun için asırlar geçse de; tehcirde annesinin “Ermeni olduğunu
unutma” sözü aklına kazınan Zabel’in; günlüğünde “hayatımı kaos, acı çekme ve
ölüm üzerine kurmam mümkün değil” yazan, 15’inde de Nazi kampı Bergen Besen
ölen Yahudi Anna Frank’ın, beyazlarla
aynı otobüse binememiş bir zencinin çaresizliğini en iyi anlayacaklar kuşkusuz ki
ötekilerdir.
Zira, Bulgaristan’da Belene kampında Türk İbrahim Terselli, Maraş katliamında
“… “başbuğ Türkeş diye bağıran 500-600 kişi tarafından evi” sarılan Seda
Bilmez, Bosna’da evlatlarını Sırpların
öldürdüğü Esad Tufekciç, Madımakta iki
evladı yakılan Hüsne Kaya, Kürdistanda sadece 1994 yılında boşaltılan 1500 köyün,
mezranın yaşayanları, bombalanan Gazze’nin Filistinlileri; ne çekmiş, ne
yaşamışsa biraz fazla, biraz eksik, dünyadaki bütün ötekiler de aynı şeyi
yaşamış, aynı şeyi çekmişlerdir.
Bugünde, ulus devletin yoldaşı Türk de, ötekileştirdiği de
farkındadır; aralarında çoktan bitmiş bir ilişki vardır. Velakin nokta konulup
yeni cümleler, kelimelerle eşit bir ilişkinin temeli atılacağına,
yetiştirildikleri ırkçı ideolojinin etkisinde; nefret, öfke saçan neredeyse herkesin, her kesimin bazen kendi çapında bir faşiste
dönüştüğüne tanıklık edilecektir. Öyle ki
kendini ötekileştirenle birlikte bu defa da gücün yettiği; “ pis Suriyeli’ler”, “bütün İsrailliler yok edilse…”
, “ AKP’ ye oy veren teneke”, “Gezi zekâlı”, “ züppe”, “bizim mahalle”, “onların sokak”la
ötekileştirilecektir.
Şimdi 301 madenci Soma’da katledildikten sonra 18., 19. yüz
yıl şartlarında çalıştırıldıklarının anca gün yüzüne çıkabildiği bu cennet
vatanda; kazanmak, seçilmek
uğruna fikrini, kendini sıfırlayarak
aynı anda; hem ilerici hem muhafazakâr,
hem demokrat hem faşist, hem batılı hem batı düşmanı olabilen Demirel
figürlü siyasetçilerin saf dışı bırakılması, ulus devletin kendini yenilemesinin, demokratlaşmasının
da yolunu açacaktır.
“Alevi’dir,
‘Kürt’tür ama çok iyi insandır”da bahşedilen iyinin öznesi, sonuna da hep
bir ‘ama’nın konduğu hayatlar yaşayan. “Hayır ben
sizden değilim” diyerek koca bir yalnızlığı da göze almış o yüreği çelikten insanlar… o güzel, naif gülüşlü kadınlar…
o güzel bakışlı çocuklar …var olduğunu
sandığım ‘yok’larla harcadığım vakitlerdi, yitip gittiler. Hani; Berkin
(15), Burak (21), İbrahim Aras (15) hani,
yaşlanınca ölecekti insanlar. Dünyanın
gözü önünde İsrail bombalarıyla can verirken Ahed (10), Zekeriya (10), Ramez (9)
Bakr; hani, allahın emriydi ölüm.
İlk kaybın masumiyet olduğu savaşın gölgesinde insan bazen her şeyi unutup bir rujun
rengini seçmeyi hayatın en önemli meselesi haline getirecek kadar aptallaşmak istiyor.
Sonra. Sonrası Özdemir Asaf “Sana gitme demeyeceğim/Ama
gitme Lavinya/Adını gizleyeceğim/Sende bilme Lavinya”
Gülsen FEROĞLU