Barışı yine harcadılar
Matmazel
Kargaşanın,
savaşın tozu, dumana katan hüznü karartmışken
ortalığı, “mutlu son”un artık ve yalnızca masallara aitliğini unutan herkeste;
saat gece yarısını vurmadan camdan ayakkabısını merdivenlerde bırakarak kaçmak
zorunda kaldığından, saraydaki görkemli balonun tadını çıkaramamış külkedisi
modundayken; söylesenize sizin gurbetiniz
neresi?
Belki
duvarları Barbie, Örümcek Adam resimli, perdeleri Şirinler, Casper, Batman, kelebek motifli odalarda, mayıştıran
“tatlım, uyku zamanı” sesiyle okunan masaldaki prensi, prensesi düşleyerek
uykuya dalan çocuklardan olmadığınızdandı, ancak ilkokulda tanışılan “Külkedisi” yerine “Kırmızı Başlıklı Kız”ı sevmeler.
Kendisine de
masal okunmamış, duymadığından
da evladına bir tek gün “dünya seninle güzel”
dememiş; sabahtan akşama evin içinde
koşuşturan çocuk gelin annelerin, bir lokma ekmek peşindeki bezgin
babaların “çocuk ! ömür törpüsü” nitelemesiyle, varlığını sorun algılayan bir nesilden;
şefkat, barış yüklü bir
gelecek kurmasını beklemek... alımlı bir hayalden öteye gidemezdi...gitmedi
de.
Onca
kardeş arasında bazen varlığı
unutulan evlerde “geliyor
tokat”la titreyen o nesiller;
yaratıcılıklarını, sorgulama yetilerini baştan sınırlayan “uslu ol!” , “
kork! bu devletten; bir anda hayatını
mahveder”, “sakın bir şeye karışma”yla
da terbiye edileceklerdi.
İster
1927-1945 yıllarının “sesiz”, ister
1946-1964’ in “baby boomer”, ister
68’in “çiçek çocukları”, 78’in kayıp, sonraki yılların X,Y,Z kuşağından olunsun; ataerkil özelliğini
hiç yitirmeyen bir toplumsal yapıda
istenen tek şey; gücü elinde bulunduran
kimse ona, devlete; yönetim şekli değişse bile “Padişahım çok yaşa”nın Cumhuriyete “Paşam, Şefim, Reisim, Başkanım çok
yaşa“ya; “tez kelesi vurulsun” da “
idamına karar verildi”ye evrilmesine neden sorgusuz, sualsiz itaat olacaktı.
Öyle ki
insanlar; bizzat devletin
örgütlediği ..., ..., 6-7 Eylül’ü, .., ..., darbeleri, “Kürt işadamlarının infaz listesini”,
“1000 operasyonlu” katliamları
savunacak, “Afrin
işgalinin lokumu olmaz” pankartlı demokratik
bir protestoyu, ufacıcık bir hak
talebini haklı görmeyecek
itaatkarlıklarını kanıtlamak için ömürleri
boyunca çırpınıp duracaklardı.
Bu sonsuz biata
rağmen her nesil; yaşamın her
alanında evde, okulda, işyerinde,
kışlada, sokakta karşılaşacağı şiddetin, tacizin, terörün “devletindir, atandır, liderindir, kocandır,
hocandır, müdüründür, şefindir, ....dır, ...dır, ...dır , iyiliğin için
yapmıştır, boş ver, düzelir” hafifletilmesiyle yaygınlaştırılmasına da göz
yumacaktı.
Bu minvalde; ekonomik, sosyal,
kültürel olarak birbirinden
farklı, birbirini tanımayan insanların; herhangi bir kökenden, mezhepten,
dinden, düşünceden, giysiden nefretin ya
da bir lidere mutlak tapınmanın ifadesi “o olmasaydı”, “Kızılbaş” “ Ermeni dölü”, “hain Kürt”, “Gavur” ,“ türban da neymiş”,
“3 çocuk yapın” , “Kuranı ortadan
kaldıracaklar” vari yaftalamalarla
kendinden saymadığına; neyi tercih etmesi, ne yapması, neyi düşünmesi
gerektiğini diktelemeleri; “görürsün sen“ , “çekil git lan!”
hitaplı aynı külhanbeyli
davranışları sergilemeleri, adeta
genetik bir faktöre dönüşecekti.
Hal böyle olunca da sorunların çözümünü diyalogdan, barıştan
uzaklaşarak darbede, savaşta, katliamda,
baskıda bulan faşizmi esas almış
devlet mekanizmasının ürünü toplumsal yapıda; “o komünist, .....terörist
gençlere üniversitede okuma hakkı vermeyeceğiz”, “ CHP demek tezek demektir” ,
“HDP’ye hayır”, “onlar dinci” , “bunlar var ya bunlar”lı aynı ayrımcı
üslupla karşıtını elemine etmek uğruna ölmekten, öldürmekten çekinmeyen onlarca ...,
Yavuz Sultanlar, ..., Milli Şefler,
..., Kenan Evrenler, ...,
Başbuğlar, ..., Reisler nazır ve nazır bekleyecektir.
Ve demokrasiyi,
özgürlüğü, iyiyi, kötüyü de kendine göre tanımlayan her yerde, her şeyde
de hep; ben, ben, ben denilen bu
toplumda; arzu
ettiği gibi olmadığından karşıtıyla bir arada yaşamak istemeyenler; “o türbanlı, o dinsiz,..., ..., onunla olmaz”
dayatmalarının faşizmin eseri
olduğunu görmek bir yana, “savaşmasak...
vatan bölünecek, öldürmesek...onlar...
”, “camileri genelev yaptılar” ,”şeriat getirecekler” saptamalarıyla içsel huzurlarını sağlayarak, şiddeti,
savaşı, ölümü de meşrulaştıracaklardır.
İşin
garip yanıysa tek sözüyle belediye başkanlarını istifa ettiren ya da
milletvekillerini başka bir partiye göndererek grup kurduran, her seçimde
milletvekili adaylarını belirleme yetkisini tek başına elinde tutmuş siyasi
parti liderlerin sultasına ses çıkarmayanların; birbirlerini “faşistsin”, “diktatörsün”le suçlamalarıdır.
Oysa eyyy siz
AKP’li, CHP’li, HDP’li, MHP’li, eyyy
...,..., ..., SP’li merak etme,
artık herkes biliyor herkes; en güzel düşünce senin, en iyi
parti, örgüt senin, en akıllı lider de senin ki, fakat ”farklıyım, hepinizden iyi, daha demokratım”
desende beğenmediğin o karşıtın var ya işte onunla aynısın.
Yoksa aydın, sanatçı kimliğinin gereği ezilenden , barıştan yana tavır alan statükoya
karşı aykırılığıyla insanlara yön veren “..... barışçı değil, bir barış
savaşçısıyım da” diyen onlarca Albert Einstein’nın, Joan Baez, Jane Fonda’nın aksine Hatay’da devlet erkanına söyledikleri “baktın
Afrin hoş değil, Münbiçi’i dolaş da gel”
türküsüyle savaşı meşrulaştıran Türkiyeli sanatçılara akıl sır erdirmek
ne mümkündü.
Artık
kimse kimseyi de kandırmasın; her
an “yumuşaksın”, “bin Ali, in Ali” seviyesizliğini, saygısızlığını
gösterebilecek sağcı, solcu her kesimin,
her etnik kökenin hücresine işlemiş nezaketsizlik, fanatiklik
yüzündendir işte barışın da bu coğrafyaya
sığdırılmaması.
Bir kuşağın yerini diğerine bıraktığı
yıllar, yıllar boyunca bu topraklarda;
sıranın hiç gelmediği; kırk yılda bir “çözüm
sürecindeki” gibi geldiğindeyse usta bir
çalımla yaralanmış, yaşanmadığından da ne olduğu bilinmeyen barış; nedir sahi?
Belki savaşta hayatını kaybetmiş bir gerilla ile
asker annesinin “ savaşı seçmeseydiniz
ölmeyecek benim yavrumun yerini, attığınız o “ölümsüzdür” sloganları
tutar mı sandınız....” isyanını
akıtan gözyaşlarıyla vurulmasıdır;
kalbin.
Belki evrensel değerler “demokrasi, özgürlük,
eşitlik, kardeşlik, adalet, ..., ..., ..., barış“ın öncülüğünde “ben” yerine “ biz”i koyan bir eşcinsel, eli
tespihli bir ülkücü, bir Kürt, bir Müslümanın; bir ateist, bir gayri müslim,
bir türbanlı, bir mini eteklinin yan yana
her türlü dayatmaya karşı duruşudur barış.
Belki
de kangreleşmiş işsizlik, gelir adaletsizliği, hukukun üstünlüğü, savaş gibi
onlarca sorunun gündeme taşınacağı
bir seçim kampanyası yerine, yine “ aman aman O, Tayyip seçilmesinde, kim seçilirse
seçilsin”e kurban edileceğinden “harcadılar yine barışı Matmazel” burukluğunu
yaşamamaktı, barış.
Ne
yazık insan öldürmekle kazanılan tek bir savaş
olmadığı biliniyorken; sonu illaki barışa varacak süreci uzatarak onlarca gencin, çocuğun
ölümüne sebep olma günahından arındıracak bir yüzleşme yapılmadığı
müddetçe; onlarca seçim yapılsa da , o parti değil bu parti kazansa da; hiç bir
şeyin değişmediğini ispatlayan da barışa hiç şans tanımamış yıllardır.
Kim bilir belki faşizme, savaşa rehinelik de, hiç bir kurumun, hiç bir kimsenin, Tanrının
dahi kulu kölesi olmadan herkese hayat
hakkı tanıyacak özgürlüğe ulaşıldığında
bitecektir. İşte o zaman yaşanan “hayat dediğin nedir ki “nin
insanlığa dönüşmüş hali; barış olacağından, kimse de medet ummayacaktır uzun cümlelerden.
Velhasıl
Hevalım, müsebbibi insan olan savaşta, iş, trafik kazasında ..., ..., hayatını yitirmiş,
failleri de cezalandırılmamış onlarca Enes Ata (8) ,Mahsun Mızrak (14), Can
Kocataş (7) çok uzaklarda başka bir vaktini yaşıyorken zamanın...siz de imkansızlığını bile bile; duyduğunuz onlarca ses arasında tek bir sesi; size “bahar
geldi” sevincini yaşatmış o
sesi... evladınızın sesini duymak istersiniz.
Duyuyor musun beni
Bırayê min, hani biz vardık bir
de biz; bizi hatırlıyor musun? Benim güzel yavrum; sen yoksun ya ben de; hâlâ bir bilinmezin içinde...birikmiş
“keşke”lerin de gölgesinde şairin dediği gibi “...ama belli sonundayız her şeyin/ en sonunda”yım.
İşte o hiç gelemeyen hüznümün barışı da; insanı bitiren, gömen evlat acısını kimseler yaşamasın diyedir.
30.04.2018
Gülsen FEROĞLU