27 Ağustos 2010 Cuma

Sen, benim, ne çok kalbimi kırdın Cumhuriyet

“Yalnız ve güzel” ülkelerinin  eksenini ırkçılığa, linçe, şiddete kaydıranlara nispet yaparcasına, eksenini  magma sıcaklarına kaydıran yazda “Hava, öldürüyor. Hem sıcak, hem  nem.Yapış, yapış oldum”a,   “Nerede o eski yazlar” kılavuzluk edecektir.

Öyle ya yaz dendiğinde, yalın ayak dolaşılmalı ıslak çimenlerde. Sabahtan bastıran sıcağa dayanamayıp, henüz ısınmamış beyaz köpüklü turkuaz denize kendini bırakanların ürperten, neşeli  çığlıkları kulaçlanıp, tepedeki  güneşin  su damlacıklarında kırılan ışıklı benekleri kamaştırmalı gözleri.

Kaşlarınızda, kirpiklerinizde tuz  deniz koktuğunuzda, her şeyi unutturacak, sahibini de merak eyletecek, uzaktaki beyaz  yelkenlinin süzülüşünün  peşi sıra dalgalarda süzülürken, derin bir nefes de alıp  “Yaşamak ne güzelmiş lan”diye bağırmalısınız maviliğe. 

İyotla karışık anason, kavun  kokularını taşıyan akşam üstlerinin  tatlı mı  tatlı esen rüzgarı altında, kaldırımlara atılmış masalar, renk renk minderler, şemsiyeler; “Almanlar bunu su niyetine içiyorlar”la aklanmış kızarmış patatesin, tuzlu fıstığın ekürisi buzlanmış kahverengi şişeden bardaklara birayı köpürterek dolduran, ayaklarını gün batımına sarkıtmış insanlar; “çekirdek”, “buzlu badem”, “dondurma” nidaları  arasında, Celine Dion’un  sakin sesi usulca akarken,  öyle telaşsız, öyle kendinizle sırdaş geçipte,  gitmelisiniz oradan.

Bir taş evin kapı önüne oturmuş seksen yaşında atmışında gösteren dedenin yaşına ulaşmanıza hastalığınızın olanak vermeyeceğini düşünüp, gözünüzün önünde kızartılan lokma tatlısına, tarçın döküp atacaksınızdır birini ağzınıza. 

Gazetelerin ikinci sayfalarına, hafta sonu eklerine, ekranlara bakıp  herkes  “beachlere” akın etmiş te geride bir siz kalmışsınız hissine  kapıldığınızdan olsa gerek, çileden çıkaran sıcakta,  toplu taşım aracında, midenizi  bulandıran  terli parfüm kokularına dayanmak “ Öğretmen olsaydık, hiç değilse  üç ay tatil yapardık”, “Şu pencereyi açsanıza”lı  konuşmalar, denizi  yok, yok,   çocuk olmayı özlettirir o dakika.

Erken kalkılıp çizgi filmin izlenmediği, bütün gün bilgisayarda Stardoll, Metin 2’nin oynanmadığı, bahçede  iki pötibör püsküü arasına koyulan lokumun iştahla yendiği o özlediğiniz çocukluk başkalarınkiler gibi öyle dertsiz,  tasasız  da değildi .

Bunaltan sıcağın yanında, bir masal kitabından alınmayan o ezik, dertli çocukluğa sizi sık sık geri götüren nedenlerden biri de  “Dörtyol’da yağma olayları meydana gelmeden önce Doğu kökenli (inatla Kürt diyemeyen bir  medya ) vatandaşlara ait işyerleri tespit edilerek gruplara zimmetlenmiş”in açıklandığı bir rapor, ….., Altınova’da, ….., Bayramiçi’nde, …., İnegöl’de,  ……, Dörtyol’da  Kürtlerin  evlerinin taşlanması, işyerlerinin  tarumar edilmesidir.

Yıllar önce …, Malatya, …,  Çorum, ….., Kahramanmaraş  olayları sırasında,   kapılarına (x) işareti konulup konulmadığa bakan “… bebekleri bile öldürmüşler“i gizlice konuşan, Nazi Almanyasında  Yahudi evlerinin, iş yerlerinin sarı, siyah renkli altı köşeli yıldızla damgalandığından habersiz ebeveynlerin, akrabaların davranışlarıyla daha da çok  korkan  “niye, bir şey yapmadık ki öldürüleceğiz”leri cevapsız bırakılan Alevi çocuklar gibi,  Kürt çocukların da linç gününde, henüz vatan bildikleri ailelerini katlettirtecek, evlerini kaybettirtecek farklılıklarından ürkeceklerini bilecek kalbinizdir, sizi çocukluğunuza götüren.

Dünyanın öbür ucuna da gitseler, 100 yaşında da olsalar “13 yaşındaydım.Kahramanmaraş’ın bir ilçesinde oturuyorduk. Okuldan eve gidiyordum. Bir kalabalık vardı, merkezdeki ana yolun etrafında. Merak ettim, nedir diye bakmak için gittim. Bir panzer yolda ilerliyor, arkasında zincirle bağlanmış üç adet PKK’lı, ölüler. Üzerleri delik deşik, birisinin kafasının yarısı yok. Koskoca ilçenin ortasından geçiriliyorlar. Benim gibi yüzlerce çocuk, kadın, adam bakıyor. Sevinenler var. Cesetlere taş atanlar var. Bu nefret niye, ölmüş zaten, yapmışsın yapacağını. Panzerin arkasına takıp sürümek de neyin nesi? Bu nasıl bir şeydir?”li  anılarla dolu çocukluklarını anımsatacak  herhangi  bir olayda, o Kürt çocuklar da sizin gibi geri döneceklerdir geçmişlerine.

O anlarda; medya kanalıyla gerekliliğine inandırıldıkları “1993-97 yıllarında devletin işlettiği” faili meçhul cinayetlerde, babaları, ağabeyleri, hısımları öldürülen Kürt çocuklarının, benzer olaylara tanıklık etmiş Alevi, Ermeni çocuklarının belleklerinin “neyle” dolu olduğunu umursamayanlar karşısında insan, onların, birilerinin de içi sahiden yansın istiyor.

Öyle acısın, öyle yansın ki içleri  yapılanlara,  ölenlere, asılanlara, yakılanlara, kovulanlara dönüp  bir bakınsınlar, baksınlar  ki yapılanlardan, onayladıklarından dehşete düşsünler istiyorsunuz.

Evleri taşlanır, camları kırılırken somyanın,  karyolanın altına saklanan, silah, helikopter, bomba seslerinden uyuyamayan Kürt çocuklarla  “niyeyse” söylerlerse arkadaşlarının onlarla bir daha oynamayacaklarını düşünüp Alevi, …, Ermeni, …., Hıristiyan …., olduklarını kimselere söylemeyen çocuklar  için, her çocuk için  parça,  parça  parçalansınlar  istiyorsunuz .

KAVGAM’ı Yahudi yerine Kürt, Ermeni, Alevi, Yunan, Arap  koyarak okuyup daha çok Dörtyol’lar, İnegöl’ler planlayacakların; sabah işe uğurladıkları eşlerinin, okula ya da  bir kışlanın yakınında pikniğe gönderdikleri  çocuklarının akşam eve sağ dönememe  ihtimalinin varlığıyla tir tir titremelerini  istiyorsunuz.

Yol kenarlarına, arazilere döşendikten sonra dost, düşman tanımayan, kurbanlarının; meraklı  çocukların, çobanların, köylülerin barışın sevgilisi iyi insanların kendisine gelmesini bekleyen kaypak bir mayınla, her biri bir tarafa uçan bedenlerden yayılan  yanık et  kokusu  boğazlarını yaksın da sabahlara kadar uyuyamasınlar istiyorsunuz.

Kesin değilse de belki o zaman; kimliklerin neye, kime göre hain, terörist ilan edildiğini, Kürtlerin neden silahlandığını, savaşın niye başladığını araştırmadan, gözlerini kırpmadan “insanları öldürmeye, linçe kalkıştıran” öğretilen, öğretilmiş hakikat “kimindir”le sarsılacaklar, yalnızca   ölüm kusan  savaşa  “Dur” da diyebilirlerdi.

Varsın, öyle bir  zamanda dahi; yarattığı infialin müsebbibini  bir başkasında gören devletin bizzat ihlal ettiği hak, özgürlükler sonucu,  artık  polisiye önlemler, savcılık ve mutlakıyetçi düzenlemelerle de halledilmeyecek safhaya gelmiş Kürt sorununun PKK’yı doğurduğunu, hoşlanılsın, hoşlanılmasın Kürtlerin bir kısmının PKK’yı sahiplendiğini, PKK olmasaydı  dikkate alınmayacaklarına inandıklarına,  sırt çevirip yine  ulusalcı, yine post modern faşist olup, yine terörist, terör deseydiler.

Ama, hiç olmasa  Kürt hareketi, Kürtlerin dili, …, edebiyatı, …., müziği,  gelenekleri, hakkında ne bir merakları, ne de   bilgileri olmasa da “Bende kürdüm, hakkımızı savunmak PKK’ya mı kaldı” (da saklı savunulacak bir  hakkın varlığı atlansa da )  çıkışını “aynen öyle oldu, keşke”yle püskürtebilirlerdi.

Keşke, keşke Kürtlerin hakkını savunmak AKP, …, CHP, …, MHP,…., BBP, …, İP, …,TKP’ye  kalsaydı da bir kerecik sorsalardı  “Derdin ne mala mı, ne ararsın dağda.” Bir kerecik vatandaşları bir Kürt gencinin yitirilişiyle de kahrolsalardı da  “gerekirse ölünür" tandansıyla harcanan 17, 19, 20’li yaşlardaki gençlerin ölüsünden çok dirisinin vatana lazımlığı paydasında buluşulsaydı.

Şimdiyse ölen her bir  gencin 5 yakının varlığını göz önüne alırsak, 210.000 kişinin  etkilendiği bu savaşın mağlubiyetinin fırsatı olabilecek ateşkes ilanına; Heron’nun Hantepe’de çektiği çatışma görüntüleri, kendi Heron’larını düşürme çağrıları, raflara kaldırılan  karakollara saldırıyı haber veren istihbarat raporlarıyla daha da kirlenmiş savaşın kirliliği yanında, esamesi bile okunmayacak “PKK’yla yapılan kirli pazarlığı açıkla”yla meydanları inletenlere sorma anıdır, bu kan, bu ölümler “barışsız” nasıl duracak ?

Hani konuşulduğunda herkes tek bir ananın, çocuğun  gözyaşı dökmemesi,  bir tek gencin ölmemesi için her şeyi yapmaya hazır ve de nazırdır ya tam da barış hiç olmadığı kadar yakın,   birkaç yasanın değişmesiyle gerçekleşecek “KCK tutuklularının serbestliği” ……, “Terörle mücadele yasasının düzeltilmesi”, ……..,  “ seçim barajının %10 indirilmesi” talepleri de artık evlat acısının, onlarca gencin ölmesinin nedeni olmamalıyken “ne oldu”da baltalar yeniden bilendi.

Ne mi oldu ? Silahlar  susarsa “güçlenen AKP”yle baş edemeyiz” gözlerini öylesine kararmıştır ki, gençlerin ölmemesi için atılacak en ufak bir adımı desteklemektense, her sorunu çözeceklerini iddia ettikleri iktidara gelecekleri güne kadar, her gün daha  daha  gençlerin  canını, kolunu, bacağını kaybetmesini yeğleyeceklerdir.

 İşte, insanı yiyen bitiren de, bir annenin, babanın  musalla taşında yıkanırken son kez  yüzüne baktığında gözlerini açacakmış sandığı oğlu, kızı, canı mezara indirildiğinde üşüyebileceğini bile  akla getiren  inanamamayı,  yaşıtlarını her gördüğünde  “Yaşasaydı O’da 22’sini  bitirecekti”, “Bu yıl evlenecekti"li  yarım kalmışlığı “onlar” iktidar olana kadar  yaşamasını istedikleri gerçeğidir.

Vücuda saplanan bir merminin, bacağı koparan bir mayının nasıl bir acı çektirdiğini tahmin bile edemeyen “Canını, kolunu, bacağını kaybedenlerin kaybettikleri geri gelecek mi? Gelmeyecek. Ateşkes ne işe yarar o zaman”la savaşı kronikleştirmeye çalışan bu bay, bayan  savaşçılara  kalsa  “Kurtuluş savaşı”nı,  40 milyon ölüye   I. , II. Dünya veya ülkelerin iç savaşlarını bitirmek için anlaşanlar, barışanlar savaşı sürdürmediklerinden halkalarına ihanet  etmiş hainlerdir.

Hala ”…. Bir kısım teröristin sünnetsiz oluşu, çok şey ifade ediyor” diyen bir  Başbakan yardımcısına, savaş, şehitlik üzerinde inşa edilmiş lanetli  saltanatlara sahip  majesteleri de, dalkavukları da bilir ki  tankı, topu,  tüfeği, uçağı,  askeri yığacağın  savaş en kolay yoldur.

Zor olansa, belki fikirdaşlarınızla bile karşı, karşıya  gelebileceğiniz,  26 yıldır savaşan her iki tarafın yüreğinde onarılmaz, küllenmez, sımsıcak, hep öyle kalsın diye de körüklenecek, tutuşturulacak acılar,  gözyaşları arasında esirgenmiş “barışı” savunmaktır.

Böyle en derinden, tüketerek, ne çok kırdık, ne  çok  acıttık  birbirimizin canını, sadece “Türkleri” sevdiğinden çarmıh yaralarıyla dolu bu Cumhuriyet’te.Peki, onca günaha,  lekesiz kalabilmiş midir ruhlarımız ?
Kim bilir, kusurlara, suça, onları işleyenlerin gözüyle bakıldığında kimse suçlu, kusurlu değildir önermesiyle, insanların  her şeyde, yaptıklarında  masum sayıldıkları  ikinci bir vatanlarının bulunacağı  bu dünya,  o an senin farkına bile varmamışken, sırtını bir duvara verip, ölen, öldürülen herkese, yaşananlara doyasıya  ağlamalısınız , tanımadığınız  bir şehirde.

Bunca yıl darbecilerin,  emirleri yerine getirenlerin  yargılanmasını engelleyen geçici 15.maddenin yer aldığı Anayasanın yüzleri karartmadığı bu ülkede ama hey!  ben de zaten ne biliyorum ki, generallerin, savaşanların bilmediğinden; hayatın  bir prova olmadığından başka.