18 Ekim 2014 Cumartesi

Hiç bir Kürdün hakkı yoktur



Bu ülke… bu şehir…bu hep bir eksiği olacak hayatlar… ömür ????  hep Eylül…hep Erdal Eren…hep Berkin Elvan… hep Fadıl Kayık…hep Dilar Gencxemiş… hep Hakan Buksur… Delik deşik hayaller, umutlar nasıl da hayat kokar. Yoksa, sonu tutunacak bir toprağa, özgürlüğe varacak uzun bir yolculuğun son cümlesi için mi tüm bu yaşananlar.

Kim bilebilir, ki tahta kapının sesini duyduğumda sacın üzerindeki ekmeği  alıyor olacaktım. Adımların yaklaştıkça kalbim elimde bekleyecektim… “daye…”. Üstümün, başımın ekmek, duman kokmasına hayıflanıp öyle sarılacaktım ki  “daye kurban, yeşil gözlüm….“le sana, canın acıyacaktı. İllaki ağlayacaktım “döndün mü bavemın, temelli?” Kaç kez  o kapı açıldı, kaç kez sarıldım “mala mın” sana…bir bilsen…bir bilsen… kaç kez…. Anladım; barış çok uzaklarda, hayal kurmaksa…Vazgeçtim,  hayallerimden.

Dört bir yanda havan mermileri. Puşimi bastırıyorum kanayan karnına, yeşil gözlerin kaydı kayacak. “Üşüyorum” diyorsun yalnızca “üşüyorum.” Bir kayanın altına gömerken seni, aklımda gerillanın sesinden “bugün benim efkârım var” dinlerken söylediklerin;  “Bağ bozumudur, tarhana kokuyordur evler. Sence …. Heval, bir gün döner miyiz … ?”, “her savaşın sonunda eve dönülmez mi zaten” demiş, gülmüştüm “bak! memleket işte şu tepenin ardında” Eve dönmek… hayal kurmak…çok oldu vazgeçeli.

Yaşama dair  her şey ; Barış, huzur, eğitim, geçinmek,,,,Kürtler için niye  bu kadar zor olmak zorunda ???  NİYE… Tam da her şey  yoluna girecekken sapkın DAİŞ  Kobanê’yi,  Erbil’i kuşatır, katledilirken  kardeşi; sessiz kalabilir, mutlu gün geçirebilir mi insan ?

Hey! 1800’lerde “Her insan, herkes karşısında, her şeyden sorumludur” demiş Dostoyevski’ye nispet yaparak, DAİŞ Kobanê’lilerin toprağına, özgürlüğüne saldırıyor diye sevinen sen! İnsanlıktan ne kadar  uzak bir pozisyonda olduğunu bildiğinden güya Kürt değil de PKK düşmanıymışsın tavrında ırkçılığını  gizleme gayretindeki sen; hani acının dili, dini, ırkı olmazdı?

 6 yaşından 25 yaşına kadar Kürtleri öcü, terörist gösterip katledilmelerini onaylatan kara propagandayla eğitilerek büyütülen sen; neyin sonucu olduğunu bilmediğin, tartışmadığın, kestikleri kafalarla  poz veren, oynayan,  7 yaşındaki kız çocuklarını zevceleyen  IŞID’lilerin saldırılarına sevincin, PKK’ya, YPG’ye  nefretinin nasıl tehlikeli bir ruh hastalığı boyutuna ulaştığının da  işaretidir.  

Üstelik yaptığı tonlarca hata, yaşamı ölümden beter kılan zalimlikleriyle PKK’yı  yaratan da , büyüten de; her vatandaşına eşit mesafede durarak can, mal güvenliğini sağlaması gerekirken tek tipçi faşist ideolojiyi benimseyen Türkiye Cumhuriyeti devletinin ta kendisiyken. Onun içinde devlet ne kadar terörist, eli ne kadar kanlıysa;  eline  silah almak zorunda bıraktığı Kürtlerin örgütü PKK’da o kadar terörist,  eli  de o kadar kanlıdır.

Dönde bir bak! Tarihi masa başında değil kanla, gözyaşıyla yazılmış, kötülük, zalimlik adına yaşanmadık bir şey bırakmamış; asılmış, asit kuyularına atılmış, …, …, köyleri, evleri, malları, tarlaları yakılmış Kürtlere, PKK’ya düşmanlığın sana neler yaptırtıyor. IŞID’den kaçan Türkmenlere, Êzidilere, Hristiyanlara, Şiilere kucak açan; Almanya’nın, ABD’nin silah yardımı yaptığı PKK’ya, YPG’ye düşmanlığından  “IŞID’ de,  PKK’ da terör örgütüdür”,IŞID’i, PKK ya tercih ederim” diyorsun ya sen, kimi tercihe yeltendiğinin farkında bile değilsin.

Sakın, bu  sempatin SS’li Hitler, kara gömlekli Mussolini,…, …, Miloşevic, kontrgerillalı Evren, JİTEM gibi; önüne çıkan kendinden, fikirlerinden, yaşam biçiminden, kültüründen farklı istisnasız  her şeye soykırım yapan IŞID’li  El Bağdadiyi; çok  tanıdık, çok olağan bulduğundan olmasın.

Ama unutma, hepsi de en başında yenilmezdi, dokunulmazdı. Ölüm tüten zaferleri faşizme karşı direnenlerle;  %80’ni Nazilerce işgal edilmiş şehirlerini 199 gün savunan Stalingradlılarla, partizanlarla, …, …,  karşılaşana kadar sürmüş. Delilikleri faşizmin yanlışlığı anlaşılıncaya kadarsa sırf II. Dünya savaşında 20 milyon insan hayatından olmuştur.

Evet,  IŞID’de  kazanıyor; şimdilik, şimdilik.  Herkes,  hepimiz de  ne kadar iyi, günahsız insanlar  olduğumuzu anlatıp duruyor, buna inanıyoruz da. Oysa, görünen o ki iyiliğimiz, günahsızlığımız devletin, örgütün, ailenin, çevrenin formatladığı kadar. Sorgulamıyor, O biatçı formatla  bakıyor, değerlendiriyoruz olayları, insanları.

Daha Barzani “Türkiye’nin Kürt yönetimine silah yardımı yaptığını” açıklamadan, Remzi Kartal “Kobanê’de yaşanacak herhangi bir katliamın sorumlusu ise ABD ve koalisyon güçleri…” dediği halde Türkiye’nin “IŞID’i desteklediği” algısının pekişmesi de bu yüzdendir.

Şimdi, gerçek yerine algılarla hareket edenlerin katliamlarını, linçlerini en iyi bileceklerden  Kürtler; eğer HDP’nin, çözüm sürecinin kazandığı ivmeye, demokrasiye “Kobani” protestolarındaki şiddetin vurduğu darbeyi  “Biji serok Apo”dan “ …. önü katliama açık provokasyona yol açmış olacağız. Taraflar dar çıkar bakışlı inatlaşmaları terk etme durumundadır….”  mesajını almasa öngöremeyecek    durumdaysa, bunun sorumlusu da T.C, devlet midir?

Provokasyon yapılacağını bile bile kendini koruyamayacak kadar küçük ve de çocuk 8 yaşındaki Beşir Ariflerin, 15 yaşında infaz edilen Emre Ekincilerin öldürülmelerini önleyecek saygınlıkta  bir mücadelenin şartı; belki de, artık suçun hep devlete, başkalarına atıldığı kolaycı düşünce, algı yapısından hızla uzaklaşmakdadır.

Ve Gezi’deki devlet terörü karşısında; marketlerin, arabaların, otobüslerin yakılmasını, molotof atılmasını demokratik tepki,  anlayışıyla karşılayanların Kobani protestolarında Kürtlere “Vandal” yakıştırmasıysa ironiden, ayrımcılıktan başka nedir ki.

Sevgi Alıcı’nın (18)  mutfağında yemek yaparken hayatını yitirmesinin nedeni; medeniliğin, demokrasinin, yaşamın kurdu şiddet; nasıl göstericilerin ırkına, mezhebine, statüsüne göre karşı çıkılacak bir olgu değilse; hiç bir kürdün de; sivil, gerilla 100 bin ırkdaşını hayatından etmiş eşit yurttaşlık, özgürlük, demokrasi mücadelesini yağmalama, hırsızlık  vari ahlak dışılıklarla gölgelemeye hakkı yoktur.

 Ulus devletin kendisine yıllarca yaptığını yaparak; kendisi gibi düşünmeyen, davranmayan bir Kürdü “Sık sık sık. Altına sık. Sen ne biçim nişan alıyorsun”la vurmaya, linçe teşvik eden, farklı herkesi ötekileştiren bir Kürdün de, artık; onarılması imkânsız duygusal kırılmalara yol açtığını görme vaktidir.

Tamam, birbirine karşılıklı nefret besleyenlerin barışması kolay değildir. Tamam, devletlerin, örgütlerin, partilerin, herkesin tek derdi haklı çıkmak. Bunun için alçakça yalan söylemekten, manipülasyona başvurmaktan, insanları ölüme atmaktan çekinmiyorlar. İyi de doymadı mı daha bu ülke; onlarca ölü bedenden akan kana.

Ne çok ölümüz var görmüyor musunuz; 3 günde kimin kurşunladığını bile bilmediğimiz tam 34 insan öldü, otuz dört. Ayrıca, iç savaşa sürüklenecek bir Türkiye’nin; hiç kimseye;  ne ortak düşman IŞID’i durdurmaya, ne Ortadoğudaki Kürtlere faydası olmayacağının kanıtı Suriyeli mültecilerin trajedisi göz önündeyken; şiddetsiz, demokratik protesto hakkını kullanma olgunluğu kimseye bir şey kaybettirmez de.

Her can sıkan gelişmede Türk, Kürt siyasetçilerin ”çözüm süreci bitmiştir” tehdidi, şantajıyla namlunun ucuna sürdükleri Barış da; insanı sevgiyle kutsayan Hrant Dinkler, Vedat Aydınlar  neden yoksa bu topraklarda;  o yüzden  yoktur.

Bakma sen Hevalım, kırıklığına, dağınıklığa cümlelerimin. Herkes sırrına vakıf olmuş da hakikatin bir ben  dışında kalmışım vaziyetinde; eninde sonunda bir insanının hayatına kastedeceğinden masumiyeti bitirmiş savaşın ortasında,  barışı savunmak büyük cesaretken; keşke barışın, demokrasinin   “döndün ya…”, “gula mın, çokkk özlemişim”’in bedeli de bu kadar ağır, bu kadar ölümcül olmasaydı.


18.10.2014
Gülsen FEROĞLU


6 Ekim 2014 Pazartesi

Celladımsın ey zaman




 

 

 İnsanın kaderi doğduğu, yaşadığı ülke, coğrafyadır değil mi Hevalım?        Yoksa, dünyanın bir yerlerinde; Paris’te,  Londra’da,  Oslo’da; aşkın, elde kadeh  ‘Summer’ şarkısının, ‘Michelin star restaurants’ların, George Clooney’in,  iPhone 6’nın, bilinmezlerin peşindeyken insanlar; yaşamasaydın Ortadoğuda, bu denli kolay,  bu denli ucuz ölümle çerçevelenir miydi hayat?
 
Doğmasaydın Ortadoğu’da, Türkiye’de; yaşamak bir çocuğun gülüşünde, sevdiceğinin gözlerinde, hanımeli kokusunda, sonbahar rüzgârlarındayken ne işin olurdu senin Hevalım, elde keleş, M-16; Sincar’da, Kobanê’de, Gabar’da. Ne işi olurdu; barbar  İŞID’in evinden, barkından ettiği Êzidilerin, Rojavalıların, Suriyelilerin bir anda mülteci konumuna düşüp horlanacakları Türkiye  sınır kapılarında.
 
Odağına eşit yurttaşlık, fırsat eşitliği, bireyi yerleştirmiş medeni bir ülkede doğsaydın Hevalım; hiç, bu yüzyılda, en doğal hakkın “ana dilinde öğretim” için mücadele etmek zorunda kalır, Mahir Çetin 20 yaşında “Pis Kürtler”le kendisine saldıranlar tarafından öldürülür müydü? Ve heba eder miydin; RTÜK’ün Oscar kazanmış “piyanist” filmini oynatan TV’ye ceza vermesi vari gülünçlüğü aşikâr  onlarca mevzuyla Safiye Sultana ”sözüm ki tek sana geçmez, celladımsın ey zaman” dedirtmiş günleri, ayları.
 
Yaşasaydın medeni bir ülkede; cellatlığına inat zamanını keyifle geçirirken ; İstanbul’da bir çay bahçesinde sohbetteyken Ayla Bulut (66)’la ,  Hülya Bayrak (60)’ın  üzerlerine düşen dişbudak ağacının, Yusuf Kaya’nın  damperi açık bir kamyonun yıktığı üst geçidin altında kalarak öldüklerini, 2,5 milyar dolar yatırımlı Tema Park inşaatının 3000 çalışanın  “Yemeklerimizden böcek ve kurt çıkıyor….”la eylem yaptığını duyduğunda,  belki sen de “ne olacak, 3.dünya ülkesi” diyecek, geçecektin.
 
Tıpkı Tahir Kara,  Hıdır Ali Genç, , …, Bilal Bal’ın  malzeme çıkardıkları  asansörün 32 katan yere çakılmasıyla bedenlerinin parçalandığı iş cinayetini duyan Dünya Ticaret Merkezi müteahhidi Larry Silverstein’nin “New York’da bu tür kazalar ancak 100 yıl önce yaşanırdı.10 İşçinin birlikte öldüğü iş kazaları duyulmuş şey değil” dediği gibi.
 
Gerçi; Faruk Eskioğlu’nun belirtiği “İngiltere’de asgari saat ücreti bu yıl 6.31 sterlinden 6.50’ye çıktı. Bizim toplumda ise ne yazık ki yıllardır 2.5 - 4 sterlin aralığında….”ki ücretle çalışan 15 milyon kişinin  %56 sının  sendikasız olduğu  Türkiye’nin;  iş kazaları sonucu ölümlerde El Salvador ve   Cezayirden  sonraki  dünya 3.üncülüğü kimi, niye şaşırtacaktır ki.
 
İşte, 301 madenci Soma’da katledilmeseydi madenlerde, tersanelerde, inşaatlarda 19 yy. çalışma şartlarının hüküm sürdüğünün ortaya bile çıkamayacağı bu Türkiye’de; sabah, akşam hiçbir sorunu çözmeyen konuşmalar, absürt muhalifliklerle zamanı boşa harcayan; kendine, düşüncesine aşık kimliklerin, grupların, partilerin, liderlerin, STÖ’lerin, sendikaların gözü önünde ölür, onlarca emekçi. 
 
İnşa ettikleri, ortalama 2 milyon TL’ye satıldığından alamadıkları “seçkin yaşam alanları”; rezidanslar, konaklar, kuleler  emekçilerin, ötekileştirenlerin cesetleri, kanları üzerinde yükselirken; her biri bir Towers, plaza, AVM, medya kuruluşu  sahibi Türk burjuvazisinin Impostor sendromuna yakalanmamasıysa, asla bir muamma değildir.
 
Zira bulundukları yere Bill Gates,  Mark Zuckerberg …, …, gibi yaratıcılık,  girişimcilik, inovasyonla, emek sarf ederek değil, devlet eliyle getirilmişlerdir. İttihat ve Terakkinin “Ey Türk zengin ol”; Mustafa Kemal’in de “Kaç milyonerimiz var? Hiç….birçok milyonerlerin hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız” , “…..ticaretin hariç ellerde olmasını engelleyecek … ….bizden tüccarların eline olacaktır”la yönü  belirlenmiş ekonomik sistemin harcına konmuştur; gasp, suç, kayırmacılık, rüşvet, torpil, yolsuzluk….
 
Böylece devlettin bedava arsa, arazi,  ihale, teşvik, kredisiyle desteklenen, tehcir, varlık vergisi politikasıyla da sürülen,  katledilen, 6/7 Eylül’de  linç edilen azınlıkların mallarının gaspı;  halkın yoksulluğu sayesinde servete kavuşturulan  zenginlerse,  kendilerini yaratan ulus devlette, ideolojisine  koşulsuz biat edeceklerdir.
 
Yaratılan bu Sünni, Türk ve de beyaz zenginler, elbette ki burjuvazinin evrensel  “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” şiarından,  kültüründen, estetikten, nezaketten yoksunluktan; efendileri ulus devletin ötekileştiriciliğine, katliamlarına ses çıkarmayıp, burjuva yerine tüccarlığı yeğleyeceklerdir.
 
Değişime, gelişime ne kadar uzaklarsa siyasette de o kadar yakın bu nevi şahsına münhasır beyaz Türk tüccarlar; yıllarca kapalı ekonomi sayesinde halka son kullanma tarihsiz, defolu mallarını yutturacak, sosyal devleti de “hep bana hep bana”yla çöpe attırtacak, …..,  “1 milyon dolardan fazla kazanan herkes en az %30 vergi ödemeli” diyerek Bill Gates’le zenginler üzerindeki vergilerin arttırılmasını savunan, 92 milyarderi infak taahhütnamesi (the giving pledge) imzalamaya ikna eden Warren Buffett’ıysa banal bulacaklardır.
 
Eğitimmiş, kültürmüş, icatmış… mış… mış… hep az parayla çok iş yaptırmanın, hep win/win: kazan kazan derdindeki  bu tüccarlardan kimse; 15.yy’da Leonardo da Vinci, …,  Michelangelo,…,  Galileo Galilei’ye  sponsorluk yaparak  sanatın,  bilimin gelişimine öncü  Rönesans’ı şahlandıran  “ Medici”lerden  olmalarını  beklemese de…
 
Gene de insan, hiç olmazsa; kâr ederken  emekçilerin mücadelesi, teknolojik devrimlerin  itici gücüyle adil gelir dağılımını, farklıya pozitif ayrımcılığı, demokrasiyi benimsemiş gelişmiş ülke burjuvazisinin   gökdelenlerini değil çalışanların ölmeyeceği binalar inşa etme teknolojisini,  iş ahlakını taklit etmelerini istiyor. Âmâ nerde...nerde…
 
Hâlâ da çalışanları özgür, yaşam kaliteleri yüksek değilse yeni bir şeyin keşf edilemeyeceğini, ürettiklerini satamayacaklarını anlamış, bir arada yaşamak isteyip istemediklerini 18 Eylül 2014’te İskoçya referandumundaki gibi halklara soran demokrat burjuvazi; dünyada yükselen değerken,  76 milyonun vergisinin birkaç bin tüccara pay edildiği Türk müesses nizamından  yanadırlar.
 
Oysa bugün şikayet ettikleri AKP iktidarı, binlerce insanın öldüğü 30 yıl süren iç savaş; muhalif ve farklı her kesime, her etnik kökene, mezhebe  karşı devletin faşist tek tipçiliğine, yasakçılığına, katliamlarına, Kürtlere insan dışkısı yedirmiş  zalimliğine, darbelere “evet” demelerinin sonucudur.  
 
Quacquarelli Symonds  2014-2015 dünya üniversite sıralamasında  en iyi 399 üniversite arasına  hiçbir Türk üniversitesinin girememesinin;  inançla bilimi bir tutan vizyonu “neden zorunlu kimya dersi tartışılmıyor ”un ötesini aşamayan Cumhurbaşkanına sahipliğin, bir anda milyarder olan işadamı Ekrem Cengizlerin, akademisyen Yusuf Kaplanların altında da işte bu yatar.
 
 17’sin de bir çocuğu yaşını büyüterek asan darbecilerin adının sokaklara, caddelere verilmesine kayıtsız, işkenceler, katliamlar yapanları, yaptırtanları yalılarında ağırlayıp itibar sağlayan bu tüccarlar yüzünden Kenan Evren, Selim Edes, Engin Civan,  Mehmet Ağarlar  nasıl alnı ak başı dik dolaştılarsa toplumda, bugün de Alp Gürkan, Aziz Torun, Rıza Sarraf, Veli Küçükler öyle dolaşmaktadırlar.
 
Bana burjuvanı söyle sana nasıl bir ülke, toplum olduğunu söyleyeyim önermesiyle her şeyi yapan ve de yapabilecek  kudretteki burjuvaziniz ne kadar adalet sever,  demokrat, özgürlükçüyse toplum, bireyde o kadar adildir, demokrattır…,…,.
  
Bu ülke… bu şehir…bu hep bir eksiği olacak hayatlar… ömür ????  hep Eylül…hep Erdal Eren…Veysel Güney…hep Berkin Elvan… hep  20.07.1998’de gittiği dağda 14.09.1998 tarihinde  öldüğü  20.09.2014 tarihinde açıklanana kadar evladı  Fadıl Kayık’ı sağ sanarak yolunu gözleyen  annesinin kahramanı  olduğu  hüzünlü öyküler…
 
Delik deşik hayaller, umutlar nasıl da hayat kokar. Yoksa, sonu tutunacak bir  toprağa, özgürlüğe varacak uzun bir yolculuğun son cümlesi için mi tüm bu yaşananlar.

 


06.10.2014


Gülsen FEROĞLU