26 Ocak 2011 Çarşamba

Benim için şarkı söyler misin ?


 
Belki de  hayatında ilk defa kocaman açılmış sımsıcak kollar “hoş geldin” dediğinde birilerine, hafif yokuş, Arnavut kaldırımlı, ucunda  denizin gözüktüğü bir yerde, kıyıya vuran  dalgalarla oynaşan havai fişekler, alkışlar, kahkahalar, sarılmalar, gözyaşları arasında kederli  üç hece sonlandıracaktı her şeyi “yıl, bit-ti.”

Çikolata, kuruyemiş, şarap, kekle dolu yılbaşı paketinin kurdelesini çözerken ”Ne kadar iyiliksever bir iş yerin var baba”yla gülümseten de dahil, puslu puslu anımsanacak bitenin ardından başlayanıysa; sağa sola atılmış şişeler, poşetler, meyve kabuklarıyla dolu yapayalnızlığa terkedilmiş  sokaklar karşılayacaktı. 

Diğer günlerden başka bir gün cilası, yılbaşını ister kutlasın, ister kutlamasın öğlene kadar insanları uyuttuğundan, yarısı da yaşanmayacak başlayandan, her şey yenilenmişçesine  hep çok şey beklenir, beklenmesine de; “Yılbaşını en çok akşamdan kalan  bu soğuk mezelerin yendiği sabahı için seviyorum“, “Çok içmişim”,  “Sana demiştim onlar çıkıyorlar..”ı bastıran üst komşunun sonuna kadar açtığı müziğin sesinin sokağa  taştığı, Milli piyango listesine bakılana kadar süren hayallerin yıkıldığı gün ilerledikçe sıradanlık ağır basıp  yeni, güzel, değişik bir şeyle karşılaşılmayınca “kahretsin” sızlanmalarının da ardı arkası kesilmez.

Değişenin, bütünün içinde o gün görülemeyen diğer unsurlar olması, 1 Ocak 2010’daki haberlerin,  1 Ocak 2011’dekine benzerliği; yılın ilk bebeklerinin, yeni yılı karşılayan ülkelerin, en az bir hafta göze sokulacak  gelenekselleşmiş “Taksim’de toplu taciz”, “MOBESE kameralarına işte böyle takıldı”nın  görüntüleri,  yeni yılı daha o gün eskitecektir.

Eskiyen o günde; kendi yaşantılarına burun sokulsa “özel hayat“la ortalığı yıkacak ama herkesin hayatına çekinmeden burnunu sokacakların “O saatte orada işin ne be kadın. Hiç mi 1 Ocak günü gazete okuyup, TV izlemedin.Mavi mini elbisenle zaten de gel beni elle diyorsun”la doldurdukları düşünce baloncukları da havada uçuşur.

Bin yıldır birlikte yaşadıkları  kardeşlerinin katledilip Bitlis’in Mutki ilçesindeki gibi toplu mezarlara gömülmesinin, Gölcük belgelerinin yerine; istihbaratçı kimliğiyle “o saate orada olmakla” tacizi hak eden kadınları tacizleyenleri tespit edip, “33 apaçi gözaltında”yla  sür manşetleyerek  o günü unutulmaz kılansa, her departmanında orta sınıf ve üstü beyaz adamların görev yaptığı  merkez medyanın hür gazetesidir.

Ulu Manitu ? Ugh ! İktidarından, muhalefetine onlarca kişinin Okyanus ötesine gönderdiği selamlar  yerine ulaşınca, dünyadaki herkes gibi Türk soyundan gelen Kızılderili apaçiler de onca selama dayanamayıp vatanlarına dönmüşler işte.

Dönmekle de kalmayıp;  medeniyet götürmek  niyetiyle ayak bastıkları yerlerde derilerinin rengi kendilerinden farklı insanlara kızıl, zenci isimleri takan,  James STEWART’lı , Gary COOPER’lı Western filmlerindeki gibi yakışıklı, kesinlikle de iyi beyaz adamlara nasıl balta, taş, oklarla kafa derilerini soyacak vahşilikte saldırıp rahat huzur, vermemişlerse,  yılbaşı gecesi Taksim’in görkemli bir Times, Trafalgar meydanı olmaması için de  ne gerekiyorsa yapmışlar.

Bu arada beyaz adamın, kendi toprağının yerlisiyken yabancısı ederek köleleştirdiği  “Arkamda yürüme; öncün olmayabilirim. Önümde yürüme; takipçin olmayabilirim.Yanımda yürü;böylece eşit oluruz” mantaliteli Ute kabilesine,  Kızıl  Kurt’a, Sarı Boğa’ya, Yaralı Ceylan’a üstünlüğü teknolojik ilerlemesinde değil, rakip kabilenin kamp yerini göstersin diye  bir şişe ateş suyu, bir varil barut, tütün, incik boncuk karşılığında kılavuzluk ettirdiklerini, birbirine kırdırmasında yatar.

Peki son model cep telefonlarıyla sekiz kişi modfiye bir arabaya doluşup kız tavlayan,  Ankara Crew’in “Şerefsizlik moda olmuş bu devirde / Bu serseri gönlüm çok koymuş birilerine” müziğiyle dans eden, bir kutu jöleyle saçlarını dikleştiren bu apaçilerin yaptıkları; “image marker”ları Gossip Girl, O.C, One Tree Hill, Küçük Sırlar’dan fırlama Serena Van der Woodsen-Su, Chuk BASS-Çetin karakterleriyle dolu Sortie, Lucca, Secret Passion’da görüntü yapıp  “taş gibi hatunları” gözleriyle tacizleyen, tavlamak için şampanya patlatan, arabalarının anahtarlarını sallayan bir alay abazan erkeğin yaptığından çok mu farklıdır ?

Ve  de taciz,  yalnızca kadınların popolarını avuçlamak, göğsünü, bacağını ellemekten mi ibarettir? Ormanları yakmak, dağları bombalamak, Kürt, Ermeni, Rum  çocuklarına “Türküm, doğruyum“ andını, KCK tutuklusu Kürtlere resmi dilin “Türkçe’dir ana dilinde savunma yapamazsını” dayatmak, Hrant’ı öldürtmek, kayıplar, failli meçhuller, başını örteni gerici,  cem evinde ibadet yapanı “İslam dışı”lıkla yaftalamak, 188 cinayet işleyen JİTEM’ci Albay Doğan’nın “kurdurduğu” Hizbullahçıları serbest bırakarak kaçışlarına göz yummak, Balyoz, Orak, Sakal kodlu  darbe planlarıyla,  “ ….savaşı tırmandırın”la insanlara kader çizmek en okkalısından  hayatların, insan haklarının, doğanın, geleceğin katli, tacizi, tecavüzü değil midir  ?

Bunları yapanların ki niye taciz, niye tecavüz  sayılmıyor, haklarında manşet atılmıyor mu diyorsunuz?  Onları; sosyal bir  ayrışmayı da dile getirdikleri sıfat “apaçi”, eşittir kıro, zenci, Kürt, varoş sakinlerinden kaçırdıkları; fırsat eşitliği, adil milli gelir, Transparency İnternational’ın  yolsuzluk algılama endeksine göre 2010’da Liberya, Afganistan, Irak, Hindistan ve Gana’dan sonraki dünya altıncılığının getirdiği giyim, kuşam, eğitim, şan, şöhretle sarmaladıkları beyazlıkları kurtarmaktadır. 

Tacizi,  tecavüzü,  köleliği, katliamı, yalanı öğreten beyaz adamı tacizcilikten  kurtaran o beyazlık; kimde ne varsa, neye sahipse, ne verilmişse, ne miras bırakılmışsa onu kullanacağından, tacizciyle aynı kefeye koydukları, suçladıkları  apaçiler de  yok. Ne yapsınlar ?

İşte bu bir zamanlar sömürgelerinde, ülkelerinde yaptıklarını haklı çıkarmak uğruna  gerçeğe aykırı  bir tarih de yazdıran beyaz adamın soydaşı beyaz Türklerin  yazdırdığı tarihteki şanlı, beyaz  yalanlar da öylesine pompalanmıştır ki beyinlere; tarihlerindeki tacizlere azıcık değinen bir  dizi yapıldığında, bir yazı, kitap yazıldığında “lal” olunacağına, matbaayı 200 yıl yasaklayan Osmanlı’da Padişahlar öyle yaşamamış, sütten çıkmış ak kaşıklarmış,  milletlerde  neredeyse elçiler gönderip “Ne olursunuz önce bizi fethedin”le yalvarmışlar gibi kimden, neyi, niye, neden saklıyorlarsa “Koca ecdad, koca Kanuni öyle değil”le ayaklanacaklardır.

Yedi düvele hükmetmiş bir imparatorluk hakkında  The Tudors tadında bir dizinin,  belgeselin şimdiye kadar  yapılmaması da ayrı  bir sorunsaldır ya neyse.

Efendime söyleyeyim, bu ayaklananlar, dünya alemin bildiği  şanlı tarihlerinin gizlenen; devlet-i aliyenin başkentinde elliye yakın sadrazam öldürten Padişahların öz oğullarını, kardeşlerini boğdurtmasını, fethedilen yerlerde kellelerin uçurulmasını, erkeklerin zorla hadımını,  devşirilmesini,  Sarıkamış faciasını, Ermenilerin tehcirini kısacası tarihlerinin kanlı yönünü  özellikle de günümüzde eşcinseller Amerikan ordusunda cinsel tercihlerini saklamadan görev yaparken “sapkınlık”, “hastalık” saydıkları eşcinselliğin yaygınlığını birileri telaffuz etmese, yazmasa, çizmese gün yüzüne çıkmayacağına inanacak  kadar da biçaredirler.

Gerçeklerden öylesine koparılmışlardır ki  ister valide sultan, ister haseki, ister 1200 cariyeden biri, ister boynunda yumruk büyüklüğünde elmas kolye, parmağında zümrüt yüzük olsun, tek varolma şansları memnun etmek, gözüne girmek için her şeyi yapacakları Padişahın kendilerini seçmesi olan kadınların köleliğindeki,  hareme mahkumluklarındaki sızıyı, erkek egemen dünle, bugün arasındaki “Kulunuz İbrahim Padişahım,  ne buyuruyorsanız”dan  “Emirlerinize amadeyim Paşam, ne buyurduysanız o ”  kadarlık incecik  farkı bile görmek istemeyeceklerdir.

Tuhaf olansa, o farkı görüp konumunu “Biz bu ülkenin zencisiyiz”le belirleyen beğenmediği bir heykeli ortadan kaldırtabilecek güce kavuşup beyaz adam gibi “tez yıkıla” emrini verdiğinde (Haşmetmeabları sevmediyse bittabi yıkılacaktır.), ”…..tıksırıncaya kadar içiyorlar”la da yaşam biçimini, sanatı tacizlediğinde peşi sıra   “…tarihimizi karalayan değil, tarihimizin güzelliklerini gören filmler yapılmalı”yla senaryo yazanlarının akılını tacizleyecek müritleri de dahil herkesin, her kesimin, her apaçinin  içinde yaşattığı “beyaz adam olma” ukdesidir.

Yarı saydam geçmişin, bugünün yalanlarını, vahşetini  ya sevdirtecek  ya   terk ettirecek ya da öldürtecek  beyaz adamın anlamamakta ısrar ettiği şeyse; farklı etnik kökene, mezhebe sahip insanların haklarının gasp edildiği, üniversitesinde “Porno tez”in yasaklandığı, cinselliğin tabulandığı, yoksulluğun, adaletsizliğin, sınıfsal gerilimin olduğu her yerin bir apaçisinin olacağıdır.

Apaçininse anlayamadığı sınıf ta atlasa, ağzıyla kuş da tutsa  evrensel kültürden, demokrasiden yoksun bu ülkenin beyaz adamının gözünde hep apaçi kalacağıdır. 

Bak yine  beyaz adamların, onlara özenenlerin hayatın odağına oturttuğu, hayata da bir artı değer katmayan, 365 gün bozdurup bozdurup harcanacağı şimdiden belli gülünüp geçilmesi gereken “ucube”likler, ölümcül günah boş sözler, yalanlarla geçti bile eskiden  lapa lapa yağan karla gelen Ocak.

Bu Ocak’ta da,  hele de nüfus cüzdanının doğum yeri hanesine Kürtçe ismi yazıldığından vatanının haritasında gözükmeyen bir dağ köyünde doğmuş biriyseniz; kendinizi kullanılmış hissetmekten alıkoyamadığınız ruh halinizi, cezvede elma kabuklarıyla kaynayan tarçınlı kış kokusuyla yatıştırdığınızda,  yakınınızda  da başınızı yaslayacağınız bir omuz varsa,  kırılmışlıklarınızla,  uykuya teslimden önce, belki olmayacağını da bile bile fısıldarsınız “Benim için şarkı söyler misin?”

 Şimdi değil. Ulu Manitu aşkına,  şimdi değilse, hiç, hiç…….