İzin
verilen yere varacak hikâyelerdense Hevalım, artık kendi hikayeni, hikayemizi
yazma zamanı mıdır? Kim bilir ki...kim...
Yeni
yıl Hevalım. Norveçlilerin bağımsızlığının 100. yılı
şerefine Finlandiya’ya dağ hediye edilmesi için kampanya başlattığı bu dünyada,
diyorlar ki Paris’te aşk...diyorlar ki Paris’te yılbaşı başkaymış. Bu taş sana;
duydun mu Ankara… duydun mu Amed...
Sana ahım, figanım Amed; dünü bitiren, bugünü kavuran,
yarını muğlaklaştıran savaşın atası Ortadoğu’daki varlığımızdandır. Gülüşünde bile hüzünlerini saklayan
çocukluğa, gençliğe,
kadınlığa mahkum kalınan bu Ortadoğunun bebeklerindendi, büyüyebilseydi;
vatanım diyeceği toprakta vurulan üç aylık; Miray İnce, bombalanan bir yaşındaki Ecrin Açıkgöz.
Adı Hüseyin
Selçuk’tu, 5 yaşındaydı; vurulduğunda, evinin bahçesindeydi. Adı Bişeng Goran’dı, 12 yaşındaydı sokaktaydı;
vurulduğunda;
kahvaltı
sofrasındaydı 42 yaşındaydı adı Melek Alpaydın’dı. Adı; Sêvê Demir
adı;..., adı;..., adı;...,adı;...,...,
vurulduğunda.....
Vurulan, parçalanan yalnızca bedenleri değildi;
çocuklukları, gençlikleri, kadınlıkları, hayatlarıydı da.
Sonrası;
Türkiye Cumhuriyetinde bugün, her biri devletin, bir
partinin, bir örgütün, bir liderin, bir holdingin, cemaatin ideolojik aygıtı,
dezenformasyonun şahı yapılmış medya, yazarlar, troller sayesinde
labirentlerde kaybettirilen gerçek.
İşte
kitleyi yönlendirecek, etkileyecek mevki, makam, konumlarından dolayı yazıya,
dile döktükleri düşünceleriyle bu gerçeği kaybettirenler;
bir bakarsınız sorunun
ta kendisi, sorun savaşsa savaşın da ayrılmaz parçası oluvermişler. O ândan
itibaren de sorunun çözümü, savaşın bitmesi, kraldan çok kralcı yandaşlıkta
gerçeği saptıranları aşmaya bağlıdır.
Nasıl mı?
Savaşta, bir bebek, bir kadın, bir çocuk öldürülüyor tek önemsenen kim tarafından
öldürüldüğüdür. Memlekette; Twitter’da, Instagramda, Facebookta, gazetelerde,
ekranlarda “o öldürdü, hayır bu öldürdü” heyezanlı, suçu karşıtına yükleme aceleciliğinde
delilsiz; kör, sağır bir yandaşlığın
esareti.
Yandaş
algı için “beklediğim fırsat, nihayet”le, hemen çocuk, kadın, asker, polis,
gerilla; öldürülen kimse ona ait
fotoğrafların eklendiği, iç burkan ”çocuk bu çocuk”lu yazılar, şiirler, capsler,
tweetler, profiller paylaşılır.
Atılan
tweet’e, paylaşılan fotoğrafa, altındaki yoruma bakılır; evet, evet “devlet öldürdü.” Çok emindirler, çünkü tek
tipçi devlet asırdır ötekileştirdiğini öldürmüştür. Diğeri de emindir “PKK öldürdü.” Çünkü tarafı devlet, PKK olan
40 yıldır süren kirli savaş,
kimsede masumiyet bırakmamıştır.
Öldürülenin
failini belirleyince mahalleleri, hayatı enkaza çevirmenin alt yapısını
tamamlamış saydıklarından mıdır “kim
öldürdünün” cevabının ânında “o öldürdü”yle verilmesi, sanki.
Böylece
devletin, PKK’nın yanında saflaşanlar “barış gelsin, yeter, görmüyor musunuz
mahvettik birbirimizi, onlarca insanın da hayatını“ diyeceklerine “katil
devlet”, “katil PKK”yla öldürülen sivilleri; düşmanını köşeye sıkıştırmada,
nefretini kusmada propaganda
malzemesi kullanarak, savaşı her platforma taşırlar.
“Son
terörist temizleninceye kadar operasyon“, ”hiçbir gücün özyönetim alanlarına girmesine izin
verilmeyecek”, “direniş var” söylemiyle terörize ettikleri Türklerin, Kürtlerin
de önceliği artık; insan hakları,
demokrasi, barış, evrensel hukuk değil,
safında yer aldığı tarafın savaşın kazananı olmasıdır.
Şimdi
Miray’ı, Melek’i PKK öldürdü dersem, rahatlayacak mısın eyyy militarist? Sen
Hevalım; devlet öldürdü dersem, sen de rahatlayacak mısın? Ne oldu, ne fark
etti; katil devlet, katil PKK olunca bebeklerin, sivillerin
öldürülmesi normalleşiyor; acılarla, mağduriyetle beslediğiniz savaşınız, meşru
zemine mi oturuyor.
Oysa Sur’da,
Cizre’de, Silopi’de; yaşadıkları şehirde, bir günde mülteci olduysa insanlar; bunun tek sorumlusu savaşanlar ve
yandaşlarıdır.
Onlarca asker, polis onlarca gerilla, çoluk, çocuk, kadının cansız bedenleri
sokaklarda, kar altındaysa, taş da taş
üstünde kalmamışsa; bu gurur da siz savaşanlarındır. O evi de; sizler başına
yıktınız Melek’in, Ecrin’nin.
Sokaklar
ölüm kustuğundan, herhangi bir zaman diliminde; herkesi vurulabilecek bir
kurşunun, bombanın kimin tarafından atıldığının bilinemeyeceği bu lanet şehir
savaşı, sürdürdükçe de; dört mevsim, on iki ayda yine çocuklar, kadınlar,
gençler, yaşlılar öldürülecektir.
Filistin,
Bosna, Suriye, Irak, Kobani’de
hayatından edilen milyonlarca masum gibi onlarca Miray, Ecrin, Melek, Sêvê de; savaşın
kurbanıdırlar. Bunu inandığın, inandırıldığın;
hiç bir yalan, hiç bir gerçek
silemeyecektir.
Ve
“Her şart altında ne yaparsa doğrudur”la devletin terörünü, yasaklarını meşrulaştırmak kadar; belki
biatçılığa karşı PKK’nın dahi istemeyeceği ölçüde “PKK ne yapsa, dese doğrudur”la aynı yanlışa
düşmek, barışa gidecek yolun dinamitlenmesidir. O kadar.
Kendisini çıkmaz yola sokan her şeye sahip çıkma
sendromunda; aynı fikirdeki insanlarla bir arada olmaktan, aynı fikirleri
duymaktan, okumaktan bir türlü bıkmayanlar! Söylesenize, demokratik mücadele,
uzlaşma dururken; Kürtlerin haklı “özyönetim” talebini PKK’nın yaptığı gibi
hendek, barikat, EYP dayatmasıyla savunmak ya da devletin yaptığı gibi
şehirlere tank, asker, polisle girip susturmak mı lazımdı.
Üstelik Suriyeleşmiş bir Türkiyenin; ne
ötekileştirenlere, ne Türklere, ne de
yüreği dört parça bir halk Kürtlere fayda sağlayamayacağının kanıtıyken; İŞID’i
palazlandıran savaşın, Ortadoğu
halklarının trajedilerinin müsebbibi
devletlerin sınırlarından çevirdiği mülteciler; Ege denizinin kıyılarına
vurmuş cansız Aylanlar.
Hem
bir Miray, bir Ecrin daha ölmesin diye
savaştan vazgeçmenin erdemini karartacak başarınızla ne ara, nasıl bu kadar
zalimleştiniz de; onlarca cansız
beden karşısında hâlâ “bu yaşanan ‘faşist, işgalci
T.C’ ya da ‘ihanetçi Kürtler’ yüzünden” suçlamalarıyla, savaşmanızın haklılığını ispatlama derdindesiniz.
Dünya
vatandaşlığını, Murray Bookchin’ni, şiddet sarmalını, diyanetin tuhaf
fetvalarını, bir filmi, bir şarkıyı, bir kitabı
konuşup, tartışabileceğimiz hayatı savaşlarına dövdürenler! Ne çok şeyi
öldürdünüz, ne çok hayatı, ne çok hayali
çaldınız farkında mısınız?
Bir
gün, mümkün olabileceği görülmüş barış ortamından, çözüm sürecinden öncede
yaşanmış bu karşılıklı cinnet hali elbette son bulacaktır. Ama ne yazık...ne
yazık O gün, ölüm, bayağılık, kötülük ekmiş bu gereksiz savaşa, göz göre
göre boyun eğmenin utancı öldürülen
bebekleri, çocukları geri getirmeyecektir.
Nereyi, neyi
dağıtacağı belirsiz rüzgârların tutsağı Amed ! Kucağında tüm kayıplarınla sende, illaki bir gün hikayeni, kendin yazacağın özgürlüğüne kavuşacağından; fotoğraflarda kalan çocukluklara,
faili meçhul bir aşkla kabaramamış gençliklere bakıp...bakıp da...öyle çok
kaybolma kendinde... öyle çok sürüklenme hiçliğe.
Bir olmaza
kapılmışken herkes, bıraksalardı da; biraz da sessizlik konuşsaydı. Ne olurdu,
ne....
15.01.2016
Gülsen FEROĞLU