Bu
Türkler var ya bu Türkler
Bir
şarkı duyarsınız. Bir bakarsınız ki çamaşır yerleştirmek için açtığınız
çekmecenin başında ağlıyorsunuzdur…uzun bir sessizlik olsa… zamanı da durduran;
duymasaydınız harabeye dönmüş Kobanê’de,
Viyan Peyman’nın öldürüldüğünü.
Ahhhh…. Ahhh… onlarca Viyan’ı öleceği, öldüreceği bir savaşa mecbur bırakan bu dünya…bu hayat…
Gencecik evlatlarını toprağa gömenlerin kederleriyle çağıldayan Viyan’nın
klamıyla, yüreğinizin en derinine nakşettiği Kobanê, artık;
sol cenahınızda hep kanamaya devam edecek bir
yaradır.
Ölümün,
gözyaşlarının mücevhermişçesine biriktirildiği bu topraklarda herkeste bilir, payımıza yıllar sonra ders verdiği
köye dönüp payladığı öğrencilerinden özür dileyen Ludwig
Wittgenstein vari aydınlar düşmez de. Yine de
“….Kürtlere ne
veriyorsan, hangi hakkı, hangi güvenceyi tanıyorsan, aynısını ben de
istiyorum..." yazmış E. ÖZKÖK’le aynı düşüncedekileri hak edecek suçlara
imza atmış Türkiye Cumhuriyetinin vicdan yoksunluğu, rahatsız eder insanı.
Demek dün Paris’te “Je suis Charlie”yle
yürümüş kitsch ÖZKÖK’ün ulvi
ruhu, tam da old bay seasoning soslu Main
ıstakozunu ağzına götürdüğünde, Türklerin ezim, ezim ezilmesine dayanamamış, Hayrünnisa Gül’den önce
başlatmış intifadayı.
Adı Amed yapılan şehir-i İstanbul’da bir ömür “ pis Sünni”,
“terörist, bölücü”, “bu Türkler var ya
bu Türkler, kıro mu kıro, cahil mi cahil üstüne de hırsızlar Paşam”ı duyacak E.ÖZKÖK’ün ötekileştirilmeye isyanına kim, nasıl “haksızdır” diyebilir?
Zira, doğumla kazanılan eşit
yurttaşlık hakkın için mücadele edeceğin, “akşama kadar müsaade s..tirin gidin” le köyünden kovulacağın, devletin,
milletin linçine uğrayıp eşitsiz
yarışlarda yenilmek… yenilmek… yoksulluk… yoksullukla geçireceğin öteki hayat; can yakar… acıtır…acıtır...
sen de acıtırsın sonunda.
İroni bir yana; elde veri olmadığından Türkiyenin yaklaşık %20’sini ya da daha fazlasını oluşturan Kürtler, Çerkezler, Gürcüler, Aleviler,…,…,…, demokratik ülkelerdeki gibi her yerde aynı oranda temsil ediliyorlarmış
gibi “ne istediniz de olmadınız “ çıkışlı Erdoğan’nın, beyaz Türklerin, Mustafa
Kemalin askerlerinin ötekiliğe öykünmeleri, nasıl travmatik bir ideoloji, bir
ruh taşıdıklarının da izahıdır.
Şimdi, asırdır ve hâlâ Türkiye üzerindeki etkinliklerini
yitirmemiş; Forbesin en zengin 100 Türk
listesinin kadroluları, Plazalarda, Towerslarda en yüksek maaşlı işlerde
çalışan beyaz Türkler için hayat; AKP hükümetleri zamanında da aynı seyrinde
devam etmedi mi; bir ayakları Avrupa, Amerika, Asya’da en güzel tatil
yerlerini, en lüks restoranları, cafeleri doldurmadı mı bunlar?
Ultralığına inandıkları düşüncelerini dinleyip, sevdalarını, terk edilişlerini, yediklerini, içtiklerini, gittikleri
restoranları, barları, filmleri, çocuklarının
büyümesini TV’lerde seyrederek, köşelerinde
okuyarak tüketmedik mi yılları?
Bir tek, arkalarında ya
Padişahın ya devletin gücü Osmanlı’nın zevk-ü sefasını sürmüş, Cumhuriyettin de
seçkini olmuş dedelerinin, ebeveynlerinin;
mübadeleye, tehcire zorladıkları Rumların, Ermenilerin mallarını gasp
ederek, devlet olanakları peşkeş çekilerek zenginleşmelerinden söz etmeyecekleri hayatlarına, imrenmedik mi
çoğumuz?
Bahşedilen imtiyazlarla medya, sanayii, bürokrasi, güzel sanatlar
dahil bütün kurum, kuruluşlara çöreklenerek
Cumhuriyetin siyasi, ekonomik, kültürel kodlarını
belirledikleri hey gidinin günleri, hey! Onlarca E.ÖZKÖK’ün komutasında;
kararname, yasalarla ne giyinilip, giyinilmeyeceğine, hangi dilin
konuşulacağına, dinlenecek müziğe, kimin
ne zaman terörist, hain, şeriatçı,
hırsız sayılacağına karar verilen o mutlu günler.
Hani devran dönmese, teknolojik, bilimsel gelişmeler tek tıkla
bilgiye ulaşmayı getirmese, kahrolası sınırlar, duvarlar peş peşe yıkılmasa,
demokrasi, bireyin özgürlüğü şahlanmasa, otoriter,
zülümkar sistemlerine ufacıcık bir dokunuşa ihtiyaç
duymayacak derecede bir memnuniyet ki hayatlarından sormayın.
O memnuniyetle nesilden nesile taşıdıkları “kendi tarafınızdaki ne
yaparsa, yapsın sahiplen” anlayışı; ulus devletin onlarca Topal Osmana, Yeşile
cinayet işleten, katliam yaptırtan ideolojisine, bir partiye, lidere angaje tetikçi gazeteciliği, askere, hükümete
selam duran yazarı, hakimi, savcıyı gösterecekti bu “yalnız ve güzel” ülkeye.
Bu güzel ama niyeyse yalnız
ülkenin en büyük bahtsızlığı mı? Çağdaşlığı, fırsat eşitliği, adil gelir
dağılımı, insan hakları, demokrasi yerine yaşam biçimine; bir kadeh şaraba,
baştaki şapkaya, smokine indirgeyen aydınlara sahipliğidir.
“Bak, bak şu cahile” modlu, aşmış kibirleriyle herkesi
ti’ye alan “makbul insan olsaydınız 7.sıradan
aday gösterilmezdiniz“le aşağılayan,
“Nagehan gibi karılar “, “cadaloz mahalle karısı düzeyinde” tabirleriyle cinsiyet
ayrımcılığına zirve yaptırtan
onlarca gazeteci, yazar, sanatçı; Mirgünler, Enginler, Şirinler….
Yargıç edalarıyla başkası kullansa ne kültürsüzlüğü, ne “bu neyin kafası
arkadaş”lığı, ne “kadınlara düşman şeriatçılığı” kalacak
sözlerine, yazılarına “entelektüel dışa vurum” kılıfını geçirecek kadar cin. Toplam servetin %54’nün
%1’lik kesimin elinde toplandığı, her
şeylerini de borçlu oldukları Türk müesses
nizamına muhalif olamayacaklarından; nice Erdal İnönünün, Tansu Çillerin, Kemal
Dervişin, “en eğitimli” darbecilerin yönetiminde hiçbir sorunun çözülmediğini
gözden kaçırarak; muhalifliği sitem yerine kişilere, partilere yöneltecek kadar
da sinsidirler.
Ama
çok sürmez; ister doktora yapmış, ister CEO, profesör, isterse de en çok okunan köşe yazarı, anchorman
olsunlar; tek bir söz, davranış üstenci, cool makyajlarını
akıtarak, “tu kaka”ladıklarıyla
aynı ahlak ve eğilimlere sahipliklerini ortaya çıkarıverir. Muhtemeldir ki o ân
Atatürk’ün “Türk milleti zekidir“
sözlerini unutup “…Türk milleti ve
okumuşları fevkalade cahildir… …mesela Gürcüyse Gürcüce bilsin ….” , “b..k kurarlar” tespitli Prof. Dr. İlber Ortaylı gibi.
Türkçeyi,
Sünniliği, Türk geleneğini dayatan ulus devletin Gürcü, Çerkez, Roman, Kürt, Ermeni, Alevinin
kültürünü, dilini, geleneğini, dinini yok sayarak, her sabah kafalarına vura
vura söylettiği “Türküm, …,” le yaptığı
asimilasyonu görmeyen; Gürcü niye Gürcüce bilmiyor, Kürt
niye Türkçe konuşuyor diyerek;
asimilasyonun bedelini yapana değil
uğrayana yükleyen bir bilim insanının,
gerçeği, tarihi nasıl yorumlayacağını
varın siz düşünün.
Önlerine geleni azarladıkları savruk kişilikleri, mühtezi
gülümsemeleriyle sanırsın vizyonları, icatları, felsefeleri kâinatı
aşmış ta bir “bidon kafalı halk” kalmış
gerilerinde. Oysa, ağıza gelen her şeyin
görgü, kural tanımadan söylenerek
birbirine saygısızlığın “ooooo nasıl da oturttu, ayar verdi ”yle trendi topic yapılması bile, evrensel
tanımına uygun ötekileştirilenden, ezilenden, barıştan yana saf tutacağına
toplumunu dışlayan aydınlar sayesindedir.
İyi de nedenini sorgulamadan cahillikle ithamladıkları bir toplumun bağrından kopacak
aydının, liderin kaliteli, naif olmasının mümkünsüzlüğünde; sırf Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyoruz diye aydınların; sabah,
akşam hepimizi aşağılamalarına, nezaketsizliklerine, hakaretli üsluplarına
muhataplığımızın sonu hiçç gelmeyecek mi? Başka sorum yok sayın yargıç!
Aydın olmanın cahil olmaktan
çok daha zor olduğu Türkiye’de, Irakta, Yemende, Suriye’de, Ruanda’da;
oralarda, bir yerlerde insanlar birbirini öldürüyorken; bir ân, seçimi hangi
partinin kazanacağı, mesleki kaygılar, akşama ne yemek yapılacağı, açacak
leylaklar nasılda önemsiz bir teferruat gözükür insana.
Kaybedilen hayatlarla gece yine güne döndüğünde; Kobanê’de bir Viyan; Ağrı’da
bir Cezmi daha ölür Hevalım. Param parçalığınız;
resimlere düşen gözyaşlarınızla yalnız bir yakarıştır, kimselere
anlatamadığınız.
Gülsen
FEROĞLU
2.05.2015