2 Mayıs 2015 Cumartesi

Bu Türkler var ya bu Türkler


Bu Türkler var ya bu Türkler

 

 

Bir şarkı duyarsınız. Bir bakarsınız ki çamaşır yerleştirmek için açtığınız çekmecenin başında ağlıyorsunuzdur…uzun bir sessizlik olsa… zamanı da durduran; duymasaydınız harabeye dönmüş Kobanê’de,  Viyan Peyman’nın öldürüldüğünü.

 

Ahhhh…. Ahhh… onlarca Viyan’ı öleceği, öldüreceği  bir savaşa mecbur bırakan bu dünya…bu hayat… Gencecik evlatlarını toprağa gömenlerin kederleriyle çağıldayan Viyan’nın klamıyla, yüreğinizin en derinine nakşettiği Kobanê,  artık;  sol cenahınızda hep kanamaya devam edecek bir yaradır.

 

Ölümün, gözyaşlarının mücevhermişçesine biriktirildiği bu topraklarda herkeste bilir, payımıza   yıllar sonra ders verdiği köye dönüp payladığı öğrencilerinden özür dileyen Ludwig Wittgenstein vari aydınlar düşmez de. Yine de   “….Kürtlere ne veriyorsan, hangi hakkı, hangi güvenceyi tanıyorsan, aynısını ben de istiyorum..." yazmış E. ÖZKÖK’le aynı düşüncedekileri hak edecek suçlara imza atmış Türkiye Cumhuriyetinin vicdan yoksunluğu, rahatsız eder insanı.

 

Demek dün Paris’te “Je suis Charlie”yle yürümüş kitsch ÖZKÖK’ün ulvi ruhu,  tam da old bay seasoning soslu Main ıstakozunu ağzına götürdüğünde,  Türklerin ezim, ezim ezilmesine  dayanamamış, Hayrünnisa Gül’den önce başlatmış intifadayı.

 

Adı Amed yapılan şehir-i İstanbul’da bir ömür “ pis Sünni”, “terörist,  bölücü”, “bu Türkler var ya bu Türkler, kıro mu kıro, cahil mi cahil üstüne de hırsızlar Paşam”ı  duyacak E.ÖZKÖK’ün  ötekileştirilmeye isyanına kim,  nasıl “haksızdır” diyebilir?

 

Zira, doğumla kazanılan eşit  yurttaşlık hakkın için mücadele edeceğin,  “akşama kadar müsaade s..tirin  gidin” le köyünden kovulacağın, devletin, milletin  linçine uğrayıp  eşitsiz yarışlarda yenilmek… yenilmek… yoksulluk… yoksullukla geçireceğin öteki hayat; can yakar… acıtır…acıtır... sen de acıtırsın sonunda.

 

İroni bir yana; elde veri olmadığından Türkiyenin yaklaşık  %20’sini ya da daha fazlasını  oluşturan Kürtler,  Çerkezler, Gürcüler, Aleviler,…,…,…,  demokratik ülkelerdeki gibi  her yerde aynı oranda temsil ediliyorlarmış gibi “ne istediniz de olmadınız “ çıkışlı Erdoğan’nın, beyaz Türklerin, Mustafa Kemalin askerlerinin ötekiliğe öykünmeleri, nasıl  travmatik bir ideoloji,  bir  ruh taşıdıklarının da izahıdır.

 

Şimdi, asırdır ve hâlâ Türkiye üzerindeki etkinliklerini yitirmemiş;  Forbesin en zengin 100 Türk listesinin kadroluları, Plazalarda, Towerslarda en yüksek maaşlı işlerde çalışan beyaz Türkler için hayat; AKP hükümetleri zamanında da aynı seyrinde devam etmedi mi; bir ayakları Avrupa, Amerika, Asya’da en güzel tatil yerlerini, en lüks restoranları, cafeleri doldurmadı mı bunlar?

 

Ultralığına inandıkları düşüncelerini dinleyip,  sevdalarını, terk edilişlerini, yediklerini, içtiklerini,  gittikleri  restoranları, barları, filmleri, çocuklarının büyümesini TV’lerde seyrederek, köşelerinde okuyarak tüketmedik mi yılları?

 

Bir tek,  arkalarında ya Padişahın ya devletin gücü Osmanlı’nın zevk-ü sefasını sürmüş, Cumhuriyettin de seçkini olmuş dedelerinin, ebeveynlerinin;  mübadeleye, tehcire zorladıkları Rumların, Ermenilerin mallarını gasp ederek, devlet olanakları peşkeş çekilerek zenginleşmelerinden  söz etmeyecekleri hayatlarına, imrenmedik mi çoğumuz?

 

Bahşedilen imtiyazlarla medya, sanayii, bürokrasi, güzel sanatlar dahil bütün kurum, kuruluşlara çöreklenerek Cumhuriyetin siyasi, ekonomik, kültürel kodlarını belirledikleri hey gidinin günleri, hey! Onlarca E.ÖZKÖK’ün komutasında; kararname, yasalarla ne giyinilip, giyinilmeyeceğine, hangi dilin konuşulacağına, dinlenecek müziğe,  kimin ne zaman terörist, hain, şeriatçı,  hırsız sayılacağına karar verilen o mutlu günler.

 

Hani devran dönmese, teknolojik, bilimsel gelişmeler tek tıkla bilgiye ulaşmayı getirmese, kahrolası sınırlar, duvarlar peş peşe yıkılmasa, demokrasi, bireyin özgürlüğü şahlanmasa, otoriter, zülümkar sistemlerine ufacıcık bir dokunuşa ihtiyaç duymayacak derecede bir memnuniyet ki hayatlarından sormayın.

 

O memnuniyetle nesilden nesile taşıdıkları “kendi tarafınızdaki ne yaparsa, yapsın sahiplen” anlayışı; ulus devletin onlarca Topal Osmana, Yeşile cinayet işleten,  katliam yaptırtan  ideolojisine, bir partiye, lidere  angaje tetikçi gazeteciliği, askere, hükümete selam duran yazarı, hakimi, savcıyı gösterecekti bu “yalnız ve güzel” ülkeye.

 

Bu güzel ama niyeyse  yalnız ülkenin en büyük bahtsızlığı mı? Çağdaşlığı, fırsat eşitliği, adil gelir dağılımı, insan hakları, demokrasi yerine yaşam biçimine; bir kadeh şaraba, baştaki şapkaya, smokine indirgeyen aydınlara sahipliğidir.

 

 

 “Bak,  bak şu cahile” modlu, aşmış kibirleriyle herkesi ti’ye  alan “makbul insan olsaydınız 7.sıradan aday gösterilmezdiniz“le  aşağılayan, “Nagehan gibi karılar “, “cadaloz mahalle karısı düzeyinde” tabirleriyle  cinsiyet  ayrımcılığına  zirve yaptırtan onlarca gazeteci, yazar, sanatçı; Mirgünler, Enginler, Şirinler….

 

Yargıç edalarıyla başkası kullansa ne kültürsüzlüğü, ne “bu neyin kafası arkadaş”lığı, ne “kadınlara düşman şeriatçılığı”  kalacak  sözlerine, yazılarına “entelektüel dışa vurum” kılıfını geçirecek  kadar cin. Toplam servetin %54’nün  %1’lik kesimin elinde toplandığı, her şeylerini de borçlu oldukları Türk müesses nizamına muhalif olamayacaklarından; nice Erdal İnönünün, Tansu Çillerin, Kemal Dervişin, “en eğitimli” darbecilerin yönetiminde hiçbir sorunun çözülmediğini gözden kaçırarak; muhalifliği sitem yerine kişilere, partilere yöneltecek kadar da sinsidirler.

 

Ama çok sürmez; ister doktora yapmış, ister CEO,  profesör, isterse  de en çok okunan köşe yazarı, anchorman olsunlar; tek bir söz,  davranış üstenci, cool makyajlarını  akıtarak,  “tu kaka”ladıklarıyla aynı ahlak ve eğilimlere sahipliklerini ortaya çıkarıverir. Muhtemeldir ki o ân Atatürk’ün “Türk milleti zekidir“  sözlerini unutup “…Türk milleti ve okumuşları fevkalade cahildir… …mesela Gürcüyse Gürcüce bilsin ….” , “b..k kurarlar” tespitli Prof. Dr. İlber Ortaylı gibi. 

 

 

Türkçeyi, Sünniliği,  Türk geleneğini  dayatan ulus devletin   Gürcü, Çerkez, Roman, Kürt, Ermeni, Alevinin kültürünü, dilini, geleneğini, dinini yok sayarak, her sabah kafalarına vura vura söylettiği  “Türküm, …,” le yaptığı asimilasyonu görmeyen; Gürcü niye Gürcüce bilmiyor,  Kürt  niye  Türkçe konuşuyor diyerek; asimilasyonun bedelini  yapana değil uğrayana yükleyen bir bilim insanının,  gerçeği, tarihi  nasıl yorumlayacağını varın siz düşünün.

 

 

Önlerine geleni azarladıkları savruk kişilikleri, mühtezi gülümsemeleriyle sanırsın vizyonları, icatları, felsefeleri kâinatı aşmış ta  bir “bidon kafalı halk”  kalmış  gerilerinde. Oysa, ağıza gelen her şeyin görgü, kural tanımadan  söylenerek birbirine saygısızlığın “ooooo nasıl da oturttu, ayar verdi ”yle  trendi topic yapılması  bile,  evrensel tanımına uygun ötekileştirilenden, ezilenden, barıştan yana saf tutacağına toplumunu dışlayan aydınlar sayesindedir. 

 

İyi de nedenini sorgulamadan cahillikle ithamladıkları bir toplumun bağrından kopacak aydının, liderin kaliteli, naif olmasının mümkünsüzlüğünde; sırf Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyoruz diye aydınların; sabah, akşam hepimizi aşağılamalarına, nezaketsizliklerine, hakaretli üsluplarına muhataplığımızın sonu hiçç gelmeyecek mi? Başka sorum yok sayın yargıç!

 

Aydın olmanın cahil olmaktan çok daha zor olduğu Türkiye’de,  Irakta, Yemende, Suriye’de, Ruanda’da; oralarda, bir yerlerde insanlar birbirini öldürüyorken; bir ân, seçimi hangi partinin kazanacağı, mesleki kaygılar, akşama ne yemek yapılacağı, açacak leylaklar nasılda önemsiz bir teferruat gözükür insana.

 

Kaybedilen hayatlarla gece yine güne döndüğünde; Kobanê’de bir Viyan; Ağrı’da bir Cezmi daha ölür Hevalım. Param parçalığınız; resimlere düşen gözyaşlarınızla yalnız bir yakarıştır, kimselere anlatamadığınız.

 

 

Gülsen FEROĞLU

2.05.2015