20 Ağustos 2015 Perşembe

Duydunuz mu Barışı vurmuşlar Siirt'te




Gün gelecek sebebi olmadıkları savaşın günahsızları; hasretlerini, sevdalarını, güzel gülüşlerini durgun sabahlara, naif barışlara sakladığımız Zdenekler, Viyanlar, Kağanlar gibi seni de vuracaklar Ey savaş! Bekle…bekle


Duydun mu Ey savaş! daha vurulmadığından dün yine adına “er”  denilen; Facebook’a  “kaldı yedi gün bir tanesi, sana kavuşmama yedi gün”, Twitter’a “benim bir gün Ahmet Kaya konserine gitme ihtimalimi çalan ülkesin sen Türkiye!” yazmış Doğan Acar (22), Barış Aybek (21) öldürüldü. Duydun mu Ey savaş! dün yine adına terörist, gerilla denilen; ne düşünmüşler, ne yazmışlar bilmediğimiz  Emrah Aydemir (15), Fırat Elma(16)  da öldürüldü.


Hangi politik düşünceden, hangi dinden, mezhepten,  ırktan, meslekten olursa olsun bedelini canıyla ödemek zorunda bırakılan adına; er, Mehmetçik adına; terörist, gerilla adına; sivil denilenlerin tek talihsizlikleri; savaştan başka bir şey görmeyecekleri Ortadoğuda dünyaya gelmeleriydi.


Peki bu savaşçı Ortadoğu’da; günü gelmeden insan eliyle gençlikleri sonlandırılan onlarca Barış’ın, Emrah’ın vatanları Türkiye’de; savaşanların her geçen gün dozunu daha da  arttırdıkları nefretle birbirini öldürmekten zevk duyan bir toplum  söylesenize;  ne zamana kadar böyle öfkenin,  intikamın  pençesinde yaşayabilir? Ne zamana kadar “vatan sağ olsun”, “kana kan”, “demokrasi”, “özgürlük“, “barış” sloganlarının arkasına saklanabilir savaşın; hayat yıkıcılığını.


Bugün yaşananların, bu olanların aynısı 85, 30, 20  yıl önce de yaşandı, oldu;  bombalar atıldı dağlara; ormanlar, köyler yakıldı. OHAL ilan edildi, operasyonlar düzenlendi, Kürtler tutuklandı. Pusular kuruldu, mayınlar patlatıldı; karakollar basıldı, askerler, memurlar kaçırıldı, yollar kesildi. Kürtlük, Türklük, aidiyet, ideoloji insan canından daha çok önemsendiğinden “benden mi,  değil  mi “ diye bakılan 100 bine yakın  asker, gerilla, sivil  hayatını kaybetti.


O günlerde de onlarca Erdoğan “…yüzlerce teröristi askerimiz, polisimiz aslında gömmüştür. Yeterli mi yeterli değil…” ,  onlarca  Prof. Atilla Şentürk “… Her şehidimize karşılık bir HDP milletvekili indirilmeli.”,  onlarca Kürt de  “…. faşist devletin tüm kurumları …. meşruiyetini kaybetmiştir. Özyönetim…..”  demedi mi?


Demokratik, medeni bir ülkede ırkçılıktan, nefret suçundan ceza aldıracak Facebook, Twitter, Youtube’da  “PKK’lı leş işte burada gebertildi”, “Kürt halkının gözü aydın, 4 it soyundan it gebermiş” söylemlerini paylaşmadı mı insanlar. Hem de  ertesi günün  sevdiğinin ölüm haberini getirebileceğini bile bile.


İşte, birbirlerinin günahlarını yarıştıran insanları, insanlığından çıkaran, kurşunlanmış masum bedenleri üst üste yığdıran savaş  böyle bir şeydir Matmazel! Varlığını karşıt gördüğünü yok etmek üzerine kuran, ölenin kimliğine, ırkına, görüşüne göre değer kazandıran ya da değersizleştiren faşizmin kucağına oturtur da en hümanist insanı;  farkında bile olmaz.


Bir zamanlar Bulgaristan’da Türkleri, Almanya’da Yahudileri,   Bosna’da Boşnakları, Türkiye’de hâlâ; Ermenileri, Kürtleri, Dersimlileri, mütedeyyinleri, sosyalistleri  “ama onlarda,  ama bunlarda şunu yaptılar“la suçlayarak yarattığı karşıtına yapacağı vahşete sebepler bulan faşizm;  suçlu ilan ettiği gözünün önünde dursun istemez.  O yüzdendir işte Auschwitz-Birkenau toplama kampları, Srebrenica,  Ziverbey Köşkü, Mamak,  Diyarbakır cezaevleri. Sonra da gelsin; SS  komutanı Amon Leopold Goethler,  Sırp kasabı  Ratko Mladoviçler.


Beyaz adamların, Almanya’nın, Sırpların gücünü, üstünlüğünü göreceksiniz diyenlerin, SS’lerin, Sırp milliyetçilerinin lanetle anıldığını gösteren, ABD’yi siyahi başkanın yönettiği dünyanın ulaştığı noktadan habersiz; bizim de Amonlarımız vardır Matmazel; Yüzbaşı Esat Yıldıranlar, “90 kişi öldürdüm tetikçi değil Ramboyum ben“le övünen Ayhan Çarkınlar; Yüksekova’da bir şantiyede gözaltına aldıkları 52 Kürt işçiye  “Türkün gücünü göreceksiniz”le savurdukları tehdidi videoya çeken Özel Harekâtçı Türkler.


Videodaki Türkiye devletine değil dışındaki bütün ırkları ötekileştiren ”Türk”e etnisiteye vurgu yaparak, üstün millet zihniyetini açığa vuran “Türkün gücü” cümlesi vardı ya Matmazel işte o cümleydi; sadece duymak istediklerini duyan fanatiklikte farklı dine, ırka, görüşe sahip insanların karşı şiddetini, terörünü yaratan, olağanlaştıran.


IŞID’in herkese, İsrail’in Filistinlilere zulmünü gösteren videolar gibi heyecanla gösterime konulmuş videodaki o sahneler;  faşizm temalı Schindler’s List ya da La Vita è Bella filmlerinden kopmuş gelmişçesine öylesine de tanıdıktır ki. Bir de tek tipçi despot ulus devlet zihniyetinin gerçek yüzünün görünmesi istenmediğindendir “Bakma lan bana! herkes yere baksın” narası. “Ne yaptı lan size bu devletin“ cevabıdır da; ters kelepçeli, şortlu, terlikli işçilere silah doğrultularak gösterilen  “Türk gücü.”


İstiklal Mahkemeleri kararlarında, Seyit Rıza’nın, Menderesin, Denizin, 17 yaşında Erdal’ın boyunlarına geçirilen urganlarda, Uğur Kaymaz’ın bedenindeki 12 kurşunda, 6-7 Eylül’de, Maraş’ta, Roboski’de insanları katleden nefrette, Berkin’e, Ali İsmail’e yapıştırılan terörist damgasındaki maskelerin ardıydı  o güç.


İlk defa o Türk gücünü sorgulatan da, bugün bir 30 yıl daha savaştan kaçınmayacaklarını gördüğümüz taraflarının; siyasi, askeri güçlerini sınayacakları yeni bir savaşa hazırlık sürecine dönüştürerek; ki herkesin birbirine tahammül ettiği, demokratik bir Türkiye’nin mimarı olacakken; heba ettikleri çözüm süreciydi.


Şimdi hayata dair her şeyi;  adaletsizliği, kadın cinayetlerini, güzel bir yemeği,  sevdayı teferruat yaptıracak savaş ne ki, ölünür diyorsunuz ya Türk, Kürt;  “vatan için”, “tutsak halkım için” hiç evladınızın kokusunu aradınız mı kanlı elbisesinde? Gülen yüzünün artık fotoğraflarda kaldığı gerçeği yaktı mı yüreğinizi, yıkıp geçti mi hayatı?  Her kapı, her telefon çaldığında öldüğünü unutup fırladınız mı “geldi” diye? Kaç gece nereye düştü diye kaygılandınız, uyuyamadığınız bomba, kurşun seslerinden?


Her türlü canavarlığı mubah kılan savaşın ahlaksızlığını, merhametsizliğini; astsubay Ziya Sarpkaya (27)’yı ATM’den para çekerken arkadan vuran elde; gerilla Ekin Wan’nın (25) Varto’da çırılçıplak sokağa atılan naaşında hâlâ  mı göremediniz?


Yılları hepimize dar edenlerin namlunun ucuna sürdükleri acımasız,  kör nefretten  göremediğinizi, duyamadığınızı  anladığından mıydı;  Barış Aybek’in daha 21 yaşında “Ben dokunamıyorum…Yazdıklarım dokunsun..!" satırlarından akan hüzün.

Hâlâ mı duymadınız,  dün yine 18 bin TL bedelli askerlik parasını yatıramayan erleri, Siirt’te de Barış Akan’ı vurmuşlar. Duymadınız mı hâlâ, Diyadin’de çalıştığı fırında vurmuşlar Emrah’ı.


Yalnızca yeni zenginler, yeni katiller üretecek savaşın içine Barışın sığması ne kadar da acı… bir zamanlardan ne kadar da uzak. Dünya mı? Biter, bazen.

Gülsen FEROĞLU
20.08.2015



6 Ağustos 2015 Perşembe

Gün gelir, seni de vururlar ey savaş



Hayatın celladı, ölümün sevdalısı  “her savaşın ilk kurbanı hakikattir”  yazmış Kipling’e hak verircesine ne dün vardır elinde Hevalım,  ne de yarın. Güne ölüm haberleriyle başlanan Ortadoğuda tarih  de  işte böyle;  savaş, vahşet, kanla  yazılıyor Hevalım.

Savaş dâyîka mın savaş; atılan bir kurşun,  patlatılan bir bomba, mayınla bir ânda üzerine titrediğiniz “bir tanenizi” elinizden alacak savaş; “Dünya gözümde Kerbeladır”  yapacağı ömrü;  “yavrum, kuzum” ağıtlarıyla tükettirecek zalimliktedir.


Düşünsenize dün katledilen öğrenci Ece Dinç,  er Kağan Kandemir,  HDP’li Sezai Yaşar’la siz;   “ Allahım, bu ne sıcak” serzenişinde belki aynı büfeden  soğuk su alırken karşılaşmışsınızdır. Belki onlarda sizin gibi “şimdi deniz kenarında çay içmek vardı”yı düşünmüş,  belki  etin, meyvenin pahalılığından konuşmuş,  belki  internet paketi bittiğinden bakmamışlardır mesajlarına.
 
 
Güne, geceye, hayata dair  sizin, senin yaptığını yapan, düşündüğünü düşünen Suruç’ta katledilen 32 candan adı: Ece Dinç (22), Okan Pirinç (18)  savaşta katledilen adı: polis Feyyaz Yumuşak (25),  er Kağan Kandemir (21), HDP’li Sezai Yaşar (26), HPG’li Ümit Turan (19),..,…,,, hepsi bizim insanımız, bizim evlatlarımızdı. 


Savaştığına en büyük zayiatı verme isteğinin ahlaksızlığa mahkûm ettiği savaşta; atılan her kurşun, patlatılan her bomba “zaferler kimin olursa olsun, mutlaka bir annenin yüreğini (Hristo Botev) ” bulduğunda, insan da ölüm bu kadar kolay, bu kadar kalleşçe “olmamalı”yı  düşünmeden edemez.

Ama dâyîka mın, kan, barut kokulu harabe şehirler, açlık, ağlayan çocuklar,  kopan bacaklar, kollar; çirkinliğe, kötülüğe dair ne varsa hepsini barındıran savaşın; vicdanı, merhameti olmaz değil mi?

Lâkin, madem benden değil, benim gibi düşünmüyor, konuşmuyor, giyinmiyor, ibadet etmiyor o zaman her türlü zulmü, yok edilmeyi hak ediyor zihniyetini vatandaşına aşılayan  ulus devletin, ideolojisinin birbirine düşman ettiği ırklara, dinlere, düşüncelere mensup insanlar için savaş, ölmek, öldürmek öylesine  ahlak yüklü, öylesine de olağandır ki.

Bu kırmızı çizgisi bol savaş sever insanlar aynı zamanda; kendinden olmayan her şeyden nefreti de öğrendikleri devletin insanlık suçu politikalarının, Ermenilerin, Rumların, Kürtlerin, Alevilerin,  devrimcilerin, mütedeyyinlerin; tehcir, 6/7 Eylül, Dersim, Madımak, Roboski, Suruç vari onlarca katliamla, darbeyle zindana çevirdiği hayatlarının da acımasız seyircileriydiler.

Onlarca seyircinin gözü önünde; Türkiye Cumhuriyeti devletinin, dilini, kültürünü yasakladığı Kürtlere Diyarbakır cezaevinde, Yeşilyurt’ta b..k yediren insan dışılığı, hukuksuzluğu; köy yakmalı,  failli meçhullü  terörü;  PKK’nın, dağlara çıkılmasının, 35 yıl süren iç savaşın  nedeniydi de.


Resmi tarihinin 50 yılına savaşı,  herkese yetecek kadar acıyı, ölümü, gözyaşını sıkıştırmış Türkiye’nin aklınaysa ancak ve ancak 35  yıl sonra  gelecekti; en az elli bin yurttaşını hayatından eden savaşı sonlandıracak “çözüm süreci”.

Hep taraflarının tehdidi altında,  hep provokasyonlara açık olacak çözüm süreci; kimse fark etmese de yalnızca devletin, Türklerin kendileriyle yüzleşerek ötekileştirdiklerini anlama gayretine; “terörist”,  “hain” ilan edilen PKK’ya, önderi Apo’ya, Kandil’e dair önyargıların yıkılarak legalleşmelerine ön ayaklık etmemiştir. 7 Haziran  genel seçiminde farklı kesimlerin temsil edildiği çok sesli  TBMM’nin oluşması, demokrasinin, özgürlüğün,  hoşgörünün olmazsa olmazlığının pekişmesi de sürecin başarısıydı.

 Sonrası içindeki düşman; ırkçılığın, otoriterliğin, kibrin, nefretin yiyip, bitirerek bir günde savaşa ittiği Türkiye. Yine, savaştan medet umanların kahrolası sebeplerini, kirli, kişisel hesaplarını, güç gösterilerini yerle bir eden gencecik oğulların, kızların, babaların yanmış bedenlerini taşıyan tabutlar.

Şimdi sen! evet evet sen! savaş naraları atan sen! can nasıl da yanar, nasıl da sızım sızımdır yürek baktığı yerde göremeyince, görmek istediğini evladını, yoldaşını bilir misin? Söylesenize, yaşanası bir geleceğin, eşit yurttaşlığın intikamla, öldürmekle kurulamayacağını anlamanız için daha kaç evladın, kaç gencin parçalanmış bedenine, kurşunlanmış yüreğine ihtiyacınız var?

 Oysa hiç bir şeyi çözmeyecek savaşın beyhudeliğini görmek, anlamak için herkese, 1995 tarihli 300.000 insanın öldürüldüğü Bosna savaşı,  Suriye’nin enkazı  bile yeterliydi.

 35 yıl sürmüş onlarca yurttaşın katili savaşın bile barışın, hayatın değerini kavratamadığı, “süreci sen, yok sen bitirdin”le yitirilen her dakikanın daha daha ölüm getirdiği Türkiye’de;  hep olageldiği gibi herkes de adeta sütten çıkmış bir  ak kaşık. Amacı ne kadar ulvi olursa olsun illaki bir insanı canından edeceğinden masumiyeti kaybettiren savaşın sorumlusu; hiç değil.

 Hayır !!!!! baylar, bayanlar hayır !!!! Demokrasiden, barıştan bahsedip kan davası güder gibi cinayet işleyeni, savaşı sahiplenen hiç kimse, hiç bir kesim ne haklı, ne de masumdur.


Hiç bir savaş da sonsuza dek süremeyeceğinden; eninde, sonunda  “madem masaya oturulacaktı ne diye onca genç öldü“yü sorgulatmış çözüm sürecine  kaldığı yerden devam edilecektir. İşte o güne kadar öldürülen, ölen herkese, gençlerimize yine çok, çookkk yazık olacaktır.

Hem savaşın hayatından ettiği onlarca askerin, gerillanın, çocuklarımızın; Ece’nin, Kağan’nın, Ümit’in fotoğraflar da kalan gençlikleri, hâlâ, çözüm sürecini  pamuklara sararak kollamamız gerektiğini gösteremedi mi?  Hayatta  “Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez” demiş Gandhi’yi, doğrulamadı mı? Ne de güzel demiş Gandhi; anlayana.

Bugünlerde; Sırp milliyetçilerinin 8 bin 372 Boşnağı katlettikleri Srebrenica soykırımının 20. yıldönümünde Sarajevo’da; ”Srebrenica’yı unutmamak için 8 bin 372  neden var” deniyor.  Peki Türkiye’nin kaç nedeni var; hayat için,  barış için, demokrasi için,...

Korkma Srebrenica. Sen de hayatını savaşta kaybeden bütün insanlar; Yahudi Zdenek Konas (11),  Hiroşima’lı Sadako Sasaki (12), Bosna’lı Sadık Hüseinoviç (13), Filistinli Ahid Bekir (10), Kobanê ’li Viyan Peyman, Türkiye’li Kağan Kandemir,  Ümit  Turan gibi;  hep çocuk, hep genç kalacaksın Srebrenica.

 Derken gula min, Agirê Jîyan’nın  Hêlîn’i taşıyor caddeye  “Kewe çima dilezini/…/…/ Gelek mîna te çû bûn/ Ey keklik, nedir bu telaş, bu acele/…/ …/ senin gibi gitti niceleri de …”

Gün gelecek sebebi olmadıkları savaşın günahsızları; hasretlerini, sevdalarını, güzel gülüşlerini durgun sabahlara, naif barışlara sakladığımız Zdenekler, Viyanlar, Kağanlar gibi seni de vuracaklar Ey savaş! Bekle…bekle…

Gülsen FEROĞLU
07.08.2015