Bu ülke, bu bir ordu savaşçı insanla acıyor kalbim… kalbim acıyor
yoldaşım…acıyor kalbim hevalım. Oysa
Newroz yüklü baharların zamanıydı ya şimdi, yine de şehirlerindeki, köylerindeki
hüzne doğanlar; ne kadar canlı olursa olsunlar hep
küskün, hep hüzünlü kalacaktır Amed gibi, Roboski gibi. Değil mi Sarajevo, sevgilim.
Seni de böyle sonsuza dek hüzünlü kılmak için Sarajevo sevgilim; aklın sınırlarını
zorladığından insanı canavarlaştıran “kendinden olmayanı ortadan kaldırma”
düsturlu Hitler gibi, her ırkçının yapacağını yapıp kan gölüne çevirmemiş
miydi, Bosnanın yarısının Sırp, kalanın
Boşnak, Hırvatlığını bile bile Slobodan Miloseviç.
Miloseviç; Hitler’in “Sadece Alman soyundan gelenler bizim milletimizdir. “
Kalabalık; “ Fuehrer befehlt wir
folgen – Fuhrer emreder, biz uygularız.”
konuşmasından 53 yıl sonra, 1992’ de bağırıyordu “Ülkenin gerçek sahibi Sıplardır. Yugoslavya
Sırptır, Sırp kalacaktır.” Kalabalık; “Samo
sloga srbina spasava – Evet,
sadece birlik Sırpları kurtarır."
Bağırıyordu 1924’de Hitler’in, Mussolini’nin, Türkiye’deki muadillerinden Adalet
Bakanı ”Bu memleketin efendisi Türk’tür.”
Bağırıyordu 2013 Mart’ında devlet “Türkiye Türktür, Türk kalacaktır.” Kalabalık “Vur de vuralım, öl de ölelim. ” “Az bekleyin onun da zamanı gelecek. “ dedi
kalabalığa devlet, Hitler gibi, Franco gibi, Milosevic gibi, … gibi, …gibi.
Zamanı geldi
dediğinde Miloseviç; 1938 Kasımında Nazilerin Yahudilere, Polonyalılara;
1955’in 6-7 Eylülünde İstanbul’da, İzmir’de, …, şık tayyörlü
kadınların, takım elbiseli erkeklerin Rumlara, Yahudilere, Ermenilere; ait işyerlerini,
evlerini yağmalayıp, camlarını
kırdığında ki gibi Sırplar da Bosna’ya
revan olacaklardı.
Bir yanlışlık
yapıp da Masum insanları öldürmemek için Yahudileri sarı yıldızla
damgalayanlar, 1978’de Maraş’ta kırmızı boyayla evlerini işaretledikleri
Alevileri katletmek için “Allah’ını seven gelsin, Alevilere ölüm, …”le Yörükselim, Dumlupınar, …,
mahallelerine, 1989’da köylülere insan dışkısı yedirecekleri Yeşilyurt köyüne
doğru ilerleyenler gibi, bu defa
da Sırplar Nazileşmiş; Srebrenitsa’da, Bratunas şehir stadında “Sırpların kanını
kirlettiler”le tribünlerde oturan on binlerin tezahüratıyla Bosnalıları
kurşunlamışlardı.
O yüzden bugün Sarajevo’da adım
atılan her toprak parçasında, bakılan her binanın,
apartmanın kurşunlu duvarında, dağlarında, insan yüzünde “o gün evdeydim,
okuldaydım…”la anlatılan savaşın izlerini taşıyan Bosnalılar öylesine
tanıdıktır ki.
44
ay kuşatılan Sarajevo’daki Alija; 1990’larda
boşaltılan 3 bin 211 köy ve mezradan birinde yaşayan Şilan’la; istedikleri
ormana, dağa, yaylaya, mahalleye, köye gidemedikleri, istedikleri yiyeceği alamadıkları OHAL’in
uykusuz gecelerinden tanıdıklardır, birbirlerine.
Sarajevolılar, Filistinliler, Suriyeliler, Muşlular, Cizreliler de; gece söylenen ninniyi, masalı, izlenen TV’yi susturan top, bomba, helikopter seslerini duymasınlar diye
evlatlara kulak tıkatan, tıkayan aynı çaresizliğin tanıdıklarıdır.
Varşova,
Filistin, Şemdinli gibi seni de böyle
karanlıkla kuşatıp da mı vurmuşlardı Sarajevo sevgilim? Biliyor musun karanlık diyordu Ediba,
karanlık Sarayjevo’da güneşi bile yutabilirdi o gün; kamyona
bindiriyorlardı Sırp askerler elleri arkadan bağlı on Boşnak gencini. Uygun bir
yerde indirip önce 8’ini, arkadaşlarının
cesetlerini taşıttıktan sonra da diğer ikisini kurşuna dizdiler.
Öyle karanlıktı ki Maraş’ta gün diyordu Zeynep, “Allahsız Aleviler”le kalabalık evimizi taşlandığında, elimi, yüzümü öpüyordu annem, sarılıyor defalarca tekrarlıyordu ” yavrum
benim.”
Baktım diyordu Delal, bir tek yıldız yoktu Amed’in göğünde, köyü basmışlardı “ 300-350 asker
vardı. Gözlerimizi, ayaklarımızı bağladılar, aramızdan 11 kişiyi; Mehmet
Atala, Şerif Avar, …, seçip götürdüler” kurşunlamış
kemikleri bulundu yıllar sonra
Dargeçit’te kemikleri bulunan 6 köylü gibi. Çok korkuyorsun çünkü çocuksun diyordu Ediba,
Zeynep, Delal; ne olduğunu, onlarca insanın öldürüldüğünü bilmeden daha, çığlık çığlığa ağlıyorsun.
Ne yazık ülkendeki onlarca insan belki duymak, bilmek de istemezken katliamların, iç savaşın bir çocukta yarattığı travmayı; 17’sinde
dağa çıkan ancak 14 yıl sonra Diljin Cilo’nun kurşunlanmış cesedini gören
annesinin, terhisine 15 gün kala mayının patlatılmasıyla ölen er Kadir
Kayıkçı’nın annesinin; trajedisini, çok uzaklarda ki Sarajevo’da yaşanmış trajedilerin
aynılığında sanki ülkendesindir, anlatılan senin de hikâyendir.
Hikayeni, 13 kurşunla öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı, 92 kurşun sıkılmış 7 yaşındaki Rozerin
Aksu’yu, 3 günlük Bahar Narin’ni, 17’sindeki
Serap Eser’i hayatından eden savaşın korkunçluğunu, vurulduğunda
“Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi
anne” diyen dört yaşındaki Bosnalı çocuk,
annesi bilir de, bilmez Bursa’daki, İzmir’deki, …, vatandaşların.
Dünyada katliamlarda, iç savaşlarda ölen tüm çocukların suçları
da; zekâyı sabitleten “Vur de vurayım, öl de öleyim, öldüreyim ama benden düşünmemi
isteme, sen düşün”lü kullukla; devlete, lidere, partiye mutlak itaat de isteyen
savaştıran ideoloji; faşizmi benimseyen, benimsetmeye çalışanlara sahip
ülkelerde doğmalarıydı.
İşin acı yanı; bir
zamanlar Almanya’da, İspanya’da,
Cezayir’de, Sırbistan’da, .., …, faşizmin kollarını doladığı ülkelerdeki gibi Türkiye’de de; 6 yaşından 11
yaşına kadar her sabah “Türküm, Doğruyum” la ,
11 yaşından 18’ine kadar da
“kahraman ırkla” güne başlatılan
tam 12 yıl “hazır ol”da bakir bilinçlerine usul usul yedirilenin faşizmliğinden, insanların
bi haberliğidir, büyüseler bile. Kendi ırkı, dini dışında,
tanıdık tanımadık herkese Amerikalıya, Avrupalıya nefret kusan bu insanlar için
savunduklarının faşizmle ilgisi yoktur; faşist olmak için de insanın “ben
faşistim“ demesi gereklidir.
Hâlbuki atla deve de değildir kişinin faşist olup olmadığını
öğrenmesi. Ülkede yalnızca son 50 yılda
vuku bulan katliamlardan; anne karnındaki bebeğin sırf alevi diye kurşunlandığı
Maraş katliamı, Altınova’da saldırılan
Kürtlere ekmek satmayanlar, iç savaşta ölen 45 bin yurttaşının varlığı,
hayatında bir boşluk bırakmamışsa, ötekilerin
kederinden sevinç devşirmişsen sen; bil,
Faşistsindir.
Hem ötekileştirilene diz çöktürme adına onca zulmü, işkenceyi, darbeyi yapanlarla …,
Evren, Çiller, Yeşil, Ağar’la, Jitemci
Temizöz’le gurur duyanlara, polis, asker yargısız infaz
yaparken toplanıp alkışlayanlara, 2013
yılında Kürtleri sabun yapalım diyen
% 45’e, faşist denmeyecektir de,
kimlere denecektir ki.
Ülkedeki
90 yıllık asimilasyonun, baskının, 30 yıldır süren iç savaşın nedeni faşizmin getirisi hastalıklı yapının imalatı faşist insanlarla
yüzleşilmediği sürece de,
anlasanıza, bitmeyecek,
bitirilmeyecek Sinop’ta, Samsun’da yaşanan, daha da yaşatılacak linçler. Belki
iç savaşta.
Üstelik hayatların katili de; Avrupa’daki gibi faşizm, ötekine
nefret yasayla suç sayılmadığından,
linçe, katliama karışanlar, kalkışanlar yargılanıp cezalandırılamadığından,
Fuhreri her kimse “vur” dediğinde vuran,
“öldür” dediğinde öldüren, serseri mayına dönmüş o faşist insanlar
olacaktır.
En kötüsü de çocukları öldüren, evleri yıkan bombalar gözlerinin önünde patlamadığından, babalar, eşler, …,
karanlığa karışmadığından; savaşın
vahşetini kavramak için; “Dinle küçük adamı”, yazılanları okumanın, “ La Vita È
Bela- Hayat Güzeldir”, “In
The Land Of Blood And Honey -Kan ve Bal” vari filmleri izlemenin,
anlatanları dinlemenin Türkiye’dekilere
yetememesidir.
Sarajevo sevgilim, bir mezarlığında taşlardaki ölüm
tarihleri hep aynıydı,
onun için bilirsin sende Amed gibi,
Kırıkkale gibi, içinde, ne zamandan beri
oraya geldiğini bilemediğin, hiç gitmeyen bir hüzün yer etmiştir. Öyle ortada
bir şey yokken de hatırlatıverir kendisini;
bir kafeden, bir kitabevinden sokağa taşan bir şarkıda, küçücük
kollarını boyna dolayan bir çocuğun ”Can”nın
sabun kokan sevgisinde, “ kaburga
dolmasını çok severdi” derken buğulanan gözlerde. “Acına bağlı kal, o seni doğruna
ulaştıracaktır” demiş ya Mevlana, belki de,
o hüzünlerimizdeki kayıplarımızdır Sarajevo sevgilim, seni,
beni, hevalın Roboski’yi barışsever yapan.
Dün “öldürülen çocuklar anıtına” çiçek bırakan
Bosnalı çocuklardan “sadece savaş olmasın” şarkısını duyduğunda, o an acımaya başlayan derinlerdeki yaranı da fark edersin, hüznün gibi. Açar bakar …. sadece
bakarsın….deşmezsin de…. sadece bakarsın….olmak istediğin yerde, zamanda
olamamanın verdiği ince sızı geçene dek bırak dersin bırak kalsın orada, o yara, seninle birlikte. Bırak kalsın orada,
öylece. Bırak kalsın.