31 Mart 2013 Pazar

Seni de böyle mi vurmuşlardı Sarajevo, sevgilim

 
 
Bu ülke, bu bir ordu savaşçı insanla acıyor kalbim… kalbim acıyor yoldaşım…acıyor kalbim hevalım. Oysa Newroz yüklü baharların zamanıydı ya şimdi, yine de şehirlerindeki, köylerindeki hüzne doğanlar; ne kadar canlı olursa olsunlar hep küskün, hep hüzünlü kalacaktır Amed gibi, Roboski gibi. Değil mi Sarajevo,  sevgilim.
 
Seni de böyle sonsuza dek hüzünlü kılmak için Sarajevo sevgilim;  aklın sınırlarını zorladığından insanı canavarlaştıran “kendinden olmayanı ortadan kaldırma” düsturlu Hitler gibi, her ırkçının yapacağını yapıp kan gölüne çevirmemiş miydi,  Bosnanın yarısının Sırp, kalanın Boşnak, Hırvatlığını bile bile Slobodan Miloseviç.
 
Miloseviç; Hitler’in   “Sadece Alman soyundan gelenler bizim milletimizdir.    Kalabalık;  “ Fuehrer befehlt wir folgen – Fuhrer emreder,  biz uygularız.” konuşmasından 53 yıl sonra, 1992’ de bağırıyordu  “Ülkenin gerçek sahibi Sıplardır. Yugoslavya Sırptır, Sırp kalacaktır.” Kalabalık; “Samo  sloga srbina  spasava – Evet, sadece birlik Sırpları kurtarır."
 
Bağırıyordu 1924’de Hitler’in, Mussolini’nin,  Türkiye’deki muadillerinden Adalet Bakanı  ”Bu memleketin efendisi Türk’tür.” Bağırıyordu 2013 Mart’ında devlet “Türkiye Türktür, Türk kalacaktır.”  Kalabalık  “Vur de vuralım, öl de ölelim. ”  “Az bekleyin onun da zamanı gelecek. “ dedi kalabalığa devlet, Hitler gibi, Franco gibi, Milosevic gibi, … gibi, …gibi.
 
Zamanı  geldi dediğinde Miloseviç; 1938 Kasımında Nazilerin Yahudilere, Polonyalılara; 1955’in  6-7 Eylülünde İstanbul’da, İzmir’de, …, şık tayyörlü kadınların, takım elbiseli erkeklerin Rumlara, Yahudilere, Ermenilere;  ait işyerlerini, evlerini  yağmalayıp, camlarını kırdığında ki  gibi  Sırplar da Bosna’ya revan olacaklardı.
 
Bir yanlışlık yapıp da Masum insanları öldürmemek için Yahudileri sarı yıldızla damgalayanlar, 1978’de Maraş’ta kırmızı boyayla evlerini işaretledikleri Alevileri katletmek için “Allah’ını seven gelsin, Alevilere ölüm, …”le  Yörükselim, Dumlupınar, …, mahallelerine,  1989’da köylülere  insan dışkısı yedirecekleri Yeşilyurt köyüne doğru ilerleyenler gibi,   bu defa da   Sırplar   Nazileşmiş; Srebrenitsa’da,  Bratunas şehir stadında “Sırpların kanını kirlettiler”le tribünlerde oturan on binlerin tezahüratıyla Bosnalıları kurşunlamışlardı.
 
O yüzden bugün Sarajevo’da adım atılan her toprak parçasında, bakılan her binanın, apartmanın kurşunlu duvarında, dağlarında, insan yüzünde “o gün evdeydim, okuldaydım…”la anlatılan savaşın izlerini taşıyan Bosnalılar öylesine tanıdıktır ki.
 
44 ay kuşatılan Sarajevo’daki Alija; 1990’larda boşaltılan 3 bin 211 köy ve mezradan birinde yaşayan Şilan’la; istedikleri ormana, dağa,  yaylaya,  mahalleye, köye gidemedikleri,  istedikleri yiyeceği alamadıkları OHAL’in uykusuz gecelerinden tanıdıklardır, birbirlerine.
 
Sarajevolılar,  Filistinliler, Suriyeliler,  Muşlular,  Cizreliler de; gece söylenen ninniyi, masalı, izlenen TV’yi susturan top, bomba,  helikopter seslerini duymasınlar diye evlatlara kulak tıkatan, tıkayan aynı çaresizliğin tanıdıklarıdır.
 
Varşova, Filistin,  Şemdinli gibi seni de böyle karanlıkla kuşatıp da mı vurmuşlardı Sarajevo sevgilim? Biliyor musun karanlık diyordu Ediba,  karanlık Sarayjevo’da güneşi bile yutabilirdi o gün; kamyona bindiriyorlardı Sırp askerler elleri arkadan bağlı on Boşnak gencini. Uygun bir yerde indirip önce 8’ini,  arkadaşlarının cesetlerini taşıttıktan sonra da diğer ikisini kurşuna dizdiler.
 
Öyle karanlıktı ki Maraş’ta gün diyordu Zeynep,  “Allahsız Aleviler”le kalabalık evimizi taşlandığında,   elimi, yüzümü öpüyordu annem,  sarılıyor defalarca tekrarlıyordu ” yavrum benim.”
 
Baktım diyordu Delal, bir tek yıldız yoktu Amed’in göğünde, köyü basmışlardı “ 300-350 asker vardı. Gözlerimizi, ayaklarımızı bağladılar, aramızdan 11 kişiyi; Mehmet Atala,   Şerif Avar, …,  seçip götürdüler  kurşunlamış kemikleri bulundu yıllar sonra  Dargeçit’te kemikleri bulunan 6 köylü gibi.  Çok korkuyorsun çünkü çocuksun diyordu Ediba, Zeynep, Delal; ne olduğunu, onlarca insanın öldürüldüğünü bilmeden daha,  çığlık çığlığa ağlıyorsun.
 
Ne yazık ülkendeki onlarca insan belki duymak,  bilmek de istemezken katliamların,  iç savaşın bir çocukta yarattığı travmayı; 17’sinde dağa çıkan ancak 14 yıl sonra Diljin Cilo’nun kurşunlanmış cesedini gören annesinin, terhisine 15 gün kala mayının patlatılmasıyla ölen er Kadir Kayıkçı’nın annesinin;  trajedisini,   çok uzaklarda ki Sarajevo’da yaşanmış trajedilerin aynılığında sanki ülkendesindir, anlatılan senin de hikâyendir.
 
 
Hikayeni, 13 kurşunla öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı,  92 kurşun sıkılmış 7 yaşındaki Rozerin Aksu’yu,  3 günlük Bahar Narin’ni,  17’sindeki Serap Eser’i hayatından eden savaşın korkunçluğunu,  vurulduğunda  “Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne” diyen  dört yaşındaki Bosnalı çocuk,  annesi bilir de,  bilmez  Bursa’daki, İzmir’deki, …, vatandaşların.
 
Dünyada katliamlarda, iç savaşlarda ölen tüm çocukların suçları da;  zekâyı sabitleten  “Vur de vurayım,  öl de öleyim, öldüreyim ama benden düşünmemi isteme, sen düşün”lü kullukla; devlete, lidere, partiye mutlak itaat de isteyen savaştıran ideoloji; faşizmi benimseyen, benimsetmeye çalışanlara sahip ülkelerde doğmalarıydı.
 
İşin acı yanı; bir zamanlar Almanya’da,  İspanya’da, Cezayir’de, Sırbistan’da,  .., …,  faşizmin kollarını doladığı ülkelerdeki gibi  Türkiye’de de;  6 yaşından 11 yaşına kadar her sabah “Türküm, Doğruyum” la ,   11 yaşından 18’ine kadar da  “kahraman ırkla” güne başlatılan  tam 12  yıl “hazır ol”da  bakir bilinçlerine usul usul yedirilenin  faşizmliğinden,  insanların   bi  haberliğidir,  büyüseler bile. Kendi ırkı, dini dışında, tanıdık tanımadık herkese Amerikalıya, Avrupalıya nefret kusan bu insanlar için savunduklarının faşizmle ilgisi yoktur; faşist olmak için de insanın “ben faşistim“ demesi gereklidir.
 
 
Hâlbuki atla deve de değildir kişinin faşist olup olmadığını öğrenmesi.  Ülkede yalnızca son 50 yılda vuku bulan katliamlardan; anne karnındaki bebeğin sırf alevi diye kurşunlandığı Maraş katliamı,  Altınova’da saldırılan Kürtlere ekmek satmayanlar, iç savaşta ölen 45 bin yurttaşının varlığı, hayatında bir boşluk bırakmamışsa,  ötekilerin kederinden sevinç devşirmişsen sen; bil,  Faşistsindir.
 
Hem ötekileştirilene diz çöktürme adına onca  zulmü, işkenceyi, darbeyi yapanlarla …, Evren,  Çiller, Yeşil, Ağar’la, Jitemci Temizöz’le  gurur  duyanlara, polis, asker yargısız infaz yaparken toplanıp alkışlayanlara, 2013  yılında Kürtleri sabun yapalım diyen  % 45’e,  faşist denmeyecektir de, kimlere denecektir ki.
 
 
Ülkedeki 90 yıllık asimilasyonun,  baskının,  30 yıldır süren iç savaşın nedeni faşizmin getirisi hastalıklı yapının imalatı faşist insanlarla yüzleşilmediği sürece de,  anlasanıza,  bitmeyecek, bitirilmeyecek Sinop’ta, Samsun’da yaşanan, daha da yaşatılacak linçler. Belki iç savaşta.
 
 
Üstelik hayatların katili de; Avrupa’daki gibi faşizm, ötekine nefret yasayla suç sayılmadığından,  linçe, katliama karışanlar, kalkışanlar yargılanıp cezalandırılamadığından, Fuhreri her kimse “vur” dediğinde vuran,  “öldür” dediğinde öldüren,  serseri mayına dönmüş o faşist insanlar olacaktır.
 
En kötüsü de çocukları öldüren,  evleri yıkan bombalar gözlerinin önünde patlamadığından, babalar, eşler, …, karanlığa karışmadığından;  savaşın vahşetini kavramak için; “Dinle küçük adamı”, yazılanları okumanın, “ La Vita È Bela- Hayat Güzeldir”, “In The Land Of Blood And Honey -Kan ve Bal”  vari filmleri izlemenin, anlatanları dinlemenin Türkiye’dekilere  yetememesidir.
 
Sarajevo sevgilim, bir mezarlığında taşlardaki ölüm tarihleri hep aynıydı, onun için bilirsin sende Amed gibi,  Kırıkkale gibi,  içinde,  ne zamandan beri oraya geldiğini bilemediğin, hiç gitmeyen bir hüzün yer etmiştir. Öyle ortada bir şey yokken de hatırlatıverir kendisini;   bir kafeden, bir kitabevinden sokağa taşan bir şarkıda, küçücük kollarını boyna dolayan bir çocuğun ”Can”nın  sabun kokan sevgisinde,  “ kaburga dolmasını çok severdi” derken buğulanan gözlerde.  “Acına bağlı kal, o seni doğruna ulaştıracaktır” demiş ya Mevlana,  belki de, o hüzünlerimizdeki kayıplarımızdır Sarajevo sevgilim, seni, beni, hevalın Roboski’yi barışsever yapan.
 
 
 Dün “öldürülen çocuklar anıtına” çiçek bırakan Bosnalı çocuklardan “sadece savaş olmasın” şarkısını duyduğunda,  o an acımaya başlayan derinlerdeki yaranı da fark edersin, hüznün gibi. Açar bakar …. sadece bakarsın….deşmezsin de…. sadece bakarsın….olmak istediğin yerde, zamanda olamamanın verdiği ince sızı geçene dek bırak dersin bırak kalsın orada,  o yara, seninle birlikte. Bırak kalsın orada, öylece. Bırak kalsın.

 

 

 
 

 

17 Mart 2013 Pazar

İçindeki faşisti keşfet

Öldürmekle bitseydi bu savaşın çoktan bitmesi gerekirdi değil mi hevalım? Bunu anlamak içinse 30 yıldır binlerce gencin,  insanın ölmesi yetmiş olmalıydı herkese diye yazarken yetmediğini görmek, nasılda acıtıyor kalbi.
 

Dünyanın neresinde olursa olsun mensubu ulusu üstün tutup diğerlerine köleliği lütfederek birbirine düşman uluslar, mezhepler yaratan, Viva la muerte -Yaşasın Ölüm!”le de kutsallaştırdığını beraberinde getiren faşizmle mayalandığından, yetmiyor işte bu topraklara ölüm.
 

Tanrılaştırılan etnik kimliği, kültürünü egemen kılmak için ister İspanyol faşisti,  ister Alman nazisi,  ister Türk ırkçısı olsun, hiç fark etmez Führerlerinin öldürücü emirlerini yerine getirirken neşeyle, marşlarla yürüyerek ölüm saçmıştır, hepsi de. Auschwitz’de, …, Bosna’da, …,  Halepçe’de, …,  Dafur’da ölüm saçanlar için tek doğru inandıkları faşist ideoloji olduğundan yaptıkları, yapılanlar öylesine de normaldi ki. 
 

Türkiye’de de Ağrı’da,  Dersim’de,  6-7 Eylül’de, Çorum’da yaptıklarını, yapılanları normal karşılayacaklar; en geç 7 yaşında devletin faşizm esinli resmi ideolojisinin  “Türk, Türk olduğu için asildir. Çoğumuz büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu Türk olmanın içinde buluruz” vecizeleriyle tanışanlardı.
 

Has be has Türk’ken kart-kurt yürüyorlar diye adı Kürt konulabilecek bir kesimin varlığı kabullenilerek başlatılan  “Vatandaş Türkçe konuş “ kampanyasının,  onlarca isyanın, 1934 Trakya’nın, 6-7 Eylül 1955’in,  30 yıl süren iç savaşın fitilini ateşleyen de,   Ermeninin, Rumun, Kürdün karalanmasına izin veren de hep o doğruluğuna inanılan resmi ideolojiydi.
 

Yine de 2.Dünya savaşında taş taş üstünde bırakmayan, 20 milyon insanın hayatına mal olan faşizmin ortaya çıkan yıkıcılığı sonrası  soğuk savaşı da bitiren dünyada; filizlenen demokrasi, birey olmada özgürlüğe koşut bilgi, teknoloji geliştikçe hâlâ resmi ideolojinin hükümranlığının sürdüğü Türkiye’de yaşasa bile insan, zihinlerde bir değişim bekliyor  ama neredee……
 

Misal İngiltere hükümetinin İRA,  Kolombiya’nın FARC’la yaptığı görüşmelerdeki gibi Türkiye’de iç savaşın sonlanacağı barışçıl bir noktaya gelinmişken PKK’yla görüşmelerde, o da ne! gazete, dergi manşetlerinde, tartışmalarda “vay canına”lık bir vaka; “Şimdi de Türk sorunu”  çıkarılmasın mı toplumun karşısına.
 

Vallahi de,  billahi de,  şeytanın aklına gelmez bu tirad, bu sorun. Demek herkes Kürt meselesiyle meşgulken; Anayasa’ya resmi değil ülkenin dili Kürtçenin yazılması,   sırf Türk diye 3500 köyün boşaltılması,  en az 17 000 Türkün failli meçhule kurbanlığı, daha onlarca olay gözlerden kaçmış, sorun nitelenecek vahim bir hal almış Türklere zulüm. Onca zulme nasıl katlanamadıysa Kürtler,  pek tabii Türkler de katlanamayıp kazan kaldıracaklardır, otomatikman.
 

 A laa luna! A laa luna! Tam da barışın rüzgârı estiğinde “Kürt sorununu çözelim derken Türk sorunu yaratılıyor”u gündeme getirenler kim ola? Yoksa bunlar  “Türk ulusuyla Kürt ulusunu eşit görmeyen”  matah açıklamayı ırkçılık saymayıp, Kürt’ten bahsetmeyi ırkçılık sayan beyaz Türklerle, bağlaşıkları mı? “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur”la yetiştirilmiş bu koca koca profesörlerin, tarihçilerin, köşe yazarlarının Türklerin mağdurluğunu gündeme taşımalarının ardında fesatlık aramak,  çok, çokkk ayıp, valla. 
 

Olur mu hiç? Aksine dağa taşa “Ne mutlu Türküm” yazdıran sonra bir gün “ya eskiden ne güzel herkes Türktü. Bu emperyalistler böl, parçala, yönet taktiği ile Kürdü, Lazı patlattı. Artık Türk olmak suç arkadaş” argümanıyla bir anda sevgi kelebeğine dönüşen beyaz Türklerimiz, bu defa haklılar.
 

Cidden bir Türk sorunu var; sorun çıkaran, üreten sorunlu Türkler; sorun işte. Soruna sebep de Nazi Almanyasının klas sloganı  "Deutschland deutschland  über alles – Almanya,  Almanya her şeyin üzerindedir “le hiççç ilgisi bulunmayan  “Türkiye Türklerindir” logosuyla  faşizmi gündelik hayatın içinde kanıksatan meşum gazete  olmasın.
 

Bu sorunlu Türklerin bir büyük dertleri daha var ki Allah kimselere vermesin; katliam tescilli ırkçı zihniyetlerine meşruiyet için gerekli 10 şeyi bulmak. Bulamazlarsa…. alim Allah bidon kafalılar  “evet, evet sizler faşistsiniz”le mimliyi verecekler zavallı sevgi pıtırcıklarını.
 

 Neyse ki milliyetçiliğin faşizmin ana damarlığını bildiklerinden başına Atatürk’ü getirdikleri her kavram sempatikleşecek, faşizmi çağrıştırmayacak ya onlara göre  “milliyetçiyim amaaa Atatürk milliyetçisiyim”le Atatürk milliyetçiliğini,  o on şeyden biri yapacak akılları gani, ganidir.
 

Tamam iki gözüm de, acep,  Atatürk milliyetçiliğinin Alman, Sırp, Bulgar, Türk milliyetçiliğinden farkı ne? Hocam,   milliyetçiliğin tersine ulusal birlik; etnik kökene bakılmadan üst kimlik  “ .. ….. Türküm diyene”  çatısında sağlanır.  Hay bin kunduz! Bunca yıl nasıl anlaşılamadı gelişmiş ülkelerdeki gibi üst kimlikte yaşanılan coğrafyaya; Türkiyeliliğe değilde etnik kökene atıfta bulunan Atatürk milliyetçiliğinin harikuladeliği. Hımmmm, öyleyse atıfta bulunulacak üst kimlik dönüşümlü de olabilir. Nasıl yani ? Bir gün  “Ne mutlu Kürdüm”, ertesi gün “Ne mutlu Türküm”  andı okunarak güne başlansa. Böylece süper bir birlikteliğin ilk adımı da atılsa.
 

Olmaz! Peki, niye? Irka dayanmıyor diye çırpındığın farklı etnik kökenleri; Kürdü,  Ermeniyi, Rumu tek potada “Türksün”de eriten (ki bir ulusu yok sayarak aşağılamak daha ötesi var mıdır) 1930’lu yıllarda Türk soyundan olmayanı devlet memuru yapmayan Atatürk milliyetçiliği, tüm uygulamalarında Türklüğe vurgu yapar da ondan olmaz, değil.
 

Atatürk milliyetçiliğinin, Türk milliyetçiliğinin türevi olduğunu bilmez mi; bugünlerde de farkındaysanız  “Beyaz Türklükten istifa edecek” kadar tuhaflaşmış sorunlu ama cin ÖZKÖK’lerle,  ulusalcı cenahtakiler. Faşistlikleri anlaşılmasın ama illa da ülkücü zannedilmeyelim diye boşuna mı kılıktan kılık giydiriyorlar milliyetçiliklerine.
 

 Eeeee yakışmaz tabii kar gibi bembeyaz Türklere Haluk Kırcı, Veli Küçük’le aynı safta yer almak. İyi, güzel de caddelere taşan, linçe kalkıştıran sözleri söyleyip, yazarak 6-7 Eylül’ü, Maraş’ı,  onca katliamı, linçi gerçekleştiren; Samastları, Kırcıları bulaştırdıkları çamurdan bir yolunu bulup ellerini kollarını sallayarak çıkan,  arkalarına dönüp bakmayan bu insanlarda azıcık da utanma olur be kardeşim. O yüzden tek korku; savunduğu faşizmin lanetlendiğini, yasaklandığını görmeden saygın bir hayat sürerek 1942 yılında ölen bir nazi gibi bu insanların; düşüncelerinin, yazdıklarının beş para etmediğini görmeden hayattan göçüp gitme ihtimali olmalı.
 

Marx’ın yazdığı gibi  “Başka bir ulusu ezen ulus özgür olamayacağından” her yerde hep kaybedecekler de; kandırılmışlık, kullanılmışlık hissini bir yana atıp öfke duyan ama öfkelerini kendilerini çamura bulaştıranlara, kışkırtanlara yöneltmeyenler olacaktır.
 

Öfkeni kışkırtıcılara yöneltemeyen sana  “Bir Türk dünyaya bedeldir” , “… üstünsün”  diyenler,  süründüren asgari ücrete mahkûm ederek çalar lokmanı. Madenlerde, tersanelerde, barajlarda tonlarca çeliğin, toprağın, suyun altında ölürsün üstün, üstün. Üstünsündür ya bırak çocuklarına istediğin eğitimi,  laptopu almayı su geçirmeyen bir bot,  bir mont dahi alamazsın. Dönüp bir  baksan aynı iş kazasında birlikte öldüğün, aç kaldığın,  orantısız güçle vurulduğun eşitin  saymadığın kaderdaşların; Kürtlerdir,  Ermenilerdir, Afrikalılardır, …, ….. 
 

Ve Miami’de ev alan Türklerin sayısının 30 bini geçtiğinin muştulandığı ülkende acıları, savaşları bitirmenin bahanesi değil yaşamın özünde barınması gereken barışa da evladını ölümün elinden almak için en çok sen muhtaçsındır.
 

“En kötü barış, en haklı savaştan daha iyi” der ya Cicero,  savaş naralarını  ”kim istemez barışı ama…”yla örtme telaşıyla laf evirip çevirenlere son bir iyilik yapıp twitter’a   # içinizdeki faşisti keşfet hashtagını yazıp, tweetleyiver. Bakarsın trend topic  olur.
 

Ne yazık hiçbir şey, bu yazıklarım, Ceylan Önkol’un gözlerinin, Uğur Kaymaz’ın hazin öyküsünün kazındığı kalbimdeki acıyı hafifletmiyor. Acıtıyor kalbimi; her gün sabah haberlerini yorumlayan ırkçılığından bi haber sarışın sunucu, cep telefonuyla fazla konuştu diye eşini öldüren koca,  İstanbul’da bir barda 2 biraya bin 700 lira hesap ödetilen turist, HES’ler, tutuklular,  kurnazlıklar,  saçmalıklar,  nefret, Uludere raporu, … hepsi… her şey…...
 

Bu ülke, bu bir ordu savaşçı insanla acıyor kalbim. Otobüsün inadına geç geldiği anı kara şehrin tiz kahkahaları daha da artırıyor acımı. Kalbim acıyor yoldaşım, hevalım. Oysa Newroz yüklü baharların zamanıydı şimdi.