22 Ağustos 2017 Salı

Duymuyor musunuz; çanlar sizin için çalıyor



Her gün onlarca insanın savaşta, trafikte, iş kazasında öldürüldüğü, adına da kader denerek; katilinin kurbanıyla cinayetin izlerini sildiği bu ülkenin; gökkuşağı kadar renkli... su  kadar masum....ölümlerinin nedeni ‘savaşın’, ‘trafik kazasının’, ‘maganda terörünün’ ne olduğunu bilmeyecek kadar da yaşamın başında adı; Can Kocataş (7) adı; Eren Bülbül (15) adı; Ceylan Önkol (14) olan  çocuklarıydınız.



Her gün ama her gün, Bu ülkede; yalnızca Eren, Ceylan değil, sırf  emniyet kemeri takılmadığından  onlarca Can Kocataş (7), Yakup (5), Yusuf (6 aylık) Erdoğan; unutulduğu serviste  havasızlıktan Alperen Sakin (3); maganda teröründen onlarca Ali Üzüm (9); Şırnak’ta  uyudukları yatakta panzer ezdiğinden Muhammet (7), Furkan (6) Yıldırım; kurşunlandığından onlarca Berkin Elvan (14);  hayatlarından  olan  ne ilk, ne de son çocuklardı.

Sınırlarını ölümün çizdiği bu zalımların da  ülkesinde; asırlardır sorunlar hoşgörüyle, demokratik tavır, siyaset yerine baskı, şiddet, asimilasyon, savaşla çözülmek istendiğindendir; onlarca  Uğur Kaymaz (12),  Cemile Çağırga ( 13);  onlarca Destina Peri Parlak (16), Ali İsmail Korkmaz (19), Yasin Börü (16)’nün de tekme tokatla, bombalarla, kurşunlarla delik deşik edilmesi.

Ahhhh.... ahhh...ahhh ki ne ahhh... yanı başınızdaki  kişinin kaderiniz  olabildiği;  yanlış başladığından sonu belli onlarca hikâyenin de diyarı; adına   Ortadoğu  denilmiş bu  lanetli topraklar; hep  kanla sulandığındandır,  ölümün de ebeveynlerinden  önce evlatlarını hayattan alması.

İşte böyle herkesin gözü önünde onlarca çocuk, onlarca genç yitip giderken;10 Ekim 2015’de   Ankara Garında 120,  13 Mart 2016’da Güvenpark’ta 39  Türkiyeli  vatandaş; onlarca  Er Harun Arvas (22),  onlarca gerilla Yavuz Unas (18)  (Rubar Hani)’ın  bedenleri; bomba, EYP , mayın,  havanla paramparça edilirken,  gerçek;  arka sokaklarda   kaybettirilecektir.

Basit birkaç önlem, kararla ölüme sebep onca olayın; misal  yeniden başlatılacak  çözüm süreciyle tam 40 yıldır Kürt,  Türk gençlerinin birbirlerini öldürmelerinin; cezaların artırılması, emniyet kemeri takılmadan yola çıkılmamasıyla da trafik kazalarının önüne geçileceği  gerçeğini, insanlar; arka sokaklarda   bilerek, isteyerek  kaybettirirler.

Ve ölüm de devletin, insanların, örgütlerin, liderlerin, cemaatlerin “önce vatan... sağ olsun”, “Şehitler ölmez”, “........güneşe gömüldüler” söylemleriyle sürekli kutsandığından bu ülkede  21. yüzyılda  dahi hayata karşı hep zafer kazanandır.

Ölümün, kötülüğün zaferi, üstünlüğü  sabah, akşam;  haber bültenlerinin, gazetelerin vazgeçilmezi   “... çatışmada .... terörist etkisiz hale getirildi...”, “... patlamada  2 asker şehit ....”nun ardından “katliam gibi kaza”, “ yine ihmal, yine kadın cinayeti” manşetleriyle   muştulanır. %98’i sürücü hatasından kaynaklı kazalarda 2016 yılında da  3 bin 493 kişi hayatını kaybetmişken “trafik canavarı”, “trafik terörü” maskelemesiyle bir kalemde  canavarın ta kendisi sürücüler bile  aklanır. 

Ölüm, kötülük; yemek yemek, işe gitmek, alışveriş etmek gibi öylesine sıradanlaştırılmıştır ki, bireyler tek tek öldüğünde değil, ölümler toplu olduğunda; 17 Ağustos depreminde 18 bin 373 insan;  Dağlıca’da 17 asker; Soma’da 300 madenci; Marmaris’te 21 kadın trafikte öldüğünde  gündeme taşınacaktır; deprem,  savaş, çatışma, iş, trafik  kazası,..,...,

İstisnasız her yerde, her kesimde var olan- ki bu kimi zaman bir ideoloji, bir lider, örgüt, bir parti, cemaattir-  biat edilenlerin  “... bunun  fıtratında ölüm var”, “hangi bağımsızlık, hangi özgürlük ölünmeden kazanılmış”lı kurtarıcı cümlelerle motive ettiklerine  yalnızca  ölümcül kaderler  yazmakla kalmayıp, uğurlarına yitip giden onlarca hayatın sorumluluğunu da  üstlenmemeleri, bir bilseniz nasıl da yürek yakar.

Başta gelişmemiş ülkelerinin mottosu “taktir-i ilahi”, “ne yaparsan yap Tanrı yazmış bir kere, kaderi değiştiremezsin”, “ cenneti 13 evladınla teminat altına aldın”lı onlarca argüman da biat edilenin müritlerini rahatlatacağı hazır, nazır bahanelerdir. Hani milenyum çağından utanmasalar engellemedikleri ölümlere, katmerli meşruiyet için “sıkıntı yok, nasılsa cennette gidiyorlar” demekten de çekinmeyeceklerdir.

Ortalık dönmüş mahşer yerine ama hiç bir olayda ellerini taşın altına sokmak bir yana,  onlara göre Takdir  niyeyse hep biçare çocuklar, kadınlar, emekçiler, ötekileştirenler; suçlu da hep başkaları ve Tanrıdır. Duyan da sanır ki, Tanrı son 30 yılda madenlerde toplam 3 kişinin öldüğü Almanya’yı, bireyi yücelten Avrupalıları, ABD’lileri çoktan azat eylemişte  bir tek Türkiyelilerle, Ortadoğu’yla meşgul.

Suçlarını biteviye üzerine attıkları, milyonlarca insanı yanına alması yetmemiş gibi “sevdiği kulunu yanına alır”la itham ettikleri Tanrı’nın   “yeter !! her şeyin sebebi Takdir-i kuldur” sitemini algılayamayan zavallılıklarının farkında bile değillerdir.

Şimdi her 10 kişiden birinin antidepresan kullandığı; 2011-2016 arasında antidepresan kullanımının  %25,6 arttığı bir Türkiye’nin de nedenidir; engellenmeyen çatışma, ırkçılık, iş,  trafik kazaları, kadına, çocuğa taciz, devlet terörü, afet yüzünden; birkaç saniyede  hayatı tepeden tırnağa değiştiren ölümle içiçe yaşamak.

Belki  insanlar da; sevdiklerini bir anda hayatlarından koparan olayların, gün yüzü görmemesi  gereken sorumlularının Rüzgar Çetin misali  pervasızca fink atmasını sağlayarak yüreğe su serpmeyen adaletsizliklere ancak uyuştuğunda; normali anormal, anormali normal sayacak zihinlerle  tahammül edebiliyorlardır.

Hal böyle olunca, elbette, evrensel değerler; kardeşlik, özgürlük, eşitlik,  hukuk, vicdan, iyilik  yerlerde sürünecek; hayatını hiç uğruna kaybedenlerin, geride bıraktıkları cehennemi yaşayan  milyonlarca insanın oluşturduğu  toplumda   ancak  travmatik , depresif olacaktır.

Oysa, onlarca çocuğun, gencin ölümünün dahi  terbiye edemediği; biat isteyen, mafyavari sisteminin  eseri bu travmatik, şefkatsiz  toplum; kimsenin çıkıp ta, duymuyor musunuz; “çanlar hepimiz için çalıyor” da demediği ülkenin; dikkate alınmayan en büyük problemidir.

 Bu Travmatik toplumda; prefabrike bir evin çalınması, sahte kanser ilaçlarının, hormonlu yiyeceklerin piyasaya sürülmesi, tavan yapmış ırkçılığın göstergesi “Kütahya’da Kürt işçilerin çadırlarının yakılması”, “Metro’da Suriyeli çocuğa dayak” atılması vari eylemler de,  tabii ki   sorun teşkil etmeyecektir.

Bireyin ancak  öldükten sonra  “biri de çıkıp demiyor ki... Eren iyi ki varsın” paylaşımı  TT olunca ayrımına varılan kimsenin görmediği siyahlar içerisindeki mateminde... sessizliğinde... yalnızlığında gizli isyanı; bu şefkatsiz toplumun, hayatın ucuzluğunun içselleştirilmesinin yansıması değilse, nedir ki?

Bavê min, ardı arkası kesilmeyen onca  ölüm getiren felaketlerin tükenmeyen  nefretlerin kıskacındaki toplumda  “ ..... / herhangi bir  insanın ölümü de beni eksiltir / çünkü ben insanlığın bir parçasıyım / ” dizelerini yazacak Jonh Donne’leri mumla arayan yürek nasıl sızlamasın ki.
Herdû çavê min; Bodrum beachlerinde günü gün ederken depreme hiç yakalanmayacaklarını zannedenler gibi; hiç bir şeyinizi kaybetmeyecek, başınıza kötü bir şey gelmeyecek, zaman hiç bitmeyecek sanırken, beklenmedik bir anda kapıyı çalacak ölümün, insanı tar-ü mar eden dipsiz kuyuluğu; inan  yaşamayanın anlayamayacağı bir şeydir.

Hevalım, bil ki “öldü” haberini verenin  sesine, yüzüne illaki de bakışına  yansır  “ölüm”ün muhatabına kurşunluğu. Vurulursunuz; kalbinizin ta orta yerinden. Öldüğünü öğrendiğinizle birlikte Mutlaka ölecek kalbinizin; kimselerin duymadığı can çekişen; soluk, halsiz atışını bir tek, siz duyarsınız.

Hele de kaybedilen  sıralı olmadığından... daha...daha can yakan... geride kalanı da illa ki öldürecek; doyulmayan bir çocuk, bir gençse; her gün düşle, yaşam  karışır da öldüğünü görmemek için hiç uyanmak istemezsiniz uykulardan; hiçççç.

Evin her yerinde de  özenle aldığınız çerçevelerde size bakan onlarca fotoğraf; siz O’na...O size bakar öylece...”resimlerde mi kaldın yavrum” figanınız dahi inandıramaz sizi; bir daha  O’na sarılamayacağınıza...sesini bir daha duyamayacağınıza....

 “O,  asla geri dönmeyecek...gelmeyecek...” diyenlere bakarsınız boş boş...inanmak istemez, direnseniz de...artık siz de bilirsiniz; birlikte yaşayacağınız zamanlar bir daha olmayacağındandır... sevdiğini kaybeden herkes gibi sizin de “kayıp zaman ”ların ardına düşmeleriniz.

Kendine ait olmayan bir yolda, bu yollarda kaybolmalar da işte bu yüzdendir; Oy yarê, oy hevalê...


22.08.20017
Gülsen FEROĞLU