Belki
en büyük zaferin içinde birlikte kaybetmişsinizdir, onu bile bilemeden;
duymuyoruz birbirimizi, duymakta istemiyoruz. Kabil,
Habil’i öldürdüğünde de Adem oğlunda insanlığı, merhameti yok ettiğini bilmeden kazandığını sanmıştır da… kazanmak bir hiçi fethetmekse, aslında nedir ki?
Kaybetmek içinde; önce sahip
olmak gerekir ki, gerçekte kim neyin ya da kimin sahibidir. Ve bunu fark etmeyen, siyaseti kutuplaştıran “biz özgürlükten
yanayız, onlar diktatör”, “asıl biz demokrat, onlar diktatör” tezgahlı orta
oyununa dönüştürüp, insanları kendilerine oy vermeye mecbur bırakan parti
liderlerinin kıskacında, nezaketten, incelikten uzak bir hayat.
İnsanoğlu
empatiyle, farkındalıkla ilintili
incelikten bir kez uzaklaşmaya görsün,
karşısındaki herkesi, her şeyi; duyguları, fikirleri küçümseyen, ezen bir vandallığa, kabalığa itildiğinden
“Başörtüsü gericiliktir…..saygı duymuyorum” diyen biri güzellemelerle
karşılanır. Oysa sosyal
ilişkilerde saygıyı, güveni tesis ederek
hayatı kaliteli, katlanıla bilinir kılacak; kurulan cümlelerle, söylenen
sözlerdeki incelik, bilgeliktir.
Başbakanın AYM’ye, aydınlara; AYM’nin, aydınların Başbakana, sonuçta da en
tepeden, en alta kimsenin kimseye saygı duymadığı bu yerde; birbirine, karşıtına saygısızlık, ölümcül şiddet hep
olageldiğinden, Daily Telegraph’ın 21 Aralık 2013 tarihli haberi
önemsenmeyecektir.
Habere gelince; 130 yıllık geçmişi bulunan Marks
& Spencer; bazı şubelerinde alkol ve domuz etiyle temas etmek istemediklerinden
müşterileri başka kasalara yönlendirdikleri şikâyet edilen Müslüman
çalışanlarının, bu ürünleri düzenlemek, satmak zorunda olmadığını, dini
inançlarına saygı duyduğunu açıklamış.
Türkiye’de, 1960
darbesinde Said-i Nursi’nin Urfa’daki mezarını açtırtıp naaşı bilinmeyen bir
yere gömdüren nefreti, gaddarlığı normal kabullenen geçerli aydın bakışına göre; velinimete
alkol, domuz eti satmayan bre gafillerin, iş akitlerini
fesh edeceğine inançlarına saygı duyduğunu açıklayan İngilizler, buram
buram gericilik tüten bir medeniyete,
aydınlara sahiptirler.
Allahtan
Türkiye’de yaşamıyorlar. Yoksa bu gericilikle; AKP’nin kazandığı her seçim sonu
kıyılara taşınmaktan
bahseden “Dev şaşkınım nokta net yani; bunca
tapeye, yolsuzluğa AKP’ye oy veriliyor.
Demek insanlar hırsızı seviyor” sitemli beyaz Türklerin, küratörler, doktorlar, avukatlar,
reklamcılar, mali müşavirler,
lokantacıların; yatlı, katlı, son model
arabalı, Louıs Vuıtton, Dior alışverişli yaşamlarına
bakıp, kazançlarının ne kadarının kayıt
altında olduğunu da soruverirler.
Elin gavurdur bunlar, kolay pes etmezler de; Balzac‘ın 1835’lerde “Her büyük servetin altında mutlaka bir suç
yatar” yazdığını anımsayıp, 2003’te 98 milyar dolar iken 2013’te 227
milyar dolara yükselen kayıt dışı ekonominin izini de, sürerler mi???? sürerler.
İster misiniz bununla
kalmayıp, Osmanlı’da padişahın kapıkulu Bab-ı
Asafi,
Heyet-i Âyan, Mabeyn-i Hümayun, …, …, mensubuyken Cumhuriyetin kurucu kadrosu olanların; paşaların, valilerin CHP il
başkanı, içişleri bakanının CHP genel sekreteri yapıldığı tek parti dönemi
bürokratlarının, sermayedarlarının ‘Padişah’ın yerine ‘tek adam, tek şef’ vesayetini koyarak
sürdürdükleri Biattan, kimlerin kazançlı
çıktığını da açıklayıversinler.
Biat var ya o
biat; hazineyi
talan eden nitelikli yağmacıları saygıdeğer konuma getiren, rüşvetçiyi,
vesayeti kollayan hukuk sistemini de
kurmuş Cumhuriyet kadrolarının; öğretim, medya eliyle
“Osmanlı’yı israf yıktı”, “Kürt yoktur”,
“Ermeniler tehciri hak etmişti”,
“Aleviler İslam dışı”, “darbeler
gerekliydi” vari onlarca yalan
argümanına insanları, inandırandır.
Gencecik
çocukların idam sehpalarına çıkarılmasına, ‘Ziverbey’lerde, ‘Dal’larda solcu, Alevi, Kürt diye
işkencelerden geçirilmesine, OHAL’e, devlet destekli faili meçhul cinayetlere yol
verip, banka hortumcularının
cebe indirdiği 200 milyar dolar görev zararını ödeten, bir kutu ilaç için SSK
kapılarında günlerce bekleten de o biattı.
Servetleri,
lüks yaşamları yoksullukları üzerinde yükselen, eğitimine, özgürleşmesine ket
vurup bidon
kafalılıkla aşağıladıkları “Onlar..itaat edenler”in Biatı sayesinde günlerini gün eden, AKP gibi lider sultalı ANAP’a,
DYP’ye, CHP’ye, DSP’ye, RP’ye,
MHP’ye, Motorola’yı dolandırdı diye Cem Uzan’a oy verildiğinde, Atatürk’ün “Türk milleti zekidir,……” vecizesine atıflı yazılar yazan beyaz Türkler dahil hiç
kimse o ‘biattan’ muzdarip değildi.
Zira,
istedikleri zaten de; katliamlara, zulme, alaya, sürgüne maruz Ermenileri, Kürtleri, Alevileri, Süryanileri,
mütedeyyinleri, emekçileri…, …, “çirkin
ördek” muamelesiyle ötekileştiren ulus devletin Türk,
Sünni tek tipçiliğini, tek adamlığını,
ödediği verginin nereye harcandığını sorgulamadan verilene razı, şükreden bireydi.
O birey ne zamanki, insana dair hak ve özgürlükleri kendine
bir lütuf sayan kurucu kadroların, ulus devletin ; “çile bülbülüm
çile”li hayatlarına vurdum duymazlığına ‘yeter’le, makbulleri laik ama vesayetçiyi değilde laik ama mütedeyyini tercih etti, işte o
gün tescillediler ‘biat’ın kötülüğünü.
İşin
garibi, bireye Daima biaat kültürünü dayatanlar arasında, ulus devlet
kadrolarıyla kurduğu bağ yüzünden bekçiliğini yaptığı Türk müesses nizamına değilde
halkına, ezilene
muhalif “Ahhhhh Europa azizim, medeniyet…”le de teselli bulmuş, kendini aydın
kategorisine oturtmuş kesiminde yer almasıdır.
Halbuki, demokrasinin,
medeniyetin gökten inmeyip insan eliyle var edildiği; kültürel faaliyetlerde bulunulacak insanca yaşam için gerekli
ücreti, işsizine işsizlik sigortasını vererek sosyal devlet ayağını güçlendiren,
sistemine karşı olsa da her türlü düşüncenin beyanını, farklı etnik kökeni,
mezhebi, dini, eşcinseli koruyan
yasalarla huzuru yakalayan burjuva demokrasili “Ahhhhh Europa”da; birey özgür olduğundandır; elini sallasan filozofa, ressama,
edebiyatçıya, bilim adamına çarpar, ‘biata’ değil.
Cadı avlarını, Engizisyon Mahkemelerini, giyotini, 1886 1
Mayısını, faşizmi, dünya savaşlarını görmüş Avrupa’nın, ABD’nin gelişmişliğinin itici gücü de değişimin öncüsü aydınların arkasındaki; salt
edebiyat, düşünce, sanat alanında değil 16.
yy’da kullanılmaya başlanan çatal, bıçağı halk alışkanlık edinsin diye
avlularda sofralar kurdurarak yaşam tarzının
biçimlemesine de katkı koyan aristokrasidir, burjuvazidir.
Teknolojiye, bilgiye bir
tıkla ulaşılan çağımızda “Entelektüelin başkalarına ne yapmaları gerektiğini
söyleme hakkı yoktur. Çünkü kitleler kendileri için neyin iyi olduğunun
bilincindedirler” le aydının öğretici, bilgilendirici görevinin bittiğini
savunan Michel Foucault’a bakarsak,
galiba Türkiye’nin evrenselliği yitik aydınlarına ayrılan
sürenin sonuna gelindi gibidir.
Özgür bir bireyde, hükümranlık kuramayacaklarından; asırdır terk etmedikleri her zamanki üstenci dil, her zaman ki “ben en doğrusunu, en iyisini
bilirim, inanmayan sen aptalsın”lı buyurgan havada, her biri bir kesimin, partinin, fikrin,
örgütün yandaşı kesilip konuşan …
çok konuşan… hep konuşan…, … İçinden de her an bir Melih Gökçek, bir RTE çıkacak aydınların, siyasetçilerin, “Ahhhhh Europa” burjuvazisinin
“özgürlük, eşitlik, kardeşlik” şiarından habersiz davranıp darbeler desteklemiş
sermayedarların
özetle kimselerin işine gelmemektedir.
Hep bir vesayet altında, 1 Mayıs’ta bir alanı; Taksim’i yasaklayıp işçi bayramını zehir eden
devlet terörlü Türkiye’de…..Büyükbabanın odun ateşinde bir sopanın ucunda erittiği keçi
peynirleriyle beslemesini yutkunarak izlediğiniz, kaybedilmiş Heidi'li
çocukluğun sahibi bile değilken, üstü kalsın diyemediğiniz hayata incelikten yoksun bir bakış, bir yok
oluş. Endişelenme! duydum seni de. Geceleri uyku tutmayan gençliğimden
mi tanıyorum seni. Öyle mi? değil !!! sen öyle sandın.
Peki, sandımsa, gerçek neydi?
Gülsen
FEROĞLU
3.05.2014