11 Aralık 2011 Pazar

Dersim; en çok ta kimsesizliğimizdir … o kadar


Zelal ölür, dünya da kaldığı yerden dönmeye devam  ederken  ışıl ışıl  vitrinler, renk renk toplar, çam ağaçları, Noel babalar da olmasa kala kala elinizde bir Aralığın kaldığının ayrımına varamayacağınız vitrin önlerinde, öylece kalakalırsınız.

Bir adım atsanız….Adımınızı attığınız her yıl  diğer yılların DMO’nun sarı, pembe dosyalarında arşivlenmiş sırlarına, yalanlarına siper olduğundan  ne siyah ne de beyaz olmuş geçmişin belirsizliğine sıkışıp kalacak geleceği de kararttığından, zaten de ne diye atacaksınız ki  o adımı.

İster atın o adımı ister atmayın ta Osmanlı’dan Şeyhülislam Ebussuud’un “Kızılbaşların topluca öldürülmeleri elbette dinimize göre helaldir….. bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur" fetvasıyla arşivlenmiş “öteki”liğinizle belirleyiciliğinizin sıfırlandığı Cumhuriyet; anlı, şanlı bir çerçevede sunmayacak mı sizi dışlayan geçmişi, ötekiliğinizi.

Hem herkes, herkesin yücelttiği Türk ve Sünniyken; çocukken mezhebinizden feragat ettiğinizi bilmeden arkadaşlarınızla  “Alnım, burnum yaş,  bana vuran Kızılbaş“ tekerlemesini söylediğiniz “gavur”luğunuz, “nerede Kürt gelinde o marifet”liliğiniz,   oyuna almadıklarından mahallenin çocukları kardeşinizin gözyaşlarından akan  “Anne biz niye Müslüman değiliz”deki olunmaması gerekenden “olma”nın yakıcılığında nasıl bulurdunuz ki  geçmişte, kendinizi. 

Ve o geçmişin;Kerbela’da, Osmanlı’da, Dersim’de, Marş’ta, Çorum’da, Sivas’ta kendinden değil diye çoluk çocuk demeden Kızılbaşları kılıçtan geçiren, kuyulara atan, katleden  oruç tutmadı diye 1987’de  Şirin’i, 15.08.2010’da kışlasında Ali Arslan’ı öldüren zihniyetinin her yüzyılda tezahürü altında; Alevilerle, Kürtlerle ilgili bir açılım söz konusu  olduğunda  “Eskiden bilmezdik Alevi, Kürt nedir”, “yoktu böyle şeyler”le o geçmişi özleyenlere verilemeyen  “Bilseniz nasıl bilirdik Alevi, Kürt olmanın ne demek olduğunu biz” cevabına ilişik büyüklerinizin Kızılbaşlık  “veba”lılıkmış gibi “söylemeyin” tembihleri, “anladı alevi olduğum”daki telaşları, “Kızılbaşsam sende karabaşsın”lı kavgalarıyla yüklü  travmatik çocukluklar, ergenlikler.

Her ânın Yüksel caddesinde, Kızılay’da, Ulus’ta kulağınıza çalınan  bir türkünün; “Turnalar uçun…..”,   “Bavko”nun, inci kefalin tandırdan  yayılan kokusuna benzer  bir kokunun, “Bıra, bıra derdim a girano” seslerinin ya da baktıkça gözleri sizi içine çeken  genç bir kadının  kenarları yırtık  siyah beyaz fotoğrafının, “Kızılbaş” diye tayinini istemek zorunda bırakılan babanızla ayrıldığınız dağının eteklerinde gelincikler topladığınız şehrin hatırlatabileceği o geçmiş.

İşte öyle hayata dair herhangi bir ayrıntıdaki herhangi bir şey; bahçe içindeki güzel evinizle,  yıllar önce zabitler arasında köydeki evini terk eden  anneannenizin   siluetini de getirdiğinde beraberinde,  kuru bir “Ah!!!!!!! gün yüzü gösterilmemiş, görmemiş  garibanlarım ah!!!!”la karşınıza dikilen “bal eyletilipte” zorla içirilmiş acılı, sürgünlü, yezidi bol geç-e-meyen geçmiş. Nereye gidildiğinin önemsizliğinde kurdurduklarını iddia etse de sürenler  asla ve de asla; o dağsız, o köysüz, ׃, ׃, ׃, ׃, ׃, ׃, boşluksuz kurulamayan bir hayat; “miş” ekinin fayda etmediği o geçmişi, o köyü yakınlaştırır. O şehri uzaklaştırır.

Sonra ? Yoooo  önce; Mahmut Bozkurt’un  ”Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır”ını doğalaştıran eğitim, öğretim. Türk tarih tezli, Güneş dil teorili ideoloji. Yazdırılan tarih. Tahrif edilen, yeniden düzenlenen belgeler.

Her alanda tekli bir devlet, bir ulus yaratmak hevesiyle Türkleştirmek Sünnileştirmek istedikleri O Alevileri, O Kürtleri, O Ermenileri, O Rumları, OOOOO’ları İngilizlerle, Fransızlarla işbirlikleştirecek kadar şeytanlaştırıp; katliamlarını, idamlarını, soykırımlarını kolaylaştıracakları bir Cumhuriyet için gereken  padişah yerine bu defa da Cumhuriyeti kuran kadroya, orduya “hazır ol”, “rahat” komutlarıyla biat ettirilen insanlar; ve hukuk; İstiklal mahkemeleri, Takrir-i Sükûn Kanunu, yasalar, …, …,…,.

Sonrası; o kadar çok ki ne yazsam, nerden başlasam Aznavur, Çerkez Ethem, vb. ayaklanmalar. Ali Şükrü bey’in, Suphi’lerin öldürülmesi. Koçgiri, Şeyh Said, Dersim, …, …,. TKP tutuklamaları. Tan matbaası. 6-7 Eylül. Varlık Vergisi. Darbeler, darbeler, …,.

Hasılı  “Cumhuriyet için kurşun atan da yiyen de şereflidir”in icrası;  barbarlık,  kesik başlar, tecavüzler, işkenceler,  ispiyona alıştırılan  halk…… Ne yapılmışsa insanlığa sığmayan,  mahkum edilecek saklamak için devreye sokulan, bir kere  başlandı mı da daha, daha, daha  da söylenecek hep de  Seyit Rıza’lara  “dert olacak  baş edilemeyecek hileler,  yalanlar.” Kemalist mühürlü Cumhuriyetten masallar.

Sonrası; cezası komple imhaymış gibi her katliamı, her sürgünü, her zulmü “isyan ettiler” yalanıyla meşrulaştıran resmi tarih –ölüm nedeni bilinmeyen 200 askere karşılık 50 bin sivilin öldürüldüğü Dersim nasıl isyansa – Devletin her dediğine evet dediğinde hayat bulacağını gören ötekilerin ”kapatalım gitsin”le  bilerek, isteyerek geçmişin katliamlı dilimini hafızalarından silmeleri; dissosiyatif amnezi.

Sonrası; kimliğini, mezhebini gizlemekle yetinmeyip şalvarlı, fistanlı atalarına düşman edilmiş, imhalarını da “medeniyet istemeyen feodal ağaların peşinden gideceklerine,  ….., vergi ödeselerdi onlarda”yla savunan devşirdiklerinin sicillerine; şehzadeler doğursa da hanedanın  gözünde hep “köle” kalacak Hürrem gibi  yine de  işledikleri ötekilik.

Onun için boşuna kızmayın ayrımcılık yapmadığını ispat için  bir, iki ötekini  konu mankeni  kadar var eden Kemalist Cumhuriyete borcunu ödeyen Kılıçdaroğlu’nun Dersim’le alâkalı sözlerine. Devşirmedir.  Normaldir.  Devşirene bakmak lazımdır.

Sonrası her şey istenen biçimdeyken Kemalist Cumhuriyet’in  yalanlarının dizildiği boyunlardaki göz alıcı gerdanlığın incilerini tek tek kopartan inadına dönen dünya; belgeler, imzalarla ilkokuldan itibaren tarih adına ne öğretilmiş hepsinin, her şeyin yalanlığını, yanlışlığını saçar dört bir yana. Böylece çakmalığı da ayaza çıkan Kemalist Cumhuriyetin bile  yalan olma ihtimali karşısında bir şüphe de kemirmez değildir; Hitler’e esin kaynağı  bizim paşaların  olması….

Bu Kemalist Cumhuriyetin en büyük başarısı mı ? Soyunu, sopunu katledeni ulvileştirip arkasından gidenler de dahil, bir  filmde yağmur yağarken oyuncunun  “yağmur yağıyor” demesiyle yağmurun yağdığını  ancak algılayabilen Haddad’a göre “Ulus devletin hapsettiği akıl” kadar akıllı, Kemalist algılı  vatandaşlardır.

Hayatları şekillendiren bu Kemalist algı; Onur Öymen olmasa Dersim’den, Dersimli çocukların yatılı mekteplere verilerek “milli varlıklara geri çevrilmesi”ni isteyen  dahiliye vekili Şükrü Kaya’dan, “Türküz, Türkçüyüz daha da Türkçü olacağız” vecizeli  Başbakanının Nazi kamplarını ziyaretinden bihaber; tapınak şövalyesi bir nesil yaratıp, o nesli de devletin bekası için ötekine  her türlü  vahşeti yaptırtan ırkçılıklarının, faşistliklerinin; ırkçılık, faşizm olmadığına inandırandır da.

Öylesine büyük bir başarıdır ki bu algı sorgulatmaz; çoğu devlet-i ali osmaniyye’nin de imtiyazlı subayı, milletvekili, …,,, olan Cumhuriyete de  egemen büyük beyaz Türklere köleliği.

Sorgulatmaz; katliam, sürgün planlayan Çankaya’nın mutad zevat’larından İnönü’nün, Bayar’ın,  Çakmak’ın,,,,, 1915 Ermeni tehcirinde de rol oynamış Renda’nın, 18 Haziran 1937’de Cumhuriyet gazetesinde “Türk amazonu Sabiha Gökçen Tunceli’de başarılı atışlar yapmaktadır”la övülen Sabiha GÖKÇEN’in,  General Alpdoğan’nın, cuntacıların, caddelere, semtlere, okullara, kışlalara,,,,, isimlerinin verilmesini. Çocuklarının, torunlarının da neredeyse  eş mevkilere gelmesini.

Ayaklandırmaz; Yahudilere soykırım yapan Nazilerin hiçbir yakını, torunu utançtan ortalarda gezemez,  soykırımı savunamazken  en fazla  biçki dikiş öğretmemiş,  devlete müstahdem, evlere besleme  yapılmamış da  servetleri 216 milyar dolar eden Türkiye’nin en zengin  100 ailesinin arasına girmişler gibi  Dersim sürgünleri  için  “İyi ki sürüldüler, adam oldular” diyen ailesine, kendisine Kemalist Cumhuriyet’in yurtdışı bursları,  yalıları, arsaları, tabloları, gemileri düşmüş, dedeleri geçmiş katliamların bir numaralı sorumlularının yakınlarının aşağılayan sözleri, ortalıklarda alnı açık  dolaşmaları karşısında katledilenlerin torunlarını. Ki Dersim kıyımını  hâlâ savunabilenlerle Almanya’da Türk esnafı öldüren neo-Naziler arasında ne  fark varsa.

Bugün hâlâ; Seyit Rıza’nın oğlu gibi Erdal Eren’nin yaşını da asmak için büyütmüşler, faili meçhulleri organize eden generaller, Ağar’lar, Çiller’ler,,,,,,, desteklenip korunuyor, Ogün Samast’la  fotoğraf çektirmeyi şeref kabullenenler devleti  yönetiyor,  Yargıtay 13 yaşındaki N.Ç ‘yi   tecavüzcü sayıyor, bir paşa 475 bin lira emekli ikramiyesi alıyor, TSK’nın harcamaları  denetlenemiyor;

Kendi potansiyelimizi görmek amacıyla yardım ekipleri bekletildi” dediğinde Van depreminde enkaz altında kurtarılmayı bekleyen Kürtleri kobay kullandıklarını itiraf etmiş Başbakan yardımcısı istifa etmiyor, İçişleri bakanı Büşra Ersanlı için “geçmişine bakın o komünisttir”,  Diyarbakır Valisi de  “molotof atan çocuklar ailelerinden alınıp yurda yerleştirilecek” diyebiliyor, hiç yere öğrenciler tutuklanıyor; kimseler  hiçbir şeyden utanmıyor, asla rezil olunmuyorsa bütün bunların sebebi de işte o algıyla gerçek kılınmış yalan dolu geçmiştir. O geçmişle yüzleşememektir.

Yüzleşilmeye kalkışılan geçmiş her olayda da  aynı şey  yapılıp; nasıl Dersim kırımıyla ilgili; birliklerin konuşlandıracağı yerleri işaretlediği harita  Trabzon’da Rum köşkünde duruyorken Atatürk’ün,  haberi var mıymış, yok muymuş, kim yaptırmış, kim ….mış, mış –  diyelim emri Alpdoğan verdi ne değişecek,  bu diğerlerini aklayacak mı  – tartışmalarıyla farklı etnik, mezhepsel kimliklere ıslah, isyan, …, adı altında korkunç kıyımlar yapan bir devletin, yönetenlerin neler neler yapabileceği  gözden kaçırılarak,  gerçek yalanlara kurban edilecektir.

Bana, sana göre değil inanmasak ta (ölüme, kışa inanmıyorsun diye ölüm, kış kaybeder mi gerçekliğini) var olan gerçek de; bir tek vatan, kimlik, mezhep, lider, örgüt, cemaat, namus için ölmeyi, öldürmeyi öğrettikleri, aile, iş, kadın, erkek ilişkileri, cinsellik, şiddet, töre, tarihle;  “ama o da”, “ama onlarda şunu şunu yaptılar”lı yaratılmış o Kemalist algı  kadarlık bir yüzleşmeye dayanabiliyorken nasıl sıyrılabilir  yalanlarından geçmişin.

Gırtlağına kadar kana bulanmış geçmişin yalanlarının evrimleştirilip her koşula uyarlanarak saat gibi işletildiği ne menem bu vatanda, adım atmak, yeni şeyler söylemek ancak ve de ancak  kapatılması gereken hesabın diğer yıllara devrine rıza göstermemekten  geçerdi  ki,  işte o zaman  da hiçbir şeyi  kanatamayacak geçmiş de geçip giderken  sonrası da hayat olurdu.  
 
Şimdiyse benim için, ötekiler için geçmiş, bilirim, bir yerde yazılan gibi en çokta “Kimsesizliğimizdir … o kadar”. Bilirim, dâimi kimsesizliğimizde bir gün, “olur a“ Kemalistliğinden kurtulur da  rüştünü ispatlarsa Cumhuriyet, O Cumhuriyette  dahi Ahmet KAYA hüznü olacaktır.Her Aralıkta olduğu gibi. Bilirim.

Bir tek üniter üniter yaşanıp gidenler bilmez.…Onlar bilmez. Bilmek bir yüktür.