27 Mayıs 2009 Çarşamba

Kalmadı tesellisi ne şarkının…

Nasıl, tam  da keyifle “ dekolteye gerek duymadan, cazibeli ve seksi görünmenin yolları”nı okuduğunuzda yok, yok  “Elveda Rumeli”yi izlerken, o da mı değil, rakı masasında “Deniz Seki garibanı hapishanede ne yapıyordur”u düşünürken,  “son dakika” mı, yoksa “flaş, flaş” klişesiyle mi öğrendiniz Mardin’ de ki katliamı ?
               Nasıl,  şaşırdınız mı, sıvası dökülmüş merdivene, tavana, kapıda yığılı lastik ayakkabılara bulaşmış,  paslı demir kokan kanın, ne Latin Amerika’nın tarihini betimleyen  MARGUEZ  romanından kanlı bir kesit, ne Cemal SÜREYA’dan  “kan var bütün kelimelerin altında”lı  bir dize,  ne de LORCA’nın kanlı düğününden “ah nasıl bir yas, nasıl bir acı kavuruyor içimi...” tiradından bir bölüm  olmamasına.
Nasıl, ürktünüz mü, 3 trilyon serveti olduğu iddia edilen muhtarın, rant paylaşımında tartışma çıkınca 1 gecede 350 bin TL.  dağıttığı  “o” 32 haneli köyde, 1 değil  8 ayrı beynin aynı şekilde çalışarak,  PKK’nın üzerine atmayı da planladıkları katliamın vahşiliğinden.
Aklınız havsalanız almadı mı, adına ister Doğu, Güneydoğu, ister Kürdistan deyin  istendiği takdirde, istenecek kadar silahın  bulunacağı bir bölgede, hepsi de genç 30 bin insan, 30 bin adam, kadın, çocuk ve bebeğin ölümüne, şehirlerinde bir sabah, öğlen, akşam  sayısız insanın sır oluşuna  tanıklık eden,  3-4 yaşındaki çocukların  “annem, babam öldü” demelerindeki rahatlığı.
İlahi, “Ermeni, Kürt değilim, başıma bir iş gelmeyecek, devlet beni hep sevecek, fişlemeyecek” güveninde, akılları; kimsenin  izin vermeyeceğini bilmelerine rağmen, Cumhuriyetin karartılacağı varsayımını dert edinmede ya da  son günlerin gözde mekanı bebek sahilinde, Gloria Jean’s Coffees’de,  GJ’s Creamy Hot Cocoa’yu  yudumlayıp boy göstermede olanlar, sadece  ekranlarda izledikleri   “ …. çıkan çatışmada iki er  şehit olurken,  bir korucu da hayatını kaybetti. 5 terörist ölü ele geçirildi "li  haberlerle, tabutların çağrıştıracağı  savaşı da  sanal dünyanın ürünü kabullenip, günlük yaşamlarında en basitinden kimlik, yol kontrolü yapan, arabaları çeviren korucunun, jandarmanın, polisin hışmını çekmeyeyim çabasında da bulunmayınca,  47 insanın öldürüldüğü katliamın, savaşın sonuçlarından yalnızca birisi olduğunu da kavramayacaklardır.
Onlar, semalarında her gün Skorsky’ler, Cobra’lar uçmadığından, okula, işe gidilen caddeler cemseler, panzerler, tanklar, askerlerle kapanmadığından, dağlar, kayalar bombalarla yarılmadığından,  şehri  toz bulutu, yakılan ormanların kokusu kaplamadığından,  makineli tüfeğin, roketatarın, havan topunun sesini tanımadıklarından, kardeşlerinin, çocuklarının, akrabalarının kurşunlanmış cesetleri ibret olsun diye atıldığında  kasabanın, köyün meydanına  acizliklerine yanmadıklarından, her yerin yaşadıkları şehirlere benzediğini zannedeceklerinden  “cinayetlere, savaşa evet” dediklerinin farkında bile olmayacaklardır.
Bilerek, bilmeyerek “evet” dedikleri bu  savaştan geçinenlerse, çoktan, geçmişte de kullandıkları CİA taktiği, aynı grubu kendi içinde  ayrıştıran “yöreyi  biliyorlar, bizden olmasalar onlardan olacaklar, vursunlar işte birbirlerini, nasılsa akacak kürdün kanı” fısıltılı paramiliter örgütlenmeyle “koruculuk” statüsünü verecekleri iyi  Kürtlere, aşiretlerine Kontrgerilla  işlevini  yüklemişlerdir.
Bu durumda, sunulan “olanaklar” sona erecek korkusuyla daha, daha  kan isteyecekler, PKK adına da otobüs, minibüs tarayıp, köy basacakları   “BİXİ”ler, “AK-47”leriyle eğlence diye dağa, taşa, havaya devletin  mermilerini sıkar, kahvehanelerde, evlerde ahaliye bölgenin günlük olaylarını; izini sürdükleri, öldürdükleri, yaraladıkları kişileri, üstlerine  tapuladıkları arazileri, kendilerini kollayan komutanları anlatırken, duvara, sandalyeye, kürsüye  dayalı  silahlarla çocukların oynadığı, insanlarınsa kin, sefalet içinde iç savaş anılarıyla yoğrulduğu köylerden, kasabalardan, şehirlerden  güzellik, sevgi ve  bilimin boy vermesini bekleyecek  yüksek kalite ve çözünürlüktekiler, bir gün aynı silahları  rant uğruna hısımlarına, komşularına çevireceklerin  gözü dönmüşlüğünü  izahta da  zorlanacaklardır.
Ama bu demek değil ki “onlar”  gerçek ortada ve Karl Marx  da yıllar, yıllar öncesi  “insanların maddi yaşam koşullarını belirleyen, onların bilinçleri değildir; bu maddi koşullar, onların bilinçlerini belirler”ini de  yazmışken, dededen kalma Kürtlere nefretlerini  PKK’ya  küfrederek  ya da eğitim, kültür bağımsız bir değişkenmişçesine  “Yüce devletimizin teröriste sıkın diye verdiği silahlarla, bu aptal Kürtler…. Bunların asilikleri, cahillikleri ırklarından”la kamufle edip,  töre, cehalet yalnızca   Kürtler’in bir özelliğimişçesine yansıtan yorumlardan  eksik kalacaklar.
Bunları gören, duyanda kültürlü, eğitimli,  iki dil konuşup, yazarak  HOMEROS,  SHAKESPEARE, PUŞKİN  hatimli doğan, ….., teknolojik buluşlara  imza atan, kadın, erkek birlikte  balet, balerin zarafetinde vals yaparken, duvarları MATİSSE, MONET, ZAGANELLİ’nin  görkemli resimleriyle donatılmış saraylarda, evlerde, bahçelerde, klasik müziğin yankılandığı  atalara sahip  sanacaktır.
Üstüne bu dünyada herkes, her ulus,  en az bir kez, çıkarına göre kendisine düşman üretip sağındakine, solundakine cani veya  melekliği yaşatmışken, etrafı yakıp, yıkıp,  parçaladıklarından göçebe atalarına yakıştırılan “eyvah, barbar Türkler”in  torunları, herhalde  “Türkler iyiydi de çevresi barbardı” savunmasıyla huzura erip, tarihlerinde katliam, darağacı, tehcir,…, kan  yokmuşçasına ortalarda salındıklarından,  sanırsınız ki  medeniyetin  timsalidirler de,  bu kendini beğenmişlik de haklarıdır. 
Oysa herkesin bildiği yazdıkları, yazdırdıkları  anlı, şanlı tarihle, yalanla kotarılan hiçliğin doğurduğu bu kendini beğenmişlik, zamanla başkalarını beğenmemeye, giderek de  herkesten, her  ırktan  tiksinmeye yol açan milliyetçiliğe dönüştüğünden,  yargı, yasama, yürütme,…, ordu, bürokrasi, medya da dahil  her kademede devlete, topluma  hakim ırkdaşları eliyle ülkeyi yönetenler, her olayda, sorunda  suçu  yönetimde hiç söz hakkı, gücü bulunmayan üstelikte  nötrleştirdikleri kendileri dışındakilere atacak ırkçılıklarında, niyeyse  bangır bangır da  “faşist, ırkçı  değiliz” diye bağırıp, topumuzu  sulu götürüp, susuz   da getireceklerdir.
Öte yandan  daha ortada faşizm  yokken Fatih Kararnamesi ( kanunname-i ali Osman) “her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşlarını nizam-ı âlem için katletmek münasipdir”le  cinayetin yasallaştırıp,  töreleştirildiği İmparatorluğun yerini Cumhuriyet aldığında, devam ettirilen, kendileri dışındakilerin  “katli vacip”liği, düne kadar yasalarındaki “töre cinayetlerinde indirim”, Cumhurbaşkanlığına aday Bakanın “töre dışı davranış bu”yla linç edilişi, sanki başka bir ülkede vuku bulan  olgularmış tavrını sergilemekten de geri durmayacaklardır..
Böyle olunca da, çıplaklığından utanıp, üzerine diktikleri kat kat giysilerin altında gizledikleri tarihlerinde  peş peşe gerçekleşmiş katliamlardan yalnızca birinde,  Maraş’ta “bebek katilleri”  105 kişiyi öldürüp, 176 kişiyi de  yaraladıklarında, memleketin her yerinde katliamların vahşetini  yaşayanların  “bizi de, öldürecekler, iyi de ne yaptık ”lı  korkunun getirdiği  “aidiyet” duygusuyla  tanışacakları o günlerden bellidir,  insanlara  “bok “ yediren bir zalimler kuşağının yaratılacağı yarının, geleceği.  
O yarınında, katliamlar yapan ırkçı zihniyet mahkum edileceğine temsilcileri milletvekilli, partileri de iktidar ortağı yapılarak tarihle yüzleşilen, kusura bakmayın ama bu tuhaf  ülkede,  “Atatürk düşmanları”, “Sevr’i hortlatmak istiyorlar”lı, “ötekine”, “berikine” nefret törelerine çarptığından değiştirilemeyen darbe Anayasası, savaş,  …., dini hurafeler, bir türlü azalmayan şiddet yandaşlığına ait değerlerle kavga başlatmak yerine,  aslında ihmal edilmişliğin cevabı kan davasını, berdeli, cahilliği üzerine  yıktıklarını karalama  furyasında “bu katliam PKK’ya yarayacak” vicdansızlığındakiler, burjuva demokratik ülkelerde sırf kaçak veya devletin silahları  kullanıldığından hükümet düşürecek  katliamın sorumlularını da ufuklarda aratacaklardır.
Bu sanal sorunlar, mutluluklar, ırkını beğenmişlikle  bezeli dünyalarını, mutlaka ama mutlaka bir gün yıkacak, daha şehirlerine sıçramamış kan lekeli ölümleri içine sindirenlerin, fakirlikte ve sahipsizlikte eşitlediği sevgili Türkiye halkı, yeni bir töre yazılana kadar, kul etmek için kulluktan kurtarma töresinin egemenliğinde, hepimiz, Türklerin kanı aktığında ne oldu ki Kürtlerin kanı aktığında bir şeyler değişsin çıkmazında, köşe kapmaca oyununda ortada kalan çocuklar gibiyken, varsın  istatistikler  Kürdistan’da savaşta ölenler 30 bin 47 küsura ulaştı  yazsın ne çıkar,  umursamazlığındakiler utanç kaynağımız  değilseler,  nedirler  ki.
Yine de gelin, bırakalım da o dehşet gecesinde, ailesini kaybeden savaş mağduru çocuklardan yalnızca biri, belki bir gün,  yanı başındaki mezarlığa baktığında, duvarında Atatürk  fotoğrafı asılı  o evde yaşananların sebebini araştırmakla kalmayıp, çağdaşlığın başkasını incitmemeye dayandığını da  anladığında, arşivlerdeki görüntülerde kameralara “korucu olup, insan öldürmek istemiyorum” diyen yaşıtının  mı,  yoksa aynı günlerde  “koruculuğun hedef alınmasına” karşı çıkanların mı  “cahil” olduğunun kararını  da  “o“  versin.
Belki o gün, hala, kimsenin yüzüne  bakamadığı silahların susup, mayınların patlamadığı, iyilik isteyenlerin başlarının kopartılmadığı memleket hayaline “o” da çarptığında, bir buzdolabına, çamaşır makinesine  sahipliğin en büyük rüyası  olduğunu söyleyen Kürt kadınlarını, korkularını da alıp gidecektir uzaklara. Ya da belki  gitmesi gerekmeyecektir uzaklara.
Nasıl, artık  savaşı kimin başlattığı, ilk kurşunu kimin attığı, haklı, haksız kimmişin  önemsizliğinde “ne şarkının,  ne de sazın da kalmamışken tesellisi” eğleniyor musunuz gençler. Haydi relaxx!!. Bence de “e,eee takip etselermiş korucularını”. Kim mi dillendirdi. Onların inanacağı Gossip Gril.