10 Ekim 2023 Salı

 

Barış vurulmuşken... söylesenize,  şimdi

 hangi sonbahardır

 






Daha geçenlerde parkı sarıya, kızıla boyamış yapraklar üzerinde yürürken, ayrılıklardan konuşmamış mıydık, seninle? Sonbahar ya,  kolum kanadım kalkmıyor  ‘halbuki havalar soğudu, hurçlardan, baza altından çıkarmalı kışlıkları,  belki  tarhana ...turşu  yapmalı ’  ama bir  banka, kaldırma oturup  gelene, geçene bakmayı cazip kılan gönlün işgalinde,  madem koca şair demiş “ne de olsa ayrılıkta sevdaya dahildir....” o zaman bizde... demiş miydin?

Aceleye ne hacet, bak ! ayrılıklara gebe, şimdiye kadar değiştirmediği  neyi  değiştirecekse hayatımızda, güz dönümü; güneşin  terk edemediği, yağmurun da   bardaktan boşanırcasına yağamadığı yalancı baharıyla,  iki arada bir derede kalmışlığı   yaşatan Ekim de,   geldi işte, kendini tekrarlamaktan usanmayan ayların... yılların aynılığında; dünde, bugünde  her   takvim yaprağı,  yaşam sevincini alıp götüren   onca   Taylan Özgür, Vedat Demircioğlu, Vedat Aydın ,  Tarık Dursun,  Gökhan Akman ‘ın ellerinden hayatlarını alan bir katliamı... dar ağacını, işkenceyi, mazlumluğu, darbeleri   çağrıştırıp;

 

 geride ölene dek söylenecek,  illaki bir ukde  –‘keşke...engel olsaydım...o gün kızdım ona,  düşünsene ölecekmiş üç saat sonra ? Babuko’yu (Zerfeti),   etli lahana sarmasını severdi’ –  bıraktığından, acıtan...tarumar eden,   onca Başağın,  Erenin, Erdalın  tamamlayamadıkları  yaşanmışlıklarının, hatıraya dönüşmesinin  kederinde,

 

hayata dair  her şey de; ömür de, kavga da, sevda da, evde  hissedilen, bitirilmemiş okullar...kutlanmayacak doğum günleri...gidilmeyecek cafeler ...okunamayacak kitaplar,  dinlenmeyecek  Emma Shapplinler, sulanmayacak çiçeklerin  yarım kalmışlıklarında;  her ayı, günü   ağıtla, yasla, gözyaşıyla doldurulduğundan,  bir  mevsimin, ayının  neşesini,  depresifliğini, melankolik hallerini   yaşamanın  bile çok görüldüğü ülkede,    ölümle, alçaklığı kesin savaşla, katliamla anılan   bir  mevsim, ay, gün   ‘olmasaydı keşke’  isteğinde;

 

ahhhh bu coğrafya, ahhh  “kaderdir... fıtratında vardır, her türlü önlemi aldık ama işte...nasılsa ölmeyecek miyiz? ha bir gün önce, ha bir gün sonra’  bilgiçliğinde     öldürülmeye, öldürmeye biatla,  manasızlaştırıp , değersizleştirilen  hayatların efendileri;

 

narsist liderlerin, başkanların, kanat önderlerinin, Gavs’ların ,  dindarların, sekülerlerin işine geldiğinden,  güzellemeye doymadıkları  ölümün,  adanmışlığın bilerek kutsandığı bu Mezopotamya;  dön de bir bak !  düne, bugüne  ne çok insan ölmüş, öldürülmüş de  wampir açlığında hala  kana, genç bedenlere doymadığından, güzelliklerinin  yaşanamadığı hayat da   işte, hep yenilmiş  bir adım  önünde olmuş ölüme.  

 

Engellenecek kötülük ‘gitmişken Ankara döneri yemeden dönmek olmaz, Sakarya caddesi ...’  sohbetini yaptıktan az sonra , bombanın  patlatılacağı bir intihar saldırısında, atılan roketle başlayacak bir savaşta; İstanbul’da gariban  üç kardeşin su birikintisine düşerek boğulması ya da  grizu patlaması gibi “olamaz” basitliğinde,   azıcık tedbirle önlenecek ihmaller  yüzünden,  her an ölünebilinecek  Ortdadoğu’da doğma bahtına erişildiğinden, Osmanlı Paşalarının   90 bin askeri soğuktan dondurduğu 1915’den , 1938’e, 1972’in  6  Mayıs’ına uzanan,   Tezer Özlü’ye   "burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi" dedirtmiş,  zaman diliminde,


2023 yılında  bile,  1789 Fransız İhtilalinin eşitlik, kardeşlik, özgürlük  şiarını yol edinmişleri, sistemine muhalifini, kökeni, mezhebi, dini, yaşayışı  farklıyı,  her yılı, her ayı, günü karanlığa  mahkumlayan –  1921 (Koçgiri,  Şubat)  , 1926 (Ağrı,  Mayıs ), 1937, 38 (Dersim,  Mart, Aralık), 1955 (6/7 Eylül), 1977 ( 1 Mayıs ), 1978 (8 Ekim, Bahçelievler ), 1978 (Maraş, Aralık), 1993 (Temmuz,  Madımak) , 2011 (Aralık, Roboski), 2015 (Temmuz, Suruç)   2015 (10 Ekim , Ankara Garı) , 2017 ( Ocak, Reina)    – katliamlarda,   imhayı  göze alan,

 

 

butona, pime  basanı,  bastırtanı bildiği halde geçit vererek, öldüreceğini  bile bile  o bombaların patlatılmasını, o kurşunların   atılmasını bekleyecek  canavarlıktaki,  zihniyetinin karanlık  geçmişinden çıka gelip , bir anda;

 

başka seçenek yokmuşçasına kırmızı çizgilerini, demokratlıktan bir haber  yasalarını, geleneklerini  diktelediğin  herkes gibi; hiç gerçekleşmeyecek  olsa da  güzel  hayalleri, okulları...sevdikleri... birlikte  puzzle oynadıkları,  üzerine titredikleri çocukları vardı ve   belki yeni sözcükler,  yeni  sevdalar , filmler, yazarlar,  arkadaşlar, yemekler   keşfedecekleri    zamandaydılar da,   bilemediğin, yüz dokuz yurttaşını daha  hayatından eden,   o sonbaharda da;  duyulan kulakları  sağır eden  aynı bombanın patlayan sesi...Ankara’yı, Garını kaplayan  defalarca göğe yükselen aynı ateş topu…duman bulutuydu.

 

Aynı Allahım… Allahım’lı ı çığlıklar…çığlıklar...aynı nefes aldırmayan öksürük,  yanmış et,  barut, kan kokusu... ellerde, yüzlerde, arabaların, ağaçların, binaların  üzerinde az önce konuşulan, halay çekilen yoldaşların  kanı, vücutlarından kopmuş  parçaları; asfalta   tek başına bir kol, başsız bir gövde…“bacağım, bacağım” iniltileri...“ “yolu açın” sesler.. sesler...sirenler..sirenler…halay çekilen  afişler, pankartlarla örtülen onlarca cansız beden...sahipsiz bir çift beyaz  ayakkabı  Diclenin mi?...çalan telefon, titreyen parmaklar… ‘şükür, sağsın, Filiz, Leyla  yanında mı ‘.. Leyla??? ya Elif???  “Ankara döneri” yiyecek,  Dilan mıydı?  kimin annesiydi  “ içimde bir sıkıntı,  gitme, bir kez de beni dinle,  gitme” diyen?

 

Oysa, o  bir şey ifade etmeyeceğinden titrek “gitme“ sesi; Berna,  Elif   “Ankara'daymış barışı, alıp gelmek gerek. Getirebilirsem barışı kızama..."  paylaşımını yapmış Hakan için;  mitingine gidişin amacı,  huzur getirdiği görülmemiş  savaşın  had safhaya ulaştıracağı yoksulluğa ,  hukuksuzluğa , ırkçılığa,  ölüme boğacağı  hayatları kurtaracak “Barış”ın yanında;  nasıl da  nafile, nasıl da biçaredir.

 

 Büyük, güçlü devletinin; eylem yapacakları  'gizli' ibareli resmi raporlara yazılmış canlı bombaların varlığını bile bile,  mitinge gelmelerine izin vererek koruyamadığı,   günahsız 109 yurttaşının bir saniyede...bir anda yok edilmesi  vahşetini  tanımlamada  kifayetsiz, yetersiz kalmış yirmi dokuz harfin boynu büküklüğünde,  istifayı düşünmeyen  Başbakanın da cumhurbaşkanı yardımcısı adaylığıyla ödüllendirildiği 6’lı masanın, Millet   ittifakın ortağı olduğu bu pişkin, yüzsüz diyarda;     

 

onca  katliam sonrası hiç yaşanmadığı, olmadığı görüldüğünden, bilindiğinden gün gelecek “hesap sorulacak”  rüyasından çoktan uyanıp ‘ adalet, er geç  tecelli edecek, yaptıklarınızın,  bıraktığınız enkazların  yüzü suyu hürmetine ölmeyin de...o  masumların ahı,  fitil fitil gelsin burnunuzdan’  bedduasını etmekten de vazgeçildiğinde; 

 

Nuri Bilge’nin “Kuru Otlar Üzerinde” filminin karakterlerinden  Ankara Gar Katliamında  yaralı kurtulan, dizden aşağısı kesilmiş Nuray öğretmenin  “ama,  bana öyle geliyor ki, dünyada güzel olan her şey,  daha insana ulaşamadan, insanın kendi ördüğü ağlara takılıp kalıyor.."  göndermesinde bulunduğu,  devletin, duyarsızlığa alıştırılmış  toplumun  ördüğü o ağlara rağmen,

 

belki insanoğlunun lanetidir de  unutmamak...unutamamak  ama şehrin  gri duvarlarının ardında,  asırlardır can güvenliğinden sorumlu olduğu yurttaşlarının hunharca katlini seyreyleyen...yeryüzünden arşa ulaşmış ağıtlara kulak tıkayan...değiştirmeye kalkışmadığı gaddarlığı,  despotluğuyla  hayatları zehir eden;  adaleti çürütmüş sevgisizlikteki  devletin  yöneticilerinden,   katliamların  faillerinden  büyük acıları... büyük cezasızlıkları her yıl dönümünde anmak, unutturmamak  belki de , sorulmayan hesabı sormaktır da, kim bilir ki.

 

Artık “umut etmenin yorgunluğunda” ki  hayat hengamesinde,   her sonbaharda,  sadece içi çekilmiş  meyvelerin kalacağı dallarından takatsizliklerinden kopup,  kendilerini  boşluğa bırakmalarını  “ne kadar güzeller, rengarenk “ cümbüşüyle karşıladığın,   dünün...bugünün üzerine   dökülen, ölecek   yapraklarla  birlikte solduğunun,makus talihi yapılmasından utanç duyulmayan her katliamla tükendiğinin farkındasızlığındaki memleketin;

 

kaldırımlarını, caddelerini,  meydanlarını  deterjanlı sularla yıkayarak yok edildiği   sanılan;  kimsenin  kimseyi  öldürmediği  yarın  için bombalarla parçalanmış onlarca günahsız bedenden  yıllara damlayan... akan  kana bulamış,  zalimliğin, acımasızlığın  bak !  orada... sen görmesen de;  orada işte ...duruyor hâlâ.

 

Bu sonbaharda yine “biliyor musun  gözümün önünden gitmiyor hala o tatlı bakışın / Dîtina te yî şêrîn , Qet naçe ji ber çavê min”  özleminde ,  yeşilden sarıya kızıla  dönüşen ölgün  yaprakların örttüğü mezar taşına çocuğu, sevdiğiymişçesine sarılanların darmadağınık yitişinde;  9 yaşındaki Veysel Deniz Atılğan,  12 yaşındaki Ceylan Önkol, Bahçelievlerde  Latif Can öldürülmüş, Necdet Adalı asılmış, vurulmuşken Barış , söylesenize,  şimdi  yaşanan, hangi yılın sonbahardır? 

 

 

 

 

Rukiye-Gülsen FEROĞLU

10.10.2023