Elbette
“kadının adı yoktur.” Kül kedisinin Cinderella
olduğu da kocaman bir yalandır….o
yüzden…artık uyuma vaktidir… evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…
kurşuniydi gece; ekranlar kırmızı zemin üzerine beyaz “son dakika”
yazılarıyla müjdeliyordu mahşerin atlılarının; “.... soyunda dönme
olmayan Türkoğlu Türküm ben…” yemini ettirmiş Fikri Karadağ, Hurşit Tolon, Sedat Peker’in , …, …, tahliyelerini.
Muhabirlerde
bir coşku bir coşku “ o da tahliye edildi, bu da…”. Mahkeme önü linç timi elemanlarının cezaevi
önü beyanatları; Kerinçsiz “….. Oslo görüşmeleriyle…. gelinen bu noktada
federasyon bağıra bağıra gelmiştir”, Veli
Küçük “…….Türk birliği ve vatanın bütünlüğü için kesinlikle geri adım atmayız.
“
“Dava düşmüştür sayın yargıç” ve hoş geldin kimsenin can güvenliğinin olmadığı
1990’lar, işte özlenen tablo; Fethiye’de
HDP’ye saldıran tesadüfen Türk doğup, tesadüfen bu topraklara yerleşmiş ırkçılara
pencerelerden Türk bayraklarıyla destek veren medeni bir o kadar da Atatürkçü
insanlar.
Dün
Altınova, Emet, İnegöl, ..., …,
Dörtyol’da, bugün Fethiye, Bolu, Düzce,
Aksaray, Samsun’da,…., Kürtlere linç karşısında her dine, mezhebe, etnik
kimliğe eşit mesafede durması gereken, vatandaşının can güvenliğinden sorumlu
devlet ne mi yaptı, koca bir hiççççççç.
Ulus
devletin ulusu dışında kaldığından ötekileştirilmişler zaten yıllarca; harcına
tekçilik konduğundan akıl, muhakeme değil, vesayet, biat isteyen ulus devlet;
bekasını koruyan, muhalifini, farklıyı cezalandıran bir hukuka ihtiyaç
duyduğundan, adı var kendisi yok bir adaleti boşuna arayıp, durmuşlardır.
”Geçmiş Olsun Türkiye”, “Paşalar Gibi
Çıktı” manşetleriyle Ergenekon tahliyelerine sevinen Posta, Hürriyet, …, …,
gazetelerinin, “Silivri boşalsın” kampanyası sürdürenlerin, çıkardığı kanunla
tahliyeleri sağlayan hükümetin elinde
oyuncak olmuş adaletteki adaletsizlik, artık
AB temsilcisi Catherine Ashton’nın takdirine sunulacak düzeydedir.
Bir de deniyor ki suçu sabit Alparslan
Arslan’nın, Zirve katliamı sanıklarının, …, …,
tahliyesi olmadı, olmadı. Haklılar tabii, insanları öldürme, ormanları, köyleri yakma emrini veren tahliye
edilebilir, lakin emri uygulayan, tetiği
çeken tahliye edile bilemez.
Netekim,
milletvekilli Ali Şükrü Beyin, Halit Paşanın öldürtülmesi vari cinayetler ta
1923’lerden meşruydu. 15, 20 yaşındaki çocukların eline blog marka tabancalar,
bıçaklar verip Rahip Santoro’yu, Hrant’ı vurduranların, vuranların, Tilman Geske’in boğazını kestirtenlerin,
kesenlerin rahatlığı da o meşruiyetin sonucuydu.
Nasılsa,
ulus devletin karşıtına tahammülsüz Kemalist ideolojisiyle yoğrulmuş kamu
vicdanı vicdansızlıkla eşleştirildiğinden; 1974
-1980 arası katledilen 5600 kişinin, Bolu-Sapanca-Hendek üçgenindeki
seri cinayetlerin, MGK’da ölüm fermanı verilmiş Kürt işadamlarının, asit
kuyularına atılmış köylülerin, onlarca Vedat Aydınların, Yusuf Ekincilerin
faillerinin bulunmaması sorun teşkil etmeyecektir.
Zira
ideoloji, eğitim, öğretim, medya eliyle öyle bir ikna edilmişliğe de imza
atmıştır ki ulus devlet; öldürmeye, darbeye, katliama, yağmalamaya izin vererek
masumiyetini kaybetmiş devletin yanına toplum da eklenmiştir. Önceside vardır
da, 6/7 Eylül’de de; tehcirde Ermenilerin mallarını gasp ederek zenginleşenler
gibi gayri Müslimlerin mallarını yağmalayıp hiçbir şey olmamışçasına
hayatlarına devam edenler, masumiyeti bir kez daha kaybettirmişlerdir.
Sonrasında
İlksan yolsuzluğunu “verdimse ben verdim”le noktalayan, 3 fidanın asılmasına el
kaldıran Süleyman Demirel’in
Cumhurbaşkanı seçildiği; Mesut
Yılmaz’ın, Tansu Çiller’in mafyayla banka pazarlığı yaptığı, bankaların
hortumlandığı, İbrahim Şahin’nin
“Türkiye seninle gurur duyuyor “la omuzlarda taşındığı, öldürülen
gerillanın kulağından yapılan anahtarlığın ahaliye gösterildiği, …, …, ...,
onlarca olayda masumiyet öylesine
yoklanmıştır ki, sonraki her olaydaki, her olgudaki vicdansızlık mubah hale gelmiştir.
Biri
öldürülüyor; adı Ali, adı Berkin, adı Burak,
adı .., adı…,; önce AKP, CHP, MHP,
BDP’li mi, solcu, sağcı mı, Türk mü, Kürt mü, Alevi, Ermeni mi o
araştırılıyor, ki masumiyetin,
sözün bittiği yerde orasıdır. Masumiyet
bittiğinden O ölümü; karşıtını köşeye sıkıştırmada, yandaşını bilemede kullanma
çürümüşlüğü, ürkütmüyor insanları.
İster
istemez her öldürülme, her kayıp da geçmiş kayıpları
canlandırıyor. Ulus devletin “Kürt yoktur” şiarının
getirisi 30 yıl süren iç savaşın 50 bin insanı
hayatından ettiği Türkiye’de;
5 yıl önce 12 yaşındaki Ceylan Önkol’un parçalanmış bedeninden dallara, taşlara
konmuş parçalarını annesinin elleriyle toplayıp eteğine koyduğunu, 18 aylık
Mehmet Uytun‘nun başına isabet eden gaz fişeğiyle öldürüldüğünü kaç kişi
duydu, kaç kişi ağladı, kaç kişi
sokaklara döküldü?
Gezideki
polis şiddetine, küçücük Berkin’nin sapanının, bilyesinin terörist imasıyla
kullanılmasındaki acımasızlığa ayaklanan asırdır medyası, TUSİAD’ıyla
Türkiye’yi yönetmiş beyaz Türkler;10 yıl önce Uğur Kaymaz’a terörist diye
onlarca kurşun sıkıldığında “çocuklar
uyurken susulur, ölürken değil”le
ayaklansaydılar, acaba Berkin vurulur muydu, dün ? Hep, her zaman geç kalmaz
mıyız zaten.
Gecikmemek
ve de Türk medyasının kılavuzluğunun nelere kadirliğini öğrenmek adına, bir
bakın bakalım; Genelkurmay’ın 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat öncesi gazetelere attırdığı
manşetlere. Bir
sorun bakalım bu ülkede adaletsizliğin tarihini kimler yazmış, “özgürlük,
demokrasi, barış” diye diye kimler canından olmuş. Sonra düşünün Roboski
katliamını “Sayın kaçakçı” yazısıyla kutsamış ulusalcıların nefretlerini “Dünya
güzelimiz Keriman Halis Ece Karşılayacak Feriköy'ün kapısında Berkin'i...”
yazılarıyla, Berkin’le perdeleyerek harladıkları öfkenin ateşinin kimleri
yakabileceğini.
Şimdi, bugün, sokaklarında hep “Bedava ölüm, bedava”nın gezindiği, bir yanda “bozkurt” işareti yapan
sosyal demokrat iddiasındaki ana muhalefet partisinin lideri, diğer yanda
Twitter’ı yasaklayan Başbakanla sıkıştırılma talihsizliğindeki bir Türkiye.
Yanında da isyanına karşı çıktığı Kürtlerden daha isyancı, taşla, sopayla, molotofla, havai
fişekle saldırdığı polis ölse sevinecek, yaksa yıksa İstanbul’u, Ankara’yı rahatlamayacak, “AKP devrilsin de nasıl devrilirse devrilsin“
modunda başbakanın ses kayıtlarına, tapelere inanmayanları parçalayacak kadar
şiddet tarafgiri bir kitle.
İyi,
güzel de daha dün Kürtlerin aslında kart kurt sesi çıkaran bir Türk boyu,
Newroz ’un Türk bayramı olduğuna, Menderesin kıyma makinelerine, darbelerin vatan hainlerine karşı
yapıldığına, anarşist gençlerin asıldığına, Maraş’ta caminin yakıldığına,
Sivas’ta Kuran’a hakaret edildiğine inanan aynı kitle değil miydi?
Onun
içinde insan 30 Mart 2014 seçiminde,
akşam çıkacak hiç bir sonuca şaşmamalı.. Biat isteyen cemaate dönmüş parti,
müride dönmüş partililik konseptinde sen nasıl oy veriyorsan her günahına
rağmen partine, başkası da öyle veriyordur.
Shakespeare’in
”gözyaşınla da eğlenir, onu da alır satar “ dediği bu dünya, bu devlet,
bu medya, bu partiler, bu başkalarını suçlamaktan öte bir yol görmeyen
liderler, bireyler, çarkı döndüren dişliler,…, …., …, …, hepsi, hepsi, her şey korkutuyor beni. Yine güçleri yetene
dek sömürecekler ruhlarımızı, aidiyetimizi, ölülerimizi. Devlet terörünü
özümsemişlerin bir anda “katil devlet” militanlaşmasındaki samimiyetsizliğinde
İnsanlığımızı unutturacaklar ve böylece kazanacaklar.
İçinde
kırbaç barındıran “sözlerin söküklerini” dikerken ben, 1988- 2012 arası katledilen 596 çocuğa akıtılmayan göz yaşlardaki riyakarlığı da sen topla Uğur, sen topla Ceylan, sen topla
Burak Can, sen …, sen…, Ne de olsa içinizdeki ölmüş, öldürülmüş parça size
aittir. Kimse bilmez, kimsenin bilmesi gerekmez.
Gülsen FEROĞLU
22.03.2014