24 Mart 2010 Çarşamba

Unutmayın ! bu derdi unutmayın !

Çalışanların dört gözle beklediği gelir vergisi matrahının yılbaşında sıfırlanmasıyla, en çok Mayıs’a kadar azıcık artacak aylığı “iç etme” maratonuna çakma LV (Louis Vuitton) çantasıyla katılanı aşıp, çiçeklenmiş badem ağacına takılan gözleriniz, inadına dönmüyor  “Bihter’in  giydiği kırmızı abiyeyi  ROMAN’da gördüm.”, “Genelde kırmızı giyiniyor hangisi ?”ni konuşanlara.
Hani “Hayatınızda ne eksik “ diye paralanıyordunuz ya o eksik,  Bihter’in kırmızı sevdiğini öğrenince tamamlanıveriyor. Havadaki  tarçın kokusundan daha çabuk yok olan “Big Chefs’teydik, Ispanaklı Ravioli’nisi muhteşem”, “ orası Gamze’nin ….”li, az buçukta “Mersin’de  kadınlar yırtıkça  çarşafları, yağlarım eridi “yle  derinlik  katılmaya çalışılan çene çalmalar.
Bazen, belki LV çantaya, belki Big Chefs’e gıcıklıktan, beklenmedik tepki aynı fikri paylaşılandan gelir  “Sana ne, onların  türbanından, çarşafından. İlhan SELÇUK bile şeriat gelmez diyor, sen hala neredesin”ne,  “Hayretsin, öyle ha diyerek gelecek ….”cevaplı, basmakalıp  cümlelerle vakti öldürenlere bir çift söz ……, her neyse.
Değil mi ki yaşanan, yaşanacak ne varsa hepsinde erkek eli, düşüncesi, yasası, iktidarı yetmiyor, bir de erkek  hiddetiyle konuşan bu patetik (anlamı için sözlüğe….) Baktınız mı ? Güzel, işte bu patetik kadınlara eklenen grimsi  güneş, günü, bir anda, nasıl da çekilmez kılıyor.
İşin yok, bir sohbette ne konuşacağına karar vermek için akşamları patronunun  ”Star televizyonunu ulusal kanala çevirin“ (naçizane düşüncem ÖZKAN’nın  Kanal Türk’ünün seyircisini kapmak, ulusalcılığı paraya çevirme amaçlı …) talimatını hakkıyla yerine getirenlerin, bol ajitasyonuyla yaran ana haberlerini izleyip, sabahları da  gazetelerin İnternet sayfalarında,  bütün darbeleri birlikte yapmalarına karşın, niyeyse, 28 Şubat’a destekten dolayı Genelkurmay’ın takdirname yollanacaklar listesinde yer almış, çoğu istihbaratçı  köşe yazarlarını okuyanlardan, Ergenekon yiğitlerinin gönderdiği e-maileri  kankalarına forward edenlerden kurtulmak için dünyanın ağır, ağır dönerek akşamı etmesini bekle.
Bir an önce uykuya kaçma eğiliminde yine de bir yolcu merakı içinde, konuşmanın  Kürt’lerle,  PKK’yla  ilgili olup, olmaması önemli değil, konunun dönüp dolaşıp ta  ne zaman, nasıl bir manevrayla oraya getirileceğini görmek için sabırsızlanıyorsunuzdur ki LV çantasını açanın “O.K., kerpiç evlerde Kürtlerin oturmasından gocunmayan BDP ( = devlet ya ), AKP’yle  değiştirsin Anayasa’yı, görüşürüz ” sözcükleri fazla bekletmez sizi. 
Yönetenle arası bal, kaymak,  burjuva,  küçük burjuva  laik havarilerin,  çevrelerindeki herkes  aynı şeyi düşündüğünden o şeylerin iyiliğine, doğruluğuna inanarak mutlanan çehreleri, o kadar ve de daima aynıdır ki bu durumda “empati” kurma zorundalığı,  taşınamayacak  ağırlıkta bir yüktür.
Her gün yanınızda sürüklediğiniz; hayat diye ne yaşamış, neyi dert, neyi  iş, güç edinmişseniz onlarla birlikte eskidiğiniz bu cici vatanda anlaşıldı;  yaşamadın, duymadın, görmedin diye başkalarını da yaşamamış varsaydığın, anlatıldığında, yazıldığında da  inanmadığın yok yere “susturulmuş şarkıları”, Diyarbakır cezaevini, ülkücüleri, solcuları, hayalleri, President’ta “bizim çocuklar işi bitirdi”yle müjdelenmiş 12 Eylül’ü,  29 yıl sonra “Bu kalp seni unuturmu”yla öğrendin.
Anlaşıldı, ekseriyeti oluşturan sen,  Başbakanının “…. 100 bin Ermeni’yi sınır dışı ederiz” çiğliğine, eleştiri yerine alkış  yağdırtacak faşist müfredatlı ülkenin ürünüsün. Ama, yok, hem ezen kökenden, hem de hep  iktidarda ol, hemi de  seni anlamaya çabalamak ta bize düşsün. “Bu kadarına pes”le  bugün  yanaşmayacaksınızdır çenecilerle “empati”ye.
Zira, bir daha  onarılamaz bir biçimde, içinizde bir şeyleri kıran, içten içe o kırıklardan akıp ta sizi ekseriyete yabancı kılan, beton zeminli hücrenin  yadigarı eklemlerinizdeki ağrıların, ……, kapalı kapılara tahammülsüzlüğünüzün unutmanıza imkan tanımadığı,  bir köşede capcanlı duran geçmiş,  TEKEL  grevi, Kafes, …., Balyoz, …,  Sakal,  …., planları,   Nezir TEKÇİ cinayeti,  Anayasa değişikliği paketiyle geri döndüğünden,  aynı dakikada da saçma sapan gelir, bütün çenelerin kelimeleri.
Darbelerden, savaşlardan biliriz  ölüler,  bir sürecin “kurbanlarıdır”ı öğrettikleri o küflü geçmişte siz, ölümden zaman çaldığınızdan habersiz, derneğinize gelir diye birikmiş gazetelerden kese kağıtları yapıp bakkala satmak, “Ne yapmalı”yı okumak,  afişe, yazıya  çıkmakla meşgulken, belki hukukçu  Vural, GERÇEKER, Nusret, ERTOSUN,  subay DOĞAN,  Saldıray, TEMİZÖZ, Çevik’in haberdar olduğu  bütün “or” ların toplantısında  masaya yatırılan  “Bayrak harekat”ıydı.
Ruhlarında gizledikleri Frankenstein’nı ortaya çıkaran o zalim planı, kozmik odalarda tasarlayıp  “tıkır, tıkır” işletecekler, bir yandan sağa, sola dağıttıkları mühimmatla  “mısır patlatır gibi bomba”lar patlattırır, diğer yandan da ……,  6 Nisan 1980’de Eskişehir’deki  mitingde üzerlerine açılan ateşle ölen  5 kişiyi, 11 Nisan 1980’de kurşunlanan  KAFTANCIOĞLU’nu , ……,  28 Mayıs 1980’de öldürülen  SAZAK’ı, ….., çoktan, yan hasar yazmışlardır “Bayrak”lı tatbikatlarının çetelesine.Tıpkı milenyumlu yıllarda kafesleyecekleri Rahip SANTORO, Hrant DİNK, HSBC‘ye  saldırıda ölenler gibi.
Geçekteyse yaratılan  interaktif orducu bir burjuvazi, yargı, bürokrasi, medya,  eğitimli beyaz Türkler yani her şeyi olanlar,  öylesine de hiçbir şeyi olmayan bir halk yaratmışlardır ki yapılanlara,  işkencecilere insanlık namına “dur” diyecek  tek bir kişinin bulunmayacağı  EVREN’li yıllar için o harekata,  onlarca vatandaşın ölümüne, sağ bırakılanların da emniyetlerde, cezaevlerinde mahvedilmesine gerek bile yoktur.
Sonra, kimlerince yıllardır  doldurulamamış, bir gecede  tutuklanan  yüz binlerin  koyulacağı yerlerin nasıl ayarlandığı, işkence tezgahlarının nasıl hemencecik kurulduğu, Ağustosta emekli edilen generalin 21 gün sonra  Başbakanlığa nasıl  (inanın, “Balyoz” başarılsaydı olası Başbakan HİSARCIKLIOĞLU ve bakanları, Bülent ULUSU ve bakanları  darbeye ne kadar  karşı çıkmışlarsa, o kadar karşı çıkacaklardı) getirildiğine dair boşlukları dolduransa,  ne ayıp iktidar ortağı TSK’yla, AKP’nin güç gösterisinde pazarlık malzemesi yapılan Balyoz, Kafes, İrticayla Eylem planlarıdır.
Sonrasında, ruhları  kemiren  illet,  Aytül’lerin, Ali’lerin göğüslerini delen kurşunları atanlar, Ahmet HİLMİ’leri emniyettin beşinci katlarından itenler, bedenleri morartanlar nereye, nasıl  kayboldular düşüncesi, Vedat AYDIN’ların, …,  Şakir ELÇİ’lerin, on yedi bin  faili meçhulün sorumluları “kimlerdir”le örtüşüverir.
Meğer, kaybolanlar, kaybettirilenler, bir dağ köyünde yaşlı, genç, çocuk dinlemeden bir Kürt’dün suratına, sırtına inen dipçikleri tutan özel harekatçı Ayhan’lar, erlerine mayınlattıkları çoban Nezir’in gövdesinden kopmuş kafasını saçlarından sürüyerek askerlere gösteren Kemal teğmenler, cemselerden caddelere attıkları gözleri oyuk cesetleri tekmeleyen  korucu Mehmet’ler, Adnan BATUR’un beynini kasaturayla çıkaran JİTEM’in “iyi çocukları” değilmiymiş. 
Şimdi anlaşıldı mı, yüz on bin defa “kağıt parçasının” albay ÇİÇEK’e, Balyoz planının  darbeye aitliği kanıtlansa da TSK’ya karşı “asimetrik ve psikolojik harekat yapılıyor”a inandırılanların inanmadığına, Ermeni tehcirinden suçlananları Bakan, katili milletvekili, Dersim kırımından kurtulanın da “ …., ayağınızı öpüyorum, unutmayın! unutmayın! bu derdi unutmayın!”lı gözyaşında hoyratlığı gören, işkencecilerle tanışan gözlerin, neden,  inandığına.
Haaaaala anlaşılamadı mı “değişmesin”le yerin göğün inletildiği, kapağı her açıldığında “Madde-1”den,  geçici 15. Madde’sine kadar o dönemde duraklarda, mahalle aralarında öldürülen on bin insanın;  ……, Sencer ACARBAŞ’ların, ….., Meryem KARAKIZ’ların, …..,  asılan Necdet ADALI’nın, …….., Mustafa PEHLİVANOĞLU’nun, kendini yakan Nemci ÖNER’in, ….., Ferhat’ın hayatlarına ait  ne varsa, gelip te siyaha boyayacağı darbecilerin Anayasa’sının neyin, kimlerin  üzerine basılarak, ne için  yazıldığını.
Belli mi olur, belki de anlaşılmıştır, yalnızca  15 dakika süren bir yağmurda 26, 6 şiddetindeki bir depremde  47 kişinin canını alan felaketlerle kalmayıp,  NASA’nın çalışmaları hakkında da görüş beyan edebilen, über beyinli 100 kişiden 150’sinin ağzındaki  “altyapı” kelimesinin kökeninin  nereye dayandığı.
Ey Ata’nın kızları, oğulları, ulusal çözümünüz darbeler, yalanlarla hiç karşılaşmamışçasına   Genelkurmay’ın “ıslak imza gerçek” açıklamasıyla “kendini kandırılmış” hissedenler, vazgeçtiler sevginizden, itelenmeden, kimseye muhtaç olmadan yaşamak gibi  küçük, sıradan bir hayali bile yasaklayıp, yıkılacak kerpiç gelecekler inşa ettiklerinize, Keko’ya duyduğunuz o üzüntünüzdeki riyakarlığınız, hayatından apardığınız hediyelerde ki o çalıntılık, 28 dolar milyarderine sahipken %14 işsizi bulunan yanlış bir ülke kurulduğunun kanıtı değilse nedir ?  
Buyurun, ben Taç’la, Karaca’nın sunmadığı hiçbir diziyi izlemediğimdenSen nasıl Türk askerine iftira atarsın”la Nezir’in babasını fırçalayan Cumhuriyet başsavcısının, ıslıkla “Biji ….” sloganına eşlik edeni 1 yıl hapisle cezalandıran hakimlerin, 2 Milyar dolar servete ulaştığı iddia edilen, 5 defa seçilmiş Aytaç DURAK’ın,  stand-up’larını izlediğiniz gibi  ortada bırakılmış acıları da izleyin,  utanın.
Diyorlar ki bahar gelmiş be gülüm.”Deniz aklımda.”