15 Nisan 2011 Cuma

La, biraz anarşist olun la


Daha erik ağaçları beyaz çiçeklerini açmamış, dağların eriyen karları da dik kayalıkları, taşları hiddetlice dövüp köpükler saça, saça Fırat’a, Meriç’e,  Munzur’a  karışmamıştı da sen, akşamların yavaş, yavaş gecikmesinden anlamıştın baharın geleceğini de, yine de kimseleri dinlememiş çekip gitmiştin, bu yalan ülkeden.

Gittiğin yerde, ruhu gri duvarlardan şehirlere, insanlara bulaşmış Osmanlı’da Padişah için tebaa nasıl hep öteki kalmışsa “Kemalist, Türk müesses nizam”ın “kurşun atan” şereflerinden Ayhan Çarkın’ın deyimiyle “Terörü de kendi üretiyor.Kahramanını da”lı devlet içinde, vatandaşın hep öteki kaldığı ittihatçı bakış açısından uzakta, budanan ağaçlardan, laleler, zambaklar dikilecek bellenmiş topraktan yayılan kokularla azmış “hep bahar olsa ya” duygusu  içini, içine sığdırmayacaktır, biliyorum.

Kırıtan bahar güneşi ufukta görülür görülmez kaldırımlara sandalyelerin atıldığı bir yerde; cendereye alınmış Ortadoğu da dahi  dayansa, dayansa bir halkın  dikta rejimine ancak 42 yıl dayanabileceğinin kanıtı El Tahrir meydanlarına, Yasemin devrimlerine hâlâ bu yüzyılı kavrayamadıklarından hayatları zehir edenlerden kurtulmanın sevinciyle, o güne değin olmadığın kadar telaşsız, güneşle cilveleşip, baharın keyfini  doyasıya çıkaracaksındır, biliyorum.

Güneşte mayışmış bir halde, bir an; geçmişinde Çarkın’nın “…….Hepimiz kana bulaşmıştık. Öyle korkunç şeyler yapıldı ki o halka…”yla anlattığı ötekilere, berikilere yapılmış yüzlerce olayı barındıran terk ettiğin diyarda ki, öteki Türkiyelilerden Kürtlerin  acılarını, gözyaşlarını emmiş yıllarca,  yıllarca yasaklanmış yeşilli, sarılı, kırmızılı mendillerin Newroz raksında, birbirinden efsunlu dört kelimeyi yan yana getirdiği için çok, çok, çoooooook daha  güzel  olan “An azadi, an azadi  (Ya özgürlük, ya özgürlük)”  zılgıtlarını da duyacaksındır, biliyorum .

Yıllardır sistematik, planlı bir şiddetin uygulandığı yanı başlarındaki coğrafyada  Berfo ananın  oğlunu işkencede yitirmesine, kameralar önünde S.T’nin kafasının dipçikle, Sevahir’in kalçasının copla kırılmasına, piknik yerlerinde, mezralarda Ceylan’nın, Canan’nın,  Oğuzcan’nın  havan topuyla  öldürülmesine el gibi bakanlar; taaaaaa uzaklarda, senin o zılgıtlardan anladığını, yeni bir başlangıç için en zor olanın  ilk adımın atılmaya çalışıldığını da anlamayacaklardır.

Olan, olacak hiçbir şeyin, hiç bir kimseyi şaşırtmayacağı; hemen, hemen her gün işlenen kan donduran kadın, çocuk cinayetleri, tacizleri, sınav skandallarıyla çalkalanan terk ettiğin diyardaki o zılgıtlara da  el gibiler, Newroz’u kutlayanların üzerine panzerler sürülüp, gaz bombaları atıldığında  “Ne yapıyorsunuz, ne yaptınız çocuklara….” figanıyla komisere doğru yürüyen Sabahat’ıysa anlamaya tenezzül bile etmeyeceklerdir.

İşte o anlamadıkları, hep katlanmak zorunda kaldıkları bireyler gördükleri  Kürtlerin illerine devletin “Koçum, vatan sana hep minnettar kalacak”la haydutluğa gönderdiği, itirafları Oscar Wilde’ın “Vatanseverlik kötülerin erdemidir”ini doğrulamış Çarkın “Pınarcık katliamını provokasyon amaçlı JİTEM’in oluşturduğu gruplar yaptı. …… Başbağlar katliamı, Bilan kazası olayı, Jave köyleri….” demeden önce de,  o katliamları devletin yaptırdığını söyleyenleri, devlete karşı  “asimetrik, psikolojik hareket” etmekle itham eden el gibilerin, Çarkın’nın itirafları sonrası sokağa çıkacak yüzü bulmamaları gerekir değil mi ?

Öyle olmadığını bile, bile öyleymişçesine;Bebekleri katlettiler”, “Köy basıp 32  masumu öldürdüler”li güdümlü atış yapan, öncü Genelkurmay ne istiyor, düşünüyorsa kitleyi o doğrultuda şekillendirmede  %100’lük başarısı darbelerle tescillenmiş ana akım medyanın elemanlarının, ortalıkta “sevimli dedeler”, aile babaları olarak dolaşan Türkiye’nin  “gurur duyduğu” yüzlerce katili içlerine sindirenlerin de,  başlarının öne eğilmesi gerekir değil mi?

Kürtleri öldürten gücün “Bu halka (Kürtler) uçak kullanıldığını gördüm. Top …., tank …., mayınlar kullanıyorsun ... …..  B.. yedirdik bu millete. Tırnaklarını söktük, dilini yasakladık”lı  hesap sorulamayan Teksasvariliğini “sivil faşizmle” adlandırıp protesto için “ellerim  kelepçeli, yazamıyorum”la  köşelerini boş bırakmayı düşünmeyenlerinde, ellerinin bir daha kaleme uzanmaması gerekir değil mi?

Peki, sizce,  yularını  tutukları devlette; etnik kökenleri, mezhepleri egemen olduğundan yaşamlarının hiçbir döneminde, katliamlarını hayali bir vatanı bölünmeden kurtarma sebebine de bağlayabilen faşizmin, herhangi bir yüzüyle, uygulamasıyla  tanışmadıklarından katilliği, kanunsuzluğu meşrulaştırmışların hiç başları eğilir, yüzleri kızarır, elleri titrer  mi?

Devletin “gerçek aktörlerinden”; asker, sivil bürokrasi, yargı, medyayı oluşturanların utançtan kızaracak yüzleri olsaydı; Wikileaks Türkiye belgelerinde; “sahip olduğu bol teşvikler, bütçe dışı fonlar, yüklü emeklilik fonları, maaşlı rahat işler ( arpalık) ve diğer imtiyazlar konusunda kuvvetle korumacı” tanımlanan statülerinin, adaletsizliklerinin devamı için yıllarca sadece bahane, sadece bahane oldurdukları komünizm, irtica, cemaat, PKK paranoyalı korkularla gerçeği, yalanda  kaybettirirler miydi ?

Şimdilerde de, Wikileaks Türkiye belgelerine göre, sırf 2007 seçimlerinde başarısız olsun diye sınır ötesi harekatı bile göze aldıkları AKP hükümetini darbeyle devirmeye çalışan subayları isim, isim bilmelerine rağmen Balyoz, Kafes, Poyrazköy davalarını “hayret”le karşılayıp,  derinlikleri “Ergenekon”nu, her olayı, her çete operasyonunu “Fetullahçılar yapıyor” kamuflajıyla  karalayıp, manipülasyon için yeni bir söylemi; “Tanırım, iyi çocukturlar”ı piyasaya arz edenlerde yine bu aktörlerdir.

Bunlar; kendilerini iyi, dürüst, vicdanlı, ahlaklı, suçsuz  saydıklarından tanıdıklarımızda bizim gibidir mantığıyla,  herhangi bir davadan tanıdık biri tutuklandığında “tutukluluklarının nedenini” bir türlü anlayamayacaklarından, var güçleriyle tanıdıklarını  da sahipleneceklerdir.

Kimler yoktur ki o  tanıdık iyi çocuklar arasında. Genelkurmayın iyi çocukları;  potansiyel katillerine  “ölmek ve öldürmek“ üzerine yemin ettiren Karadağ’lar,  Çetin’lerdir. Medyanın Soner’ler, Balbay’lar. İlahiyatçıların Zekeriya’ları, hukukçuların Kerinçsiz’leri vardır. Üniversitelerin  Haberal’ları, Sayın’ları. Emniyetçilerin Avcı’sı, MİT’in Kaşif’i. Sanayicinin Aygün’leri, sivil toplumun  Özbek’leri, Gülseven’leri vardır. 

Bu durumda, dört bir yanı iyi ve temiz çocuklarla çevrildiğinden kötülüğün emaresinin görülmeyeceği bu nazenin ülkede; katliam yapanların, gayri müslimleri öldürenlerin, toprağa bombalar, lavlar gömenlerin, e-postaları, facebookları insanları galeyana getirecek “İsrail Güneydoğu’da alınmadık toprak bırakmadı”, misyonerler “çocuklarımızı çalıyorlar”lı ırkçı maillerle dolduranların, mahkeme kapısında Hran’tı yuhalayanların, daha dün Bursa’da sivil itaatsizlik eylemi yapan BDP’lilere taşla, sopayla saldıranların, darbe planlayıp, emrini verenlerin kimliklerini de merak eylemek bir tek “bidon” kafalılara kalacaktır.

Ana koşulun  illa da birine;  devlete,  lidere, tarikat şeyhine, babaya, eşe, …, …, itaat olduğu, parti liderlerinin tercihi isimleri tasdike dönüşmüş seçimlerde oy “kullanma”lı vatandaşlığı, vatandaşlık sandıran devletin aktörlerinin eli kalemli, klavyeli kuklalarıysa; kendi diktatörlerini Tunçkanat’ları, Evren’leri hatırlamayıp, halkını katleden Kaddafi,  Mübarek, Esad, …., için  “Böyle bir şeyi nasıl yapıyor, aklım almıyor”,  Afganistan’da  öldürdükleri sivillerin parmaklarını, kafatası kemiklerini hatıra saklayan Amerikan askerleri için de “Bir insan bu kadar vicdansız olabilir mi”, “İşte ABD’nin insan hakkı ….” yorumlarını  yapmakla, yazmakla meşgullerdir.

Halbuki, bir kaç nesildir “Türkiye Türklerindir” logolu Hürriyet gazetesiyle biçimlendirilmiş, eline pimi çekilmiş el bombası tutuşturulan gencin hakkını savunmayı düşündürmeyen  algılarıyla o yorumları yapar, yazarken ömürlerinde bir kez, dönüp arklarında bıraktıkları yoksulluğa, hiçbir zararını görmedikleri ötekilerden nefret ettirilmenin sonuçlarına; Maraş’lı kıyımlara, idamlara, toplu mezar Kasaplar deresine (Newala Qesaba) atılanların doğum tarihlerine de bakabilselerdi, kendilerini zapturapt altına almış devletin aktörlerine  itaatsizliğin en âlâsını önce onlar göstereceklerdi.

 Bir daha bize, kimse, asla böyle bir şey yapmamalı, yaptırtmamalı”yla itaatsizliğin dibine vuracakları o gün;  657’ye tabi memurluktan da istifa edeceklerinden, devlet istediği zaman sustukları, istediği zaman öldürdükleri, istediği zaman linç ettikleriyle dolu geçmişten, güzel bir kaderin kazanılmak zorunda olduğu gerçeğini de öğrenecekleri gün olacaktı.

Ama ordan, oraya savrulduğunuz bu baharda yalnızca hoş bir fantezi kalacak bu düşünceleri bir kenara itip, hızlı adımlarla “Tanırım, iyi çocuktur”luğa tırmanan AKP hükümetinin, savcı Öz’ün görev yerini değiştirmesiyle, geçmişle yüzleşmenin ertelenmesi karşısında,  TÜİK’e göre nüfusun %65’inin iki günde bir et, tavuk ya da balık yiyemediği 39 dolar milyarderine sahip ülkede zaten de itaatsiz olun ne çıkar sesini  bastıran  Behzat Ç.’nin   La, biraz anarşist olun la..”  sesi midir?

Siz savcım, sizse hünkarınızın, bu tavrını hiç mi, hiç,  hak etmemiştiniz sultanım.