Gula mın; bak ! gündelik hayatı çekilmez
kılan; hileli gıda,işsizlik,sansür, adaletsizlik, ..., ..,vari onlarca sorunu çözmeden geride yalnızca
ölüm, mutsuzluk bırakan bir gün, bugün;yine kayıp gitti işte; çok güzel olabilecekken.
Sorry... sorry... X, Y, Z kuşağı;
duyamadım “tatlım Carpe diem (anı yaşa) mı” dediniz...şa.ha.ne.siniz.
Televizyonda nemi var bu gece? “Ufak
tefek cinayetler”ibeğenmeyen
Çukur’a mı buyursun?
Evet!
evet! buyurun Çukur’a. Çünkü asırdır bilinmezliğiyle
ürküten dipsiz bir Çukur’a atılmış Türkiye; Vartolu Sadettin’i İdris babanın
varlığından habersiz oğluyaparaktalihinideğiştiren senaristlerden yoksun kaldığından; bir başına ve de boşuna
çırpınıp duracaktıÇukur’dan çıkmak
için.
Daha
çukur nedir bilmeyen Yağız da, doğduğunuz ülkenin konumu, gelişmişlik düzeyi
kaderiniz olduğundan ‘kaç çocuk yaşar bunu, Ortadoğu’da doğmasa’ denilecek bir
trajedinin pençesinde, eğer İsveç’te, Norveç’te doğsaydı; adıbelki Benard, belki Johnolupbabası Alex’leLouvre müzesinde
Mona Lisa’nın hikayesini dinleyecekken,6 aylıkkenbabasıer Umut Bulut (21)’usavaşta yitirecekti.
Ne M.Ö,M.S ne orta, yeni ne milenyum ne de Mars çağının topraklarında savaşı
sonlandıramadığı Ortadoğu’da; her gün onlarca insanın ölümüne de tanıklık edecek
yetim Yağız;3,5 yaşında sünnet
elbisesiyle getirildiği mezarlıkta; beyaz bir mezar taşındaki renkli fotoğrafı
gösterip “anne babam bu mu”nun olmaması gereken“evet“ yanıtını duyacaktı.
Yağız’ın elini tutan, saçını
okşayanbir baba yerine; mezartaşındakibirfotoğrafın“babası” olmasını“tamam” lakabulleniş ânında,gözbebeğinden sıyrılan
kırılganlığınaneden savaşla yatıp
kalkanTürkiye’de,kim Yağız’ın derdinin dermanıdır ki?
Zira
ısrar ve inatla onlarca Yağız’a, onlarca er Umut Bulut’a,onlarca gerilla Yusuf Yaşar (Armanç Fırat )’a
aynı sonu getirecek savaş güzellemesi yapanların
kılını dahi kıpırdatmayacaktır;çağıl
çağıl “savaş’ahayır” akıtması gereken
savaş mağduruYağız’ınmezardakitoprağı eşelerken “ nerde babam, nerde konuşuyor”,“böyle yaparsam babamı mı görürüm”konuşmaları.
Yağız, şayetvatanında rutinleşmiş savaşta, trafik, iş
kazasında, çocuk istismarında, ...,ölüme yakalanmadan büyüyebilirse,yıllarcasüren iç savaşın
sebebiKürtsorununundiyalogla, siyasetle çözümü için silahların sustuğu;2010 referandumundaHDP’ninevet demesi için bir Bakan’nın
İmralı’dan yazı getirdiği“açılım
sürecini“tarafların nasıl boş yere
harcadıklarınıöğrenecek;babasının, onlarca askerin, gerillanın
hayatının niyebu kadar kolay gözden
çıkarıldığına akıl, sır
erdiremeyecektir.
Bugün
hâlâ savaşa, ölüme doymayanların kendine yazdığı kaderden kaçamayan biçare Türkiye’de;
bir çocuğa “baban”diyebir mezar taşının
gösterileceği bir gelecek sunmanın günahından, ölen masum çocuklardan dahamı önemliydikahrolasısavaş
bahanelerinizdemenin;vatan hainliği kapsamınaalınmasıonca Yağız’asavaşmirası hayatın, enkazını gizleyecek misanıyorsunuz?
Ki
ulusal,uluslarası hangi savaş üzerinden
bakarsanız bakın değişmeyenşey;“vatan...millet... toprak bütünlüğü” kisvesiyle
ardı arkası kesilmeyen onca “kimyasal...nükleer silah depoları var”,“IŞID’le mücadele“, “teröristlerden
temizlenecek” bahaneyi yaratanların savaşı da çıkaranlarolduğudur. Demek ki yeter ki savaş istensin!
O savaşa meşru zemin kazandıracak bir bahanenin; düşmanın yaratılacağının
kanıtı da Tony Blair ‘in“IŞİD’i biz
çıkardık’, Trump ‘ın “Obama DEAŞ’ı kurdu” itiraflarıdır.
Dünde,
bugünde elde silah savaşmayacakları savaşı çıkaranlar da komşu ülkeleri işgal etmenin,ölümün kara sevdalısı “benim gibi düşün, davran, yaşa “ dayatmalı
faşizmin ağababaları adı ..., Hitler, ..., Miloseviç...,Saddam, ..., ..., olacak onlarca diktatörden başkasıdeğildir.
İşin
acıtan yanıysa, tercih hakkı tanınmayarak savaşa yollananların; savaştıkları
tarafından öldürülebilecekleri her günün;bu dünyadaki son günleri olma ihtimali karşısında, göz kırpmadan insan
canı almak zorunda bırakılmalarıdır.
Üstelik
Kilis’te,..., Rajo’da, ...., hepsihuzurlu bir hayat isteyen,birbiriyle alıp vereceği olmayan insanları hayatından edeceğini bile
bile; 40 yıldır TV’larda , radyolarda duyulan Şırnak’aEfrîn’in eklendiği “’ Afrin’de .....
teröristetkisiz hale getirildi”
haberlerini “Reis bizi Afrin’e
götür”lekutlayanlar da bilir;
savaştaatılan her bombanın, merminin;
kalkan her helikopterin sadece silah tüccarlarının cebini doldurduğunu.
Sonrası her gün oncaerHalis Koca‘nın, onca YPG’li Mihemed Hadi (Başûr Soran)ın gençliklerininkonulduğu tabutlar... “ahhhh ... yavrum...
ahhhh“ ağıtlarının ardında evlat acısının kavurduğu kalbindile getiremediği “neden.. ne için...değdi mi;
bu savaş senin hayatından olmana” döngüsünü asla silmeyecek“şehitler ölmez” , “şehid namırın”
sloganları.
Her şehit haberi de “şerefsizler...
Allahsızlar...nasıl kıydılar...” öfkesinibileyerek“daha... dahaintikamı”kabartırken; onlarca er Miraç Gürhan(23)’nın annelerine “...o
teröristleri, o pislikleri yok et babam... izleri kalmasını” dedirtecek, evladıyla
savaşanın annesinin yüreğinin de aynı acıyla dağlanmasını istetecektir.
İşte bir anneye, başka bir annenin
evladının bedeninin lime lime edilmesini istetecek gaddarlığını herkese
bulaştıran savaş; taraftarlarına ÖSO’nunYPJ üyesi Barin Kobane’nin cansız bedenine
işkence etmesinden,YPG’nin üsteğmen Oğuz Kaan Usta, er Mehmet Muratdağın naaşlarını sergilemesinden;
zevk aldıracak kadar merhameti de ayak altında çiğnetecektir.
İster işgalci T.C askeri, ÖSO çetesi,
ister terörist YPG/PKK/SDGtanımlayın; o
tanımların arkasındaki insanı öldürme isteğinin “Kızıl Elma...Münbiç”,“ölümüne direniş”le sürekli kılınmasının
çekinmeden ifşası; lanet olası savaşın
hepimize ne yaptığının, insanlığımızı nasıl çürüttüğünün göstergesi değilse nedir?
Türkiye’yi,
Kurdistan’ıdalga dalga saran bu
”ölelim,öldürelim”li cinnet hali;..., II. Dünya savaşında, ..., ...,
Vietnam’da , ..., ..., Bosna’da , ..., ..., Irak’ta , Suriye’de, her savaşta yaşanırken,
‘benim savaşım haklı, ama onun yaptığı savaşa hayır” ikilemine düşürmeyecekduruşa sahip savaş karşıtları da hep ihanetle
suçlanarak, terörist ilan edilecekti.
Ama
hiç bir savaşta da yoktur ki sonsuza dek sürsün. O yüzden belki yarın, belki az
sonraSuriye’de, Efrîn’de olacak olan
da, tüm savaşlardabinlerceinsan ölmedende yapılabilecekken
yapılmayan ancak o insanlaröldürüldükten sonra yapılanbarıştır.
Ey
Türkler, Ey Kürtler!kaçınılmaz sonun
Barışın,illaki bir gün, devletlerin el
sıkışmasıyla sağlanacağını bilmenizerağmen vazgeçemediğiniz;kötülüğüne, yıkıcılığına dairher
şeyin de yazıldığı, söylendiğisavaştadaha kaç neslinizi heba edeceksiniz?
Hem niye Türkiyeli Yağız’ları, Suriyeli
Alya’ları umursamayan; çıkarları için strateji üstüne strateji belirleyen,barıştan,demokrasiden, hoşgörüdenuzaklığınızınsuçunu dahi üstüne attığınız egoist “emperyalistlerin
oyuna” gelerek, asırlardır yalnızca
aynıtoprağı değil aynı yaşanmışlıkları; acıyı,yoksulluğupaylaşanTürk,..., Kürt, ...,Arap’ları birbirlerine kırdırtıyorsunuz?
Kim dost, kim düşman bilinmeyen
Ortadoğu’da “benim borum ötsün” temalı kirli satranç oyunlarında halkları piyon
kullanan emperyalist ülke vatandaşlarının kanının dökülmediği bu topraklarda;
iktidarından,ana muhalefetine savaşı
kutsayarak cehennemin kapısını açanlar;her şeyinsaat 12’yi
beklemedenbal kabağına döndüğününse;
farkında bile değillerdir.
Ve
halklara yoksulluktan başka bir şey getirmediği ispatlı savaşta ölenleri
çözümsüz, öngörüsüz siyasetlerine alet eden parti liderlerinin“... kanınıyerde bırakmıyoruz,.... bak 18. günü geçti, bini aştı ...” diyerek
öldürülen insan sayısının çokluğuyla insanları teselli etmesinin hangi vicdana,hangiihlal edilmemiş savaş hukukuna sığdığı mı? Bu kan gölünün ortasında
basit bir teferruattan öteye geçmeyecektir.
Dakılâ
mın;söylenmiş, söylenmemiş her şeyi, belki
kimsenin okumayacağı bu satırları da anlamsızkılan; tek farkın üzerine örtülen bayraklardaki renklerin olduğu sıra
dizili tabutların bahar sessizliği;çoktankaybedilen doğruları da
yanına katıp götürürken artık“ ne
dökecek yaprağımız,ne patlayacak
tomurcuğumuz kaldı.....”
Halbuki
hani biz yetiştiğimizde gözyaşları dinecek Ey vatan da;hanisavaşda “bize gurbet” olacaktı,
hani...
Ve sen benim bir tanem, annem... sen
kutladığın son yılbaşılardan biri olduğunu bilmeden elini kalbine
koyuyorsun nasıl heyecanlısın nasılll. Ve ben.... ve biz...senin hayatının; senin dışında, senin hiç etkinin olmayacağı alınan bir karar, bir tercih sonucu 2,5 yıl sonra yarım kalacağını bilmeden nasıl da mutlukla
yeni yılı karşılıyoruz.
Şimdi anneciğim, şimdi bu videoyu
izleyen ben o dilek tutuş anındaki
yüzünün ifadesini, heyecanını izleyen ben yavrum, gelecek günlerde dileğin
olmasını istediğin o umutlu ifadeni izleyen ben yavrum.......ne yazayım ben
yavrum söylesene ne yazayım....nasıl seni hayatını, geleceğini mahvedeni affedeyim...nasıl,
neyle teselli bulayım ?
Ben de
gömüldüm o mezara yavrum bir tek ben biliyorum orada gömülü olduğumu; bir tek
ben. Ne öğrendim biliyor musun ki ne çok şey öğretti bana yokluğun; kimse görmek istemiyor acı çekeni, kimse duymak,
bilmek istemiyor acının yıkıcılığını, acı çekenin ne yaşadığını, duygularını. Konuşmasın
istiyorlar acısını anlatmasın. Belki de
haklılar güzel ve mutlu yaşarken niye üzülsün niye niye efkarlansın, yansın. Sevdiğini, evladını
kaybedenin kaçamayacağı acıdan kaçıyorlar yavrum...
Aynaya
bakıyorum hani birlikte o küçük yuvarlak metal renkli aynayı ben elime alınca
“yapma” dememe kalmaz elimden alırdın sonra
yanaklarımızı yapıştırır bakardık bize.
Aynayı her elime aldığımda yüzün; küçük odada yatağın üzerine uzanmış ben,
elimde o ayna, sen küçüksün, sen büyümüşsün ama hep aynı “Can bak!” seslenişim, kış, bahar ya da yazdır mevsim;
fark etmez güneşe tutuğum aynanın tavanda, duvarda, koridordaki, odadaki parkenin, banyonun odanın kapıları üzerinde ve sonunda da senin yüzüne düşürttüğüm parlak ışık huzmesini yakalamaya
çalışıyorsun, zıplayarak ordan oraya koşarak ve
kahkahalar atarak, bağırarak
“tuttum, dur tutacağım”
Bunlar
yaşandı değil mi oğlum! Yaşadık değil mi? Bana niye bazen sanki yaşamamışım
gibi geliyor, niye bazen şu an yalan, hayal; senin var olduğun yıllar gerçek geliyor. Hangi
zaman gerçekti yavrum, hangisi yalan ? Sanki hiç yaşamamışız da ben hayal görmüşüm gibiyim. Niye hala “Can” diye bağırıyorum ben. Deliriyorum herhalde,
aklım hafızam almıyor sensizliği. Sen yoksun ya senin yaşadığın, yaşadığımız her şey,
her şey hücum ediyor aklıma. Bir çocuk elinde bir dal, bir sopa incecik,
arkasında biri o önde hem yürüyor hem
sallıyor sen gibi, sende öyle sallardın! Tam Lozan parkının önünde bir kadın
eğilmiş montunu kapatmaya çalışıyor bir çocuğun burnu kızarmış soğuktan. Kaç
kez aynı şekilde kapattım ben montunu kaç kez ve sen hiç hoşlanmazdın atkıyla
sarıp sarmalanmaktan. Bir çocuk bağırıyor “çok eğlenceli” ben sen sanıyorum, sen....
31.12.2014 20;57
Bir şarkı “Ankaranın
bağları” sen, ben F. salonda oynuyoruz şıkıdım, şıkıdım sende parmaklarını
benim gibi şıkırdatmak istiyorsun, zıp zıp zıplıyorsun, elin elimde halay
çekiyoruz bacağımı fırlatıyorum sende yetişmeye çalışıyorsun ben hızlanıyorum.
Elimde tahta kaşıklar “Silifke’nin yoğurdu” birbirine vuruyorum sen peşimde koşturuyorsun “bende yapacağım” veriyorum. Yapmaya
çalışıyorsun, plastik leğen ya da tepsi elimde davul gibi kullanıyorum sende
yapıyorsun leğeni ters çeviriyor yere koyuyorsun istisnasız yarım saat davul çalıyorsun ” dan, dan” bazen de kaşıkla
vuruyorsun .
Geçmiş, dün
bugün gibi. Daha neler yapacaktın tek başına birlikte. Niye diyorum niye “Allahım niye bana Can’ın ölümünü gösterdin”
niye...Niye başkası değil de Can öldü. Niye yaşadım ben bunu Can’nın teyzesinin kuzusu, bir tanesisin yokluğunu. Gün, an yok ki senin sesini duymadan seni özlemeden,
seni anmadan geçireyim.
Televizyon
açık “benim yaptığım kek kazaya uğradı” diyor bir baba , anneye .Çocuk gülüyor “Stajyer” filmin
adı ben yarın Can’a anlatayım diyorum ne
kadar şaşırır. Sonra Can yok diyorum Can yok. Unutuyorum çoğu zaman yaşamadığını.
Ne zaman bir film, bir dizi, program izlesem, kitap okusam oradaki ilginç senin
hoşuna gideceğine inandığım anekdotları
sana anlatmak için hafızama kaydederdim. 2016 yılında Pamuk Prenses kendisini öperek uyandıran
yakışıklı prense “offf ne diye uyandırdın beni ne güzel uyuyordum, uykumu
mahvettin” demiş diye anlattığım senin “aaaa öyle mi” diye tepki verdiğin o
anketod da bir filmden alıntıydı yavrum.
10.7.2013
Resmine bakıp ta nasıl yanmam ben nasıll.. nasıl kahrolmam
Her şey ama
her şey; bir söz, bir oyuncak, kırtasiyede gördüğüm bir kitap, bir tatlı,
simitçinin tablası, bir fotoğraf, bir kedi, sokakta satılan bir yap boz, puzzele, Lego seni bana geri getiriyor, geri götürüyor. He şeyi yaşa istedim simit
sesini duyardın pencereye koşardın ben
pencereyi açar “simitçi 4 simit derdim” sırf sen o ilginç anı yaşa diye parayı
sen verirdin. sokakta rastlasak “simitçi” biliyorum o tablayı nasıl indirdiğini
merak ediyorsundur, kolundaki küçük merdivenin üzerine başındaki tablayı koyardı
sen ilgiyle izlerdin ”Can haydi seç oğlum” Sonra evde kırlentlerden tabla yapar
başının üzerine koyar “ simitçiii”. “Simitçi”
derdim “simit kaç para” sen kırlenti önüme getirir “üç kuruş “
derdin hayali simit’i seçerdim parasını
verirdim. Simit yemeyi hep çok sevdin.
Sen öyle
farklı bir çocuktun ki 1 yaşında da 7 yaşında da aynı oyunu aynı zevkle sanki
yeniymişçesine keyf alarak oynadın ve hep tekrarları çok sevdin. S seyrettiğin,
duyduğun ya da sana okunan bir filmi, hikâyeyi, masalı hemen oynamak,
canlandırmak isterdin. Onun için seni anlatırken yaşını karıştırıyorum çünkü
her yaşta aynı oyunları oynadık. Sen tezgahtar; salon, oda market; ben müşteri, kolumda sepet bazen poşet dolanırdım
evde oyuncak sebze meyve hayvan
varsa onları bazen de hayal olarak
alırdım önüne yığardım “bu muz bu ekmek” sen onları kasadan geçirir “100 lira
hanımefendi” ben cüzdanımdan kredi kartını çıkartır, sen onu masanın kenarından
geçirtir “şifre” derdin. Ki bir keresinde süresi biten kredi kartımı sana oyna
diye vermiştim öyle sevinmiştin ki hep onu kullanmıştın. Ne kadar basit şeyler
seni mutlu ederdi.
En sevdiğin
şeydi lokantacılık oynamak ve de hesap makinasını menüyü yazan adisyon fişi
kullanırdık. ”Hoş geldiniz bayım, buyurun menü” .Ben yazmayayım aşağıdaki video
anlatsın, sen 6 yaşındasın ve biz 2
yaşından beri oynuyoruz “lokantacılık oyununu”
viedo 5 yaşar kardeşim bu videoyu
düzelt ters çekmişim
Hacettepe Hastanesine ne zaman gitsem büfenin yanındaki oyuncakçı
ya da yolda satılan puzzele, hayvan resimli, ayıcıklı, içinde ev
olan yap bozlar, araba, şişme inek,
davul çalan Pepe illaki bir şey alırdım
sana, heyecanla getirirdim. “Annem bak sen ne aldım” oturur yapardık hemen,
kızardın bana “ ben yapacağım“. Oğlum tamam, önce resme dikkatlice bak, sonra boz hangi parça
nereye konacak iyice bir bakalım ki zorlanmayalım”
Oturmuşuz
mavi, turuncu, yeşil kahve Legolar, evler yapıyoruz ve de uçak sonra herkes yaptığı uçakla diğerinin uçağına
saldırıyor kim önce diğerini parçalarsa
o kazanacak, o kadar çok Lego’yla oynadık ki önce uçak pistini yapardım ben ya
da evin tabanını sen bazen kıskanır
yaptığımı parçalardın, mavi zemin sonra ev, “merdiven yapalım Can bu eve, ha bu
da kapalı otopark olsun, bu arabayı da içine koyalım” palmiye ağaçlarımız bile
var; çiftlik kuruyoruz çitler, iki köpek
kapı önünde, her şeyi düşünüyoruz, her şeyi. Akşam annen geliyor “bak bizim
çiftliğimiz “ salon kapısına yakın koca bir çiftlik evinin bacası bile var
kahverengi legolu...Kule yapmayı pek seviyoruz Legolarla, uzun bir kule yapıyoruz dikkatlice, düşmesin diye
uğraşıyoruz, büyük bir temkinlilikle
Legoları diziyoruz mavi, yeşil, sarı ama
birden pat düşüveriyor “yaaaaa”. Eğer yıkılmamışsa “tatatammmm” sevinci.
1,5 iki yaşındasın duru doğmuş
Yürüyorum sokakta ya da dolmuştayım, otobüste ya da oturuyorum bir yerde, birden bir ağrı, bir sızı yanıyor kalbim, kramp giriyor; hani sen yürürken birden ayyy
bacağım der topallardın ya onun gibi. O sızının, o ağrının adı “Can” . O an yavrum ne varsa
elimde, kafamda atmak istiyorum, olduğum yerde çöküp yumruklamak istiyorum
önüme çıkar her şeyi; toprağı, asfaltı, betonu, çimenleri, kafamı,
saçlarımı; her şeyi, kırsam, parçalasam bir yandan da avaz avaz bağırsam “Can, Can, Cannnnnnn” ağlasam,
ağlasam... kanasa her yerim...yok olsam bende “arkadaşım”, “hey dostum” ,
" biz arkadaşız değil mi sen benim en iyi arkadaşımsın değil mi Güşen” sesini
duymadığımdan yok olsam bende...
Haberleri
izliyorum babaları iki küçük kızını pompalı tüfekle öldürmüş anneleri ağlıyor
tabut karşısında boynunda iki kızının emziği ” emziksiz uyuyamaz benim yavrum“
diyor onunla ağlıyorum ben de çünkü sende emziksiz uyuyamazdım “uyuyamıyorum”
derdin “ emziksiz” emziğini bıraktırma dönemlerinde, emzik kullandığın
dönemlerde gerçekten de emziğin olmadan uyuyamazdın. Whatsapp’ta kullandığım
resmine bakıyorum o gün ne kadar da hastaydın 29 Ocak 2014 günü F.teyzen çekti
o resmi. Hep kütür kütür öksürme hepp..ve onunla baş edemedik bir türlü. Seni
uyutmaya çalışıyorum, türkü şarkı söylüyorum.
29.01.2014 12;51 hastasın
Aklımı
kaybediyorum sanıyorum, Gresta, Mado, Angora, Vannesa’nın önünden yürüyerek Özsüt’ün önündeki
üst geçidin oraya geliyorum “hadi buradan çıkalım, gidelim” sesini
duyuyorum “dur” dememe fırsat tanımadan çıkıyorsun
merdivenleri. Vannesa pastanesinde üst katta annen sen ve ben halka tatlısı
yiyoruz. Şimdi artık Vannesa da halka tatlısı satılmıyor, her zaman önce sorardım
satıcıya “mısır şurubu, glikoz değil değil mi şekerden yapıyorsunuz şerbeti.”
sonra alırdım. Ne severdin halka tatlısını. Bir gün baktım; Gümüşhane ekmeğim
önüne tezgah atmış biri halka tatlısı yapıyor, tabii ki birlikte alacaktı ondan, önünden geçiyoruz taze taze kızartıyor adam aldım Denizatı pastanesinin ordan yürüdük elinde
tatlın nasıl yumulmuşsun “bir lokmacık
ver” “hayır” vermedin. Annene telefon tabii ” halka tatlısını çok güzel yapıyor taze al, şerbetini kendileri
yapıyorlar şekerden, sağlıklı....”
Sen yoksun
yavrum ben nasıl bakarım Aralık 2017’de Koçtaş’ta reyonlardaki yılbaşı
süslerine, nasıl alırım hep sana
çektirdiğim milli piyangoyu. Tam bir ay kimin için yılbaşı hediyesi arayayım. 31
Aralık 2015 günü, 2016 ya girerken sana çalkalayınca kar tanelerinin uçuştuğu
bir cam küre hediye etmek istedim, istediğim cam küreyi bulamayınca tam bir ay
Güven hastanesindeki hediyelik dükkanda dahil aramadık yer bırakmadım. Sonunda
yine 365 ‘deki o orta yerde bir standa
vardı ya hep baktığımız çocukların sevdiği incik, boncuk yapışkan, yanar, zıplayan toplar, Noel baba falan satan
o standan aldım pahalı diye almamıştım, ucuzunu da bulamadım onca aramaya. Sana verirken
de “işte bu yılbaşı hediyen, biraz geç oldu ama ancak buldum” dediğim içinde küçücük bir Noel baba ya da kardan bir adamın yok Noel babaydı,
annen akşam seni almaya geldiğinde götürmeyi unuttun “Can hediyen” sesimle koşarak gelip aldığın hediyeni
“Can akşam yatağa girince bak böyle çalkala, kar taneleri, yoksa beğenmedin
mi “, “çok sevdim bak kar taneleri ne güzel uçuşuyor “
Vefat ettiğinde
annen hastaneden evinize geldiğinde bir buçuk yıldır gelmediğim evinize
girdiğimde, seni her evine bıraktığımda
elimi çekiştirerek “gel odamı gör” ısrarını hatırladım. Ve ne rengini, ne şeklini bir türlü telefonda tarif
edemediğin koltuğu görünce, oturdum o koltuğa yanındaki yastığı kucakladım,
ağladım. O gün yıl 2016 Mayıs sonu ya da Haziran başıydı IKEA’dan koltuk
geleceği için sen bana gelmiştin, Cumartesiydi, bana
“bugün koltuk gelecek” dedin ben “aaaa
öyle mi, koltuk mu aldınız, ne renk sen gördün mü “ , “bilmiyorum” “tamam eve gidince ara, anlat“. Seni eve bıraktım apartmanın kapısında “ Sen de gel, koltuğa
odama bak ” “yok gelmeyeyim, zile basıyorsun 1 numara, kapı açılıyor patır
patır çıkışını kapının açılışını duyuyor öyle eve dönüyorum. Daha ayakkabımı
çıkarmamışın ev telefonu çalıyor sen “renk mavi benzer, açık beyaz gibi “ “ kaç
koltuk var “ yok” “koltuk yok mu “yok valla, böyle dönmüş” Tarif etmeye çabalıyorsun ama “ şöyle yanı
var, dönüyor” “beğendin mi” “çokk çok
güzel” kapatıyorsun.
Sen
yoksun, ben evindeyim Temmuz 2016’nın 12 si “demek buymuş “ diyorum salondaki koltuğu görünce L şeklinde onun için zorlanmış tek tek değil
ya o yüzden tarif ederken akla karayı seçmiş. Koltuk uçuk mavi, orta yerde yeni alınmış uzun tahta bir sehpa, bizim seninle altına kalemleri, boyları,
aldığım kumbaranı koyduğumuz kahverengi
sehpa yok. Kumbara almıştım sana öğretmenler Kırtasiyeden bayılmıştım “para
biriktir” “niye” , “lazım olur oyuncak, kitap, yiyecek alırsın” .Ki sakızı
öyle severdin anneannen de evde hep sakız bulundururdu çilekli sakız mutfak
tezgâhındaki sepette daima olurdu. Bozuk paraları tek tek toplar atardık kumbarana, bir keresinde bir şey için lazım oldu para aldığımı gördün sen evinizi başıma yıktın “ver paramı” ne ağlamak
ya tamam oğlum koydum al koy, nafile, annene “Gülsen kumbaramdan paramı aldı” ben mahcup “ya bir lira aldım bozuk lazımdı, Can ben sana
hep para vermiyor muyum at kumbarana diye
bak yine veriyorum”
Duru ve sen
Kumbaranı
öyle sevmiştin ki bazen paralarını koltuğa döküp sayardık “oooo ne çok demi Güşen” , arada sana kağıt para da verirdim “bu en büyük para,
ne çok paran oldu, zengin oldun”. Odandayım,
seni uyuduktan sonra yatırdığım yatağın cam küreyi koymuşsun dört çekmeceli içinde atletlerin, külotların tişörtlerin
olan dolabın üstüne “ben almıştım” dedim “Can bunu çok severdi “dedi annen. Sonra F. teyzene
whatsapp’tan mesaj yazdım sizden tek bir
şey istiyorum o cam küreyi bana getir... getirmediler yavrum çünkü ben....
getirmediler.. bilmiyorum kimde şimdi kimin elinde, belki de kırıldı, belki
annen onu da çantanı, evinde süslediğin çam ağacını süsleriyle, ışıklarıyla
birlikte kapıya attığı gibi attı,
bilmiyorum ki yavrum. Kapıya koyduğu
okul çantanın çöpe atılmasına kıyamıyor biri alıyor , açıyor içinde
oyuncakların, bana verdi o oyuncakları biri hariç “Bambi”nde varmış içinde ama onu bir çocuğa vermiş, ayın küçücük beyaz ayın ve
yeşil timsahın şimdi odamızda yanımda
oğlum.
Bitti
yavrum, benim için hayat bitti. Biliyorum bunu bir tek sen anlardın, sen bilirdin sensizliğin, yokluğunun beni nasıl bitirdiğini, bir daha sen
yaşadığın zamanlardaki gibi bir yaşam
sevinci duyamayacağımı, çünkü sen benim
seni ne çok sevdiğimi, sensizliğin beni nasıl yok edeceğini en iyi bilendin. Onun için “söyle bakalım Gülsen
bu dünyada en çok kimi seviyor “dediğimde hiç tereddütsüz “beni, Can’ı “ derdin “gel bir sarılayım seveyim seni zırto.....” Ben
de hangi akla hizmet bu soruyu en az on kere
sordum sana hiç bilmiyorum...
Artık daha fazlasının önemi yok... belki
de kimsenin okumayacağı bu cümleleri, sana söyleyemediğim sözleri, yapılmamış davranışları
anlamsız kılan o bitiş işte. Bitti artık ne kutlayacak yılbaşım kaldı benim, ne de yılbaşı hediyesi almak
isteyeceğim birisi. Meğer hayat ölümle karşılaşmadan keyifliymiş ki hiç birimiz
bunu sevdiklerimiz hayattayken fark edemiyoruz ne yazık, ne yazıkkk. Sen varken
keyifliymiş yılbaşı süsleri almak, çam ağacı süslemek, yılbaşı sofrası
hazırlamak....
Eğer ölümün
hayatı nasıl parçaladığının, aileden
birinin, bir yakının ölümünün onunla ilişkisi olan herkesi nasıl yok ettiğinin
farkında olunsaydı, olsaydık işte o zaman insanlar bir şeye karar verdiklerinde
on kere düşünür, ölüm çağrıştıracak en
ufak bir ihmale geçit verilmezdi. Misal arabaya bindiklerinde emniyet kemeri
takarak ya da araba kullanmada acemi birinin direksiyona geçmesine izin vermeyerek
trafik kazasının, bir inşaatta tahta yerine çelik halatlar kullanılarak kurulan
bir iskelenin yıkılması önlenmiş olacağından iş kazalarının önüne geçilir, insanların
yok yere, bu kadar basit bir nedenden,
tedbirsizlikten hayatlarından olmalarının
önüne geçilmiş olunurdu.
11.02.2013 Basın sitesinde son günlerin
İşte seni
hayattan eden o büyük ihmaldir beni de anneanneni de bitiren, geleceği
elimizden alan. Gelecek bana ne getirebilir yavrum, seni getirebilir mi? Bana
ne senin olmadığın gelecekten. Diyorlar
ya “ zaman her şeyin ilacı” “zamanla alışır insan” senin yokluğun bana bu
söylenenlerin de ne kadar yalan olduğunu
da gösterdi. Meğer yaşanmadan kullanılan onlarca söz, cümle aslında hiç de
gerçeği yansıtmıyormuş, öylesine bir deneyim sonucu değilde birinin söylediği
bir söz öbeğiymiş pek çok cümle. Tersine, tersine zaman acıyı, özlemi derinleştirdi, ses vermeyen dipsiz kuyuya
döndü hayat sensizlikle...seni görme,
seni kucaklama, sesini duyma özlemi artıkça artı, sokağa birlikte baktığımız
mutfağın, salonun pencerelerinden gözledim yolunu, gördüğüm, sesini duyduğum her çocukta, sabah sabah 7.15-7.30 da Kahire
caddesinde geçen Sedat bey servisinin camına dayanmış uyku mahmuru çocuklarda
aradım seni, yüzünü.
Bana ne ki
yeni yıldan 2018’den.Bana ne... Bu düşüncelerle Lozan Park’a girerken Berk’in
annesiyle karşılaşıyorum, “sizi gördüğüme çok sevindim telefonunuz olsa
arayacaktım hani bir keresinde Can’ın topunu patlatmıştı “ “ evet Berk “ . “İnanın Sarp mı Berk miydi
diye düşüne düşüne mahvoldum. “Neyle patlatmıştı” “Sarp patlatalım demiş o da
dikenle patlatmıştı” “ben de oğlunuzun
adını Sarp diye hatırladığımdan Sarp diye yazdım Can’nın sitesine “ diyorum.
Elindeki pakete takılıyor gözlerim “yılbaşı hediyesi aldım diyor, hava da çok güzel”...
Yaşar Canı tek gösterebilirmisin
Kaç kere
elin elimde ya da yanımda ben Berk’in annesiyle sohbet ederken dinledin sen
bizi. Sevdiğin biriyse konuştuğum ses
çıkarmadan dinlerdin ama eğer oyun oynuyorsak ve sevmiyorsan konuştuğum kişiyi vay halime. Elimi, pantolonumu, kabanımı,
tişörtümü, gömleğimi, çantamı üzerimde
ne varsa o gün çekiştirirdin “haydiii gel”. Çekinmezdin “oğlum konuşuyorum bekle “ nafile “ama hadiiii” öyle mızmızlanırdın
ki “sonra görüşürüz”le bitirirdim;
“ayıp Can başkasıyla konuşurken böyle davranmamalısın, saygı göstermelisin” “ama sıkıldım, sende bitirseydin”. Bu sıkıldım lafı beni çok güldürürdü, küçücüktün
“canım sıkılıyor” derdin o yaşta can sıkıntısı hem de onca oyuna...dışarıya
çıkalım demenin kibarcasıydı “canım sıkılıyor”
Gözlerimden yaşların akacağını hissediyor
Berk’in annesi, ben de konuşmayı kesiyorum “görüşürüz”. Kimse görmek istemiyor
başkasının acısını; kendi sevinci, umudu varken, hayalleri dimdik ayaktayken.
Belki de haklılar ben de seni kaybetmeden önce gerçi düşünüyorum ailede hiç
yoktu bu kadar küçük yaşta çocuğunu kaybeden diye yazacaktım ki teyzemin 4
çocuğunu birden depremde kaybettiği
aklıma geldi ama o teyzemi ben tam 50 yaşındayken tanıdığımdan acısına şahit olamamıştım ki. Sen de tanıdın o teyzemi
“bu da benim teyzem Can” Allahım o
şaşkın bakışlarını o anı dondurabilesiydim, bütün anlarını
dondurabilseydim, görseydi insanlar
senin o muziplik barındıran şaşkınlığı benim gibi kucaklar yerlerdi seni
yavrum.
28.04.2012 Benim küçük adamım
Şu
yukarıdaki resimdeki bakışın var ya yavrum o bakışın o dudağındaki belli
belirsiz gülümsemen yedi yaşına geldiğinde de aynıydı. Ne garip diyordum Can
büyüyor ama davranışları, gülüşü, düşünce mantığı hatta sesi hala küçüklüğündeki gibi. Merakla izliyordum büyümeni
çünkü emekliydim seni gözleyecek vaktim
vardı diğer yeğenlerimle bu kadar birlikte olmamıştım. Ve üzerindeki bu
lacivert baharlık montun ne kadar yakışmıştı “Ne kadar şıksın, Allahım ne kadar
yakışıklı olmuşsun, küçük bir adam olmuşsun “, “annem aldı”
Bugün 27
Aralık 2017 Can, yeni bir yıla sensiz
gireceğim yine. Ve geçen yıl olduğu gibi 31 Aralık’ta elimde yılbaşı süsleri,
hediyen mezarına geleceğim. Bu sene o kadar geç aydınlanıyor ki hava, saat 8’de...Okula gitseydin karanlıkta
binecektin servise. Bu sabah Lozan’da spor aletine oturmuş gökyüzüne baktım,
tek bir yıldız parlıyordu karanlıkta. Can’a hiç söyledin mi Gülsen dedim
“gökyüzüne bak bir yıldız göreceksin işte o benim” evet söyledin diyorum. Tatile giderken söyledin hatta ondan önce
öleceğini -çünkü normalde hayat bunu gerektirirdi önce doğan önce ölürdü-düşündüğünden ve de ben yokken yanında beni hatırlasın diye
“Can, akşamları gökyüzüne bak, en parlak
yıldız benim, sana merhaba diyorumdur” demiştim.
Birlikte
tatil yaparken de balkon duvarında
yürürken ben az bağırmamıştık yanımızda olmayan tüm aile üyelerinin adını
sayarak “kuşlar Cem’e selam söyleyin kuşlar, İ.’ye selam söyleyin, T. ye selam
söyleyin kuşlar“
Migros’tayım
yılbaşı süsleri “aaa bu melek, bu mor toplar çok güzel alalım”
sesini duymuyorum yavrum, kaç yıl yerini yeni bir yıla bırakırsa bıraksın ne
önemi var ki o ki saat tam 12’yi
vurduğunda yeni yıl seni bana getirmeyecek
Oğlum?
14.12.2015
16;03
Seninle
birlikte süslediğimiz ve düzenlediğimiz son yılbaşı ağacının resminin altında
14.12.2015 yazıyor. Ama bu benim F. teyzene gönderdiğim tarih 12 Aralık 2015 Cumartesi
günü süslemiş olmalıyız. Ben çok iyi hatırlıyorum 31 Aralık 2015 Perşembe
gününü. Birlikte zencefili, tarçınlı yılbaşı kurabiyesi yapmıştık. Ekim 2015 de
İstanbul’da gittiğimde ki o gün Ankara Garı katliamı olmuş, ben uçak biletimi
aldığımdan istemiyerek ve çokk kötü bir halde gitmiştim. İşte o ziyaret
sırasında kuzenin İ. arkadaşlarıyla yılbaşını kutlayacağını, yılbaşına özel zencefili, tarçınlı kurabiye
yapacağını üzerini de süsleyeceğini söylemiş ki sonra whatsapp’tan 31 Aralık
2015 günü yaptığı kurabiyelerin resmini yollamıştı neyse ben de internetten güzel
bir tarif bulmuştum ki zaten yılbaşından bir hafta önce okulun Christmas, Noel tatiline
girmişti, benimleydin o hafta 2014 yılında olduğu gibi.
Bizi de
ömrümde ilk defa birisi yılbaşı için evine davet etti ki o kişi dayım H.’ydi. Çünkü kuzenim P.
Amerika’dan gelmiş, halalarıyla birlikte geçirmek istemişti yılbaşını. Bu da
yıllarca “önemli olan çekirdek aile, çekirdek ailedir” diye diye başımızın
etini yiyen dayıma bir gol olmuştu çünkü kızı “bizdeki aile ilişkisi mi
Amerikalılar nasıl düşkün birbirlerine bir bilseniz. Önemli günleri hep
birlikte kutluyorlar, kendi elleriyle hediyeler hazırlıyorlar. Bu sene bende
öyle kutlamak istiyorum“ demişti.
08.08.2013 10;45 şeker için ağlamışsın
Zaten yavrum
o kadar acayip bir mantığımız vardı ki
bir şeyin geçerli, doğru olması için illa ki Avrupa ya da ABD de geçerli olduğunun,
yapıldığının tescili, lazımdı. Yurt dışına bir seyahatte
biri dedi ki “anlamıyorum şu pasaport kontrol noktasını geçtikten sonra o kaba
saba, kurallara uymayan yere tüküren, çöpü ortalığa atan, kırmızda geçen,
bağırarak konuşan Türkler bir anda nazik, görgülü, kurallar uyan bir Avrupalıya dönüşüveriyorlar. Dönüşte
dikkat et uçak Atatürk Havaalanına iner inmez eski haline dönecek insanlar.
Bütün sihir o pasaport kontrolü yapılan ülkeyi ayıran kulübelerde.
Sende P.yi
tanıyordun, Amerika’dan gelmişti,
mutfakta masa başında oturuyorduk kucağımda sen o da bize Üniversite kampüsünde
otururken sincapların gelip nasıl elindeki marulu kaçırdığını anlatıyordu ki
içinde hayvan olan her olay seni acayip ilgilendirip,heyecanlandırdığından pür dikkat dinliyordun
P.’yi. Yine de bensen sıkılma sohbete
katıl diye“nasıl yani, yok canım, Can
duyuyor musun sincaplarhop hop
dolaşıyorlarmışmarul da yiyorlarmış,
biz ceviz yer biliyorduk değil mi” tekrarlıyordum ama gerekte yoktu çünkü sana
inanılmaz görünen bu olayı “ marul mu “ diye sorular sorarak anlattırıyordun P.’ye.
Kurabiye
yapmayı severdik seninle sen hamuru yoğururken rahat et diye Tchibo dan hamuru
üzerinde yoğuracağımız ki F. almıştı ondan görünce ben de turuncu renk bir silikon bile almıştım. Onu
tezgâhın üzerine seriyor yoğurduğum hamuru eline veriyordum. Kurabiye yaparken
yumurtaları ben kırarım der kıramazdın bana geri verirdin ama vanilyayı,
kabartma tozunu, şekerini sen koyardın
tabii ki yağ hariç “ben yaparım” en çok kullandığın sözcüktü. Ve az mı omlet
yaptık seninle ahhh yavrum sensiz bir tek gün dahi omlet yapmadım, yapamadım
küçükken mutfak sandalyesini tezgaha
yaklaştırırdım, tabağa kırdığım yumurtaları çırpardın az tuz atardım ben sonra
yağı ısıttığım tavaya dökerdin yumurtaları, elin yanacak diye çok
korkardım “dikkat et” komutlarım ve benim yardımımla. Usta aşçılar gibi fırlatırdım omleti tavadan, başarırdım da, tabii yağ etrafa dökülmesi
diye lavaboda yapardım fırlatma işini gülerek, keyifle “başaracaksın” diyerek izlerdin “Can bak başardım” alkış senden.
Sonraları ne zaman omlet yapsak hep “haydi fırlatsana” dedin bana. O kadar
ilgiliydin ki yemek yapmakla ”aşçı olacaksın galiba “derdim sana “ valla ol çok
para kazanırsın” bazen de sen derdin bana “galiba aşçı olacağım”...
Mutfaktayız
kavanozun kapağını açamıyorum “offf
açamıyorum” “annemde açamadı ben açacaksın dedim açtı, sende açacaksın
sihir yapacağım.” gerçekten açıyorum
demedim mi .Bir sihir yapsan Can’oo “abra kadabra” baksam sen
karşımdasın....
keyfin yerine gelmiş şeker ağzında
İstanbul’dan aldığım
büyük, orta ve küçük boy çam ağaçlı kurabiye kalıplarını kullanarak
yapmıştık kurabiyeleri. Sana küçük çam
ağacı, insan, kalp, yıldız kalıplarını vermiştim,
“bunlara yap”. Bir de minnacık bir yuvarlak top gibi şekilsiz kurabiye yapıp
tepsiye koymuştun. Bu tepsidekiler senin yaptıkların. Balkonda ki fırına koyduk
tepsileri ki kapıyı açar açmaz bir soğuk “aman içeri gir üşüme, Can
unutmayalım yakmayalım” derdim sana
fırına bir şey koyunca ki hep yanardı o ayrı mevzu. Gerçi en çok sevdiğimiz şeyde
kıtır dediğimiz yanık yufkaları yemekti.
Al sana kıtır derdik annem ve ben.
Bir gün
annem yufkayla börek yapıyor baktım sen pişmemiş yufkaları ağzına atıyor,
kaçıyorsun “ aaa yeme, anne bak Can’a
çiğ yufka yiyor“, “ben hep yiyorum,
annem bir şey demiyor” şaşırdım “o zaman
tamam” dedim. Ve tabii ki “ayyyy yandı” bağırmamla birlikte koşuyoruz balkona
“Can yine yaktık “ merakla çıkardığım tepsiye bakıyorsun mutfakta ocağın üstüne
koyuyorum koşarak “ayyy elim yandı” tepsiye eğiliyorsun eline alıyorsun
bırakıyorsun “çok sıcakk” “dur azıcık
soğusun” tabağa alıyorum dayanamıyorsun çam ağacını yiyorsun ” ağzım
yandı” suyu uzatıyorum. Ve bir Can Gülsen klasiği yaptığımız kurabiyeleri dedo yemesin diye çamaşır
makinasının üzerindeki kilerimize, dolaba kaldırıyoruz. Sonra eve geldiğinde önce dolabımızdaki kurabiyelerden alacaktın.
Yılbaşı
olmasına rağmen annen akşama kadar çalışırdı. Annen evlenmeden önce de M.dayınla birlikte sevmezdi yılbaşlarını, bayramları
adeta nefret ederdi; “ ne gereği var, yılbaşıymış,
bana ne, millet yiyecek içecek ertesi gün onca iş, temizlik yaparken biz, onlar
tertemiz evlerinde yan gelip yatacaklar ” şikayetiyle yıllarca evde
evli kardeşler, torunlarla yılbaşı kutlamamıza karşı çıkıp nemrut bir suratla
otururdu yılbaşı akşamları ve illaki de belli bir saatten sonra Y. teyzenle dışarı çıkardı. Kısacası evlenen
kadar burnumuzdan getirdi öyle ki son dönemlerde bizde dışarıda kutlamaya
başladık Çağdaş gazeteciler derneğinin lokalinde, Ali diye bir sanatçı çıkardı
Ahmet Kaya şarkıları söylerdi ve biz hepimiz istisnasız aşıktık adama.
31.12.2013 19.45 bayılırdın tombalaya
Annen bekarken karşı çıktığı yılbaşı
kutlamasını sen varsın diye yapmak istiyordu bence. Yine de aslında aileyle pek muhatap
olmak istememesine rağmen sen vardın ya artık,
mecburdu çünkü her çocuk yılbaşını severdi. Sen doğduktan 3 ay sonra ilk yılbaşını 31.12.2009 ‘da evinizde annen, baban ve sen kutladınız
ki 3,5 aylıktın sen ve daha F. teyzenin oraya taşınmamıştınız. Sonra
2010 1 yaş 3,5 aylıksın yine evinizdesin. 2011, 2012 yılbaşı ağacın var, süsler
aldık annenle, seninle o akşam bize geldiniz diye hatırlıyorum ama çok
kalmadınız. 2013 sen bizim mahalledesin. Her yeğenime yaptığım gibi seninle de
illaki o gün bir bahane bulup dışarı çıkıyoruz “iyi yıllar” demeyi bil istiyorum. Bir bahane
bulup ya çiçekçiye, ya yılbaşı şapkası, düdük, kurur yemiş, pasta almak için
markete, kırtasiyeye, kuruyemişçiye, pastaneye götürüyorum seni, alışveriş bittikten sonra “iyi yıllar
“diyorum kasadakine, tezgahtakilere sana
bakıyorum sende tekrarlıyorsun “iyi yıllar” başını okşuyorum.
Bir keresinde taksiye bindiğimiz
hatırlıyorum Basın sitesine gidiyoruz birlikte
şoföre “iyi yıllar” diyoruz. Severdim o gece insanlara iyi yıllar
dilemeyi ve yeğenlerimde o günün bir özelliği olduğunu bilsin istediğimden aynı
coşkuyu paylaşın isterdim. En çokta büyüyünceye kadar İ.’yle dışarı çıkmış “iyi
yıllar” dilemişimdir insanlara. Eğer yaşasaydın yavrum seninle de kutlamış olacaktım ama...Sana şapka alıyorum,
düdük birde çok seviyorsun üflemeyi ve
tombala oynamayı. Tombalayı yalnızca o gece değil ki hala saklıyorum o
tombalayı, her zaman oynamayı sevdin
sen.
Ne garip değil mi kuzum, birlikte kutladığımız,
senin algıladığın ilk yılbaşıda birlikte aldığımız tombalanın resmini
çekmişiz. Sen mavi, mor ve yeşil kağıt çekmiştin takibini de ortak yapıyorduk
“ben çekeceğim” çekerdin, ben okurdum “
ben de var mı” .Eğer numaran sana aitse pulu yerleştirir diğer oyuncuların kağıtlarına bakardın, birinin numaraları dolmuş bir ya da iki tane sayı açıkta kalmışsa heyecanlanırdın “eee bana niye çıkmıyor,
haydi” Kazanmayı çok isterdin ve kazandığında da kırmızı olurdu yanakların al, al. Yılbaşı
ertesi hafta, ay aklına geldiğinde
oynamak isterdin ben, sen v annem oynardık birlikte. Bu sayede sayıları da
öğrenmiştin. Pul un üzerindeki sayıya bakar kâğıtta arardın. Ve elbette 9 ve 6 yı karıştırırdın sende.
Ve daha basın sitesindeyken sen
kağıt oynamayı da öğrenmiştim.52 tane kağıt eksik var mı diye 1, 2, başlar kız
vale papaz üst üste koyardık önce. Sonra dağıtırdım “ben dağıtacağım” tamam
önce bir karıştırayım, eline verirdim
beş tane sen açık bir biçimde dağıtırdın, “olmazz”, ortaya koyduğumuz
dört kapalı bir açık kağıtlara anlam veremdin bir türlü ama oğlanın bütün
kağıtları aldığını öğrendin ya eğer oğlan varsa “bakkkk “ derdin , ve benim
elime bakardın, piştileri arkaya arkaya yapınca ben suratın asılırdı ama ben
hemen senin pişti yapmanı sağlardım. Oyun bitince ben kazandım bakkk ne çok
kağıdım var.. Dur sayayım, birlikte sayardık “evett sen kazandın“ .Kaç kaça
olduk “1-1 yada sen 2 ben 1 “derdim o
kadar çok oynadık ki ben artık tamam derdim sense “bu son , bu son “
diretmelerinle dediğini yaptırırdın. Bazen iki deste kağıdı karıştırarak
oynardık oyun uzasın diye. Hala o kağıtlar çekmecede Can’o. Bıraktığın
yerde...Annen gelince “bugün Güşeni
yendim öyle çok pişti yaptım ki –pişti yapınca peş peşe sıralanırdı ya kağıtlar
pek hoşuna giderdi- kağıtlar burdan
buraya kadar dizildi.”
31.12.2013 Salı; sen bizdesin bir telaş hazırlanıyoruz,
G.teyzenler de gelecek. O kadar güzel bir sofra kurduk ki seninle birlikte ” geç kaldık valla, bunu da masaya koy Can”
çabuk telaşıma karışan senin “aman aman “ telaşlı koşturman, parlak taşları,
topları sofra bezinin üzerine serpiştirmen... Kuş sütü eksik o kadar diyeyim. Ki ben
yılbaşı sofrasında her şey olsun isterdim. Her şey, ne kadar çok şey
hazırlarsam hazırlayayım hep eksik varmış gibi gelirdi gözüm doymazdı.
işte birlikte hazırladığımız sofra
Hediyeni de çoktan almışım atlı bir
müzik kutusu.
Çok
severdim ben müzik kutularını, çalan müziği, hiç sahip olmadığımdan olsa gerek
İ. dahil hemen hemen her yeğenime aldım. Kızlara balerinli müzik kutusu alırdım.
Saat 19;42 dayanamamış hediyeni erkenden
vermişim birlikte inceliyoruz.
Çok sevdin sen o atlı karıncayı.
Çalıp durdun bir gün baktım kırılmış
“Can çabucak kırdın be oğlum, dikkat etseydin ya” “ettim” yapmaya uğraştık yapamadık “boş ver , üzülme Mustafa dedem yapar, tamir eder” dedin zira Mustafa deden cidden de tamir işlerinden
anlıyordu ve de sende tamirci çırağı gibiydin annen içinde her türlü tamiri
yapacak aletleri olan bir oyuncak seti
almıştı çekiş vs. benzeri aletler vardı onlarla oynamaya bayılırdın tak tak tak
çivi çakardın annem de “ister misin bu
çocuk tamirci olsun” derdi.
31.12.2013 20;57
Tabii yılbaşının olmazsa olması pastayı da
Özsüt’ten birlikte almıştık, maytap, mum tam on ikide kesecektim
pastayı..... Ne kadar şıktın sen.
Asla yılbaşı akşamı geç yemek
yenilmezdi bizde, herkes çabucak acıktığından hele de dedo bir an önce yemek yemek istediğinden,
insanların toplanmasını beklemek büyük işkence olurdu onun için. En geç 6,30 da
herkes masa başındadır, yemek servisi başlamıştır. Hindi çocukluğumdan beri
yılbaşında evimizde pişerdi. Sen o günün özel bir gün olduğunun farkındaydın ama o özelliği anlamlandıramıyordun ve o gün de seninle yine
“hoş geldin yeni yıl” şarkısını söylemiştik. Küçük çam ağacımızı salona
getirmiştim, ışıklar yanıp sönüyordu.
2013 yılı hareketli bir yıl olmuştu senin için; ev değiştirmiştiniz, ev almıştı
annen, artık senin yaşam alanın, gezeceğin parklar, gideceğin kreş, AVM’ler değişmişti..
05.09.2013 Doğum gününden 2 gün önce
yeni evinde pek sevdiğin dans eden robot’unla
Annen huzura ermişti, sakindi M.dayına
“ H. Can’a bakmaz olaydı, her
yer yağ içinde kafayı yemek üzereyim. F.
mi güya abla, o kadar bencil ki, hiç
yardımcı olmuyor bana. Ya onca ay aynı
apartmanda oturduk insan arada gelip
bakmaz mı ne var ne yok “ ne yapıyorsun kardeşim” diye. Çocuk kusuyor öyle
bıraktı gitti. Kocası da öyle o kadar ay bir kere kapıyı açtı o da Y. kocasıyla
yemeğe gelince. İnsan hiç mi merak
etmez. Bir an önce bir ev alıp ordan
çıksam” şikayetlerin yerini “ sinirlerim bozulmuyor artık, her şey yoluna girdi.” “Y. teyzene “ ayy iyi ki annemlere yakın
almışım evi, nasıl rahatladım anlatamam, her şey yoluna girdi. Gülsen elim
ayağım bana çok yardımcı. Evim tertemiz kalıyor, yorulmuyorum, gözüm arkada
değil. Can çok mutlu, çok düşün Gülsen’e” diyerek yanımızda ev almasının onu ne kadar mutlu ettiğini ilan
ediyordu.
07.07.2013 Pazar, tatildesin, insanları hep böyle izlerdin.
2013 yılı her şeyin farkındasın
hayatın, olanın bitenin, isteklerini, düşüncelerini ifade ediyor, hayallerini
anlatıyorsun. 5 Temmuz 2013 Cuma günü Dikili’ye gidiyorsunuz ailecek G. teyzenler de orada, birlikte tatil yapacaksınız. Bizde annemle tatile
çıkıyoruz zira sen tatilden dönünce biz
Ankara’da olmalıyız. Sen G.’nin kızı İ.’yle iyi anlaşıyorsun. Her gün arıyoruz “ne
yapıyor Can’o, bizi soruyor mu” konuşuyoruz seninle “denize gidiyolum..
dondurma yiyolum...kedi var...balıklar”, “patika yollarına da git Can”
bu videyu youtube yükledim haberin olsun
08.08.2013 Perşembe Ramazan bayramı,
şeker bayramına bayılıyorsun ve ben sen şekerleri kendin al diye Migros’a götürüyorum
yine eline bir poşet veriyorum, Kent, Şölen, Ülker şekerleme standaları
arasında nasıl mutlusun “haydi seç
hangisinden istiyorsan” küçük minnacık şekerlere, sevdiğin karamelli,
sakız gibi beyaz olanlardan ve tabii ki badem tabii ki lokum, çikolata.
08.08.2013 10:40gözlerin hala kendiseçtiğin şekerlerde
2016 yılı Temmuzu; şeker bayramı arife günü hayatını kaybedene
kadar Oğulcuğum her şeker bayramı öncesi biz seninle arife günü de dahil illaki şeker almaya gittik birlikte. Sonra “haydi Can, misafirler gelmeden şekerleri koyalım şekerliklere”le dememle birlikte koyduk tabaklara. Sen lastik
gibi şekilli renkli Haribo şekerleri de
pek severdin ama zararlı olduğundan ben
almak istemezdim “annem o şekerlerden da aldı bana “ dedin bir bayram bana.
Babaannenin aldığı şekerleri de anlatırdın bana.
Sağlık ocağına Doktora Ertuğrul beye
götürdüğümde ki ne ağlardın gelmek istemezdin “balon veriyor oğlum, lolipo”ta derdim susardın
“ama acıtmasın” boğazına bakılmasından nefret ederdin geri geri çekilirdin arkama gizlenirdin doktor “aç “ der demez. Annesi derdi Ertuğrul
bey ona istediği renkten balonlar vereceğim. Sen seçerdin hem lolipopunu, hem
de balonunu. En az iki lolipop Annesi derken bir tek gün “annem değil teyzem “ demedin oğlum öyle normal,
sıradan bir anne gibi kabullenmiştin beni, belki de hep yanında olduğumdan..
İşte 2013 Ramazan Bayramında “kahvaltıya gelin demiştim ben, daha iyi
olur” ve
sabahın erken saatinde hazırlamıştım masayı. Erkenden gelmiştin zira
erken kalkardın zaten. “ İyi bayramlar “diyerek
içeri girmiş hemen kurulmuştun aşağıdaki resimde olduğu gibi sofraya,
annenin “oooo sofraya bak”....
baş misafirsin
Güzel oğlum benim kahvaltı sonrası ”haydi çocuklar, bayramlaşalım “ diyerek ben her bayram olduğu gibi harçlığını
vermiştim çocukların. Elimi öp bakalım, öpüp başına koymuştun, yanaklarından
öpmüş sarılmıştım her zamanki gibi, harçlığını da cebine“Gülsen bana bayram harçlığı verdi anne
“Paraya el sürülmesinden nefret eden
annenin“tamam elini yıka hemen”
talimatı. Sonrababaannenlere
gideceğinizden kalkardınız hep olduğu
gibi pencereden bakardım ardından el
sallardın. Hep yatığımız gibi yapılan böreklerden, yemeklerden koyardıkevde de yemen için.
Ertesi gün ben annemle, babam Ankara’daysa
onunla gelirdim size bayramın anlamını
öğren diye “bayramlaşmaya”. “Babaannen
harçlık verdim mi” “büyük para verdi,
kağıt” “ çokk şeker vardı çokk” ,“o
kadar şeker yedi ki dün dişleri çürüyecek “ serzenişi annenin ve sen bize
çikolata tutardın.
Ah yavrum
ahhh sen ne kadar içten gülümseyen, mutlu
bir çocuktun . Nasıl kıydı sana nasılll
Sen bizdeyken misafir
geldi mi değmeyin keyfine, iyi bir gözlemcisin ya misafirleri gözler
pek yanlarına yaklaşmazdın, çekinirdin de. " Haydi oğlum şeker tut"la
eline verdiğim şekerleri, kolonyayı misafirlere tutar ,
“sağ ol yeğenim “ derdi mesela İ. amca, G.teyze sevinirdin misafirler gittikten sonra da bu
defa bize ikram ederdin, zorla verirdin.
bütün derdin şeker yemek
(yaşar bu
resimde karşı koltuktaki insanları
çıkarabilirmisin yani resim yarım olabilir.Can ben annnem )
Evet işte 2014 yılına gireceğim o
yıl 31.12.2013 günü toplandık her şey tamam, yılbaşı şapkan bile. Zaten
yönetici Cem apartmanın önünü, çevresiniöyle bir süslemişti ki herkes gıpta etmişti ve sen o süslerle az oynamamıştın.
31.12.2013 21;27
O akşam Paris’ten aldığımız şarabı açtık, her
şeyin geleceğin mutlu ve huzurlu olması
dileğiyle ve gözümüz hep sende “ şundan da ye Can dur, Can bak,” kutladık yılbaşını, siz babaannelerde gideceğinizden
ve de erkenden uykun geleceğinden pastayı da erken kestik. İşte ölünceye kadar
beni sarsan o anda o gece videoya
alındı. Pasta geliyor salona, sen pasta üzerinde mum söndürmeyi her zaman çok
sevdiğinden eve pasta aldığımda mum da alırdım yanında ve yakardım sen söndür
mutlu ol diye. Elektrikleri söndürüyoruz karanlıkta üzerinde mum yanan pastayla
giriyoruz salona. Ve sana bir dilek tut Can’o diye bağırıyorum, gözlerini kapa dilek
tut. bu akşam ne tutarsan olur”
Ve sen bir dilek tutuyorsun videoda görüldüğü üzere.
O dilek tutuş anındaki yüzünün ifadesi var ya yavrum, o gelecek günlerde
dileğin olmasını istediğin o umutlu ifade .......ne yazayım ben yavrum
söylesene, ne yazayım....
Ne tutun söyle teyzene “ söyleme Can
gerçekleşmez” söyledin yavrum, söyledin
o kadar komik ve çocukcaydı ki ama hatırlamıyorum, belleğimi zorluyorum
hatırlamak için olmuyor. Sadece mutfakta
“insan teyzoşuna, arkadaşına her
şeyi söyler” dediğimi ve senin de bunun üzerine bana dileğini
söylediğini hatırlıyorum. babaannenlere de geç kalmayın diye saat 12’yi vurmadan 2014 yılını
pastamızı keserek karşılıyoruz...pastanın üzerindeki ilgini çeken çam ağaçları
ve Noel baba, onları birlikte aksesuar
renkli mumun içine koyduk... yavrum hani her geldiğinde oynadığın o pastanın üstündeki süsler hala o mumun
içinde sen yaşadığındaki gibi, yerinde duruyorlar. Ve “iyi yıllar “ dileyerek
ayrıldık ki ertesi gün ilk yeni yıl kahvesini sizde içmeye geldim ben.
Güzel yavrum, annem benim... meğer senin elindeymiş hayatımızı, geleceğimizi
anlamlı kılan, yaşama sevinci veren hayatla
bağlantımızı kuran ip .O ipi bıraktın yavrum sen, hayatın ipi öyle bir hızla,
öyle bir kurşunlayarak beni elimden
kaçtı ki oğlum, yakalamam imkansız
yavrum....
Ahhhhh Can’o ah.... bu hayatta o
kadar çok kurşun, vurgun yedim ki ben hem bu ülke, bu devlet, aile, arkadaş,
kanser, hastalıklar yine de çabalardım .Hep böyle bir anaç, bir kendini
feda etme hali belki en büyük olduğumdan belki çok kardeş olduğumuzdan annem
bana emanet ettiğinden çocukları zira ev, yemek, çamaşır annem ne yapsın hep.
25.01.2015 yarı yıl tatilinde Ilgaz’da
Ve sen çok iyi biliyorsun güzel oğlum ben hep ayaklarıma
karar sular inse, kalkamayacak kadar halsiz olsam bile; “Can hastayım gel yanıma uzan sende azıcık dinleyeyim oynarız” der kalkar
hazırlık yapar, oynardım sırf sizleri, aile üyelerini mutlu etmek için.... kardeşleri, yeğenleri
mutlu olunca mutlu olan biriydim ben ama bu hayatta yediğim en ağır kurşun
senin ölümün yavrum. Deldi o kurşun yüreğimi, kanıyor durmadan, kalkamıyorum yavrum. Elimi neye atsam seni çağrıştırıyor. Dolabı
açıyorum ayakkabı giyeceğim kırtasiyeden
aldığımız şeffaf naylonla ayakkabı rafını
nasıl kapladığımız , “Can bant” der demez her şeyin yerini öyle bilirdin
ki koşarak getirirdin.
Bütün ev, sokak sen yavrum...Bazı
şeylerin insanı teselli edecek “birazı” olmuyor yavrum, hayatın, ölümün, aldatmanın, ihanetin. Tüm bildiklerimi
unutturan “ölümün” gerçekleştiği o günün o an’nın içinde hapsoldum ben, dönüp duruyorum ta ki yanına gelene kadar.Ne yazık ne kadar da çabuk bitti her şey, yok yok yavrum insan eliyle bitirildi güzelliğin, mutluluğun....