Anlayabilmek
de öyle mümkün… öyle de imkansızken…uğruna candan olunan, cinayetler işlenen
özgürlük; belki de
insanoğlunun kendi yarattığı kutsala kaygısızca dokunduğu ânda başlayandır. “Özgürlük” demiş Freikops’a öldürtülen Rosa
Luxemburg da “daima farklı düşünenin
özgürlüğüdür.“
Dünyanın
neresinde olursanız olun, oranın mevcut sistemine egemenler;
ötekileştirdiklerinin, onlarca muhalif Rosaların işkenceden geçirilmesini,
öldürülmesini meşrulaştıran ideolojilerini eğitim, öğretim, propagandayla en
ufak hücreye nakş ede ede, şiddeti hâkimiyetlerinin aracı kılmaktan
çekinmemişlerdir. İşte demokrasiyi, özgürlüğü, bireyi kutsayan bugünün medeni
toplumu da şiddetle gelen onlarca vahşetin üzerinde yükselendir.
Şimdi,
bu medeni toplum Marsa koloniyi, “Grinin Elli Tonu”nu, “Bırdman”ı konuşa
dursun, çağdışı bir vahşetin kıskacında; sokakta yanından geçip gittiğinizin,
taksisine, dolmuşuna, otobüsüne bindiğinizin, AVM’de, lokantada
karşılaştığınızın, alışveriş yaptığınızın,
komşunuzun, güvendiğiniz babanızın,
annenizin, sevdalınızın, arkadaşınızın bir ânda Azrail’inize dönüşmesi
öylesine sıradan, öylesine de gündeliktir ki.
Ölümün
her ân karşılaşabilecek bedavalığı, “sıra hangimizde”nin ürküten
bilinmezliğiyle raksa tutuşmuş Türkiye’de. Herkes kesinlikle de bilir ki;
binlerce vatan evladı bir bayrak gibi nesilden nesile; bir TV dizisinde
seyrettiğini uygulayan; DNA’sını yok etmek için can havliyle yüzünü tırmalayan
Özgecan’nın can çekişirken bileklerini kesecek soğukkanlılıktaki Suphi
Altındöken, babası ve arkadaşının erkek egemen zihniyetini taşımaktadır.
Kendinden
farklıdan, güçsüz gördüğünden, azınlık bildiğinden istediği biatın tezahürü
şiddetin, katliamların nedeni erkek
egemen zihniyet; asırlardır “ üzülme sen Suphi kardaşım; içerdesin ama
fikirlerin iktidarda,” flamasıyla
dalgalandığından; 12 Eylül 1980 öncesi Maraş’da, Çorum’da, sokaklarda,
duraklarda öldürüldü adı; Veysel, Fevzi adı; Aytül, Recep, tam 5000 kişi.
1990’larda
faili meçhul bir cinayettin hayatından ettiği tam 17 bin kişi adı; Musa, Vedat
adı; Savaş, Celal…12 yaşında bedeni kurşunlanan Uğur Kaymaz, Nihat
Kazanhan…19’unda linç edilen Ali İsmail Kokmaz…16’sında sokakta yürürken kar
maskeli birinin pompalısıyla vurulan Barış Yıldız….
Devletin
erkek, kız yetiştirme yurtlarında, Pozantı, Şakran cezaevlerinde tacize, şiddete uğrayan 14,15
yaşında çocuklar… 70, 80 yaşında huzurevlerinde dövülen yaşlılar… Bahşiler
köyünde korucu, asker 8, Mardin’de 26
erkeğin tecavüz ettiği 17’sindeki Z.M,
13’ündeki N.Ç… 25’inde Beyoğlunda öldürülen
travesti Çağla…Adı: Münevver Karabulut (17), adı: Nuran Dutlu (21), adı: Hüsne Aslan (23)….adı;… adı;… adı;…
Yaz,
yaz bitirilemeyecek, hep gücü elinde bulunduranın yaptığı katliamların,
şiddetin kurbanı on binler. Ve sadece kadın olduğu için öldürülen Özgecanın
katlinde artık “dolmuşta tek yolcuda olmamak lazım ”da diyerek “o da öyle giyinmeseymiş, böyle yapmasaymış”lı “âmâ”lara da sığınamayacağından suçüstü
yakalanan Türkiye.
Peki,
26 yıl önce “ne tatlı”yla yanağına buseler konulan onlarca Suphi, kartopu
oynadı diye Nuh Köklüyü (46) öldürecek
psikopatlıktaki Serkan bebeklerden; nasıl oldu da; yakalanmasalar kaldıkları
yerden hayatlarına devam edecek canavarlıktaki katilleri, yarattı; bu cennet
vatan.
İnsanı
şekillendiren ülkesinin resmi ideolojisi, gelenekleri, eğitim, öğretim, aile, arkadaş, iş, çevresi
benzeri faktörlerse; 1910’da,
1920’de, 1960’da, 2015’te yani dünde, bugünde hep nerden, kimden geleceği tahmin edilemeyecek
bir şiddet sarmalında debelenmiş Türkiye’de doğmuş Suphiler, Serkanlar,
Samastlar,….,… bazen devletin silahlı gücü polisin, askerin, bazen bir
erkeğin, bazen bir öğretmenin, patronun
bazen babanın, annenin, ağabeyin bazen de
bir örgütün, bir partinin şiddetinin
illaki şahididirler.
Katilliği
hafifletecek “sağcıydı”,
“solcuydu”, “PKK’lıydı”, “emri
uyguladı”, “devleti yıkmalarına göz mü yumsalardı”, “kader mahkûmu”, “namusu için öldürdü”,
“Münevver’nin de ne işi vardı oğlanın evinde”li kılıflar bula bula, kazara
cezalandırılmışları da af ede ede katile, kötüye, yolsuza bir şey olmadığının,
bir arada gayet güzel yaşandığının da tanığıdırlar.
Tanıklık
ettikleri ırkçı ideolojisine üst kimlik seçtiğinden güçlenmiş Türklüğün,
Sünniliğin hâkimiyetindeki ulus devletse; “Türksün, Sünnisin sen”, “başını aç”
dayatmasına “evet” demediğinden
sevmediği her Kürt, Ermeni, Rum, Alevi,
Süryani, Hristiyan, solcu, devrimci,
başörtülü mütedeyyine nefretini yalnızca tehcir, sürgün evinden, vatanından
etmek, tutuklamakla göstermemiştir.
Kendinden saydığından yeteneği, bilgisi,
çalışkanlığıyla değil olanaklarını peşkeş çekerek zenginleştirdiği, makam,
mevki edindirdiği Türk, Sünni,
Seküler vatandaşlarının; tehdit
algıladığı her ötekiye, muhalife
yaptığı, yapacağı şiddete, linçe, katliamlara da izin vermiştir. Onun için boşuna
değildir; halkın kendine hizmetini esas
alan “Devlet için kurşun atan da yiyen
de şereflidir”in izinde onlarca Mehmet Ağarın, Alaattin Çakıcının; Veli küçük,
İbrahim Şahinin “Türkiye seninle gurur
duyuyor ”la taltifi.
İdeolojisi,
ırkı, rengi ne olursa olsun her insanın kendini ifadesine, yaşam hakkına
saygıdansa her alandaki ayrımcılığı, tarafgirliği yüzünden vatandaşlarını
birbirine düşman ederek barışı, sevgiyi dinamitleyen ulus devlette; “biraz erkek ol” çıkışlı , “kodu mu
oturtacak”lı şiddetin makbullüğünde. Evde, işte, okulda, cafede, sokakta,
Mecliste sonu kavgaya varmadan seviyeli bir tartışmanın olanaksızlığında; karşı
görüşten diye taş, sopa, bıçak, silah, baltayla, ortadan kaldırmak amacıyla insanların
birbirine saldırdığı bu ortamda ne Fırat Çakıroğulları, ne de Nurullah Semolar
masum kalamayacaktır.
Ve,
ve, ve “Erkeklere allahın emanettir”yle
kadına; kendi başına bırakılsa hata
yapacak, namusu elden gidecek yarım akıllı muamelesiyle, cinsiyet
ayrımcılığının da başını çeken devlet,
kadına şiddetin de tetikleyicisidir.
Vatandaşının nasıl giyinmesi, düşünmesi, yaşaması gerektiğini tebliğ
eden despot devletin; izdüşümü ataerkil ailede erkek de, kendini kadının sahibi
sanır. % 79’unun SSK’sız, asgari
ücretsiz evde eşe, çocuğa, akrabaya hizmetle istihdam edildiği Türkiye’de,
kadın da; erkeğin suçu savunmasındaki “ kimseye yar etmem”, ”seviyordum
öldürdüm” ünü içselleştirmiştir
Servetin
%70’nin %7’lik kesimin elinde toplandığı
eşitsiz ilişkiler ağında; her alanda demokratikleşmeden, kadına ekonomide,
siyasette pozitif ayrımcılık tanınmadan önüne geçilemeyecek Kadın cinayetleri
mi? Kadının kıyafetini,
makyajını bağırmamasını, bağırmasını tahrik unsuru sayan, katillerini iyi hal indiriminden
yararlandıran, “koca eşini zorla öpebilir” kararıyla erkeğin
kadına tahakkümünü yasal zemine oturtan Yargıtaylı ulus devletin, kendine
yakışanı giymesinden başka bir şey değildir.
Her
sarsıcı, her utanılacak olayda kötülüğün kaynağını üç, dört sapkında bularak
rahatlayanların Türkiyesinde; Kadın cinayetleri mi? Bastırılmış cinselliği “ annesinin dizinden….”, ottan, b.ktan tahrik
olup bebeğe, engelliye, hayvana tecavüz
edecek kadar çığırından çıkarılmış “ ama
o saatte… yalnız… mini etek” diye diye kadınların “arandığı” arka planına
işlenmiş madde in Türkiye imalatı erkeğin de kendine yakışanı giymesidir.
Heyyyy
Amcası !!!!! !!! eli, ağzı çocukluğundan
beri gösterdiği pipisindekilerin; günde
en az iki defa “ellerinin kiri” kadının
cinsel organını andıkları “am.. k” ,
“ananı, avradını s…. ” , “ oha, s..keydin bari” küfürlü; kadına şiddet
uygulanan “Fatmagül’ün suçu ne”,
“Karagül”, “Paramparça” dizilerinin reytinlerde birinciliği elden
bırakmadığı, 2 eşini öldüren bir erkeğin
evlilik programına katıldığı Türkiye’de; kadına şiddet, tecavüz zaten de factodur.
Avuca alınan bir kuşun titrekliğinde her gün
“başıma ne gelecek “in hızlandırdığı adımlarla… hiçliğin ortasında… “Bir
kelebek ağrısıydı / vakit dardı / mevsim hicazdı / yetişmem gereken bir ölüm / kaçmam gereken bir hayat vardı”lı
kadınlarıyla; Yorucusun sen Türkiye… bir o kadar bıktırıcı…. bir o kadar da
gidilesi…yıkılası…
07.03.2015
Gülsen FEROĞLU