30 Eylül 2015 Çarşamba

İsyanımız var savaşına Hevalım

Kim tutsak kim gardiyan belli olmayan ilişkiler ağında; kendine ait olmayan bir yolda; kaybeden olmaktan daha kötüsü belki de kaybolan olmaktır; kim bilebilir ki. Sonrası “/…./dipten korkulur /ama ben korkmuyorum/çünkü daha önce dibe vurdum” yazan Sylvia Plath’dır.


 “Yaman ve Gül yere çömeldiler…. 20 yaşında bir çocuğu nasıl öldürdük inanamıyorum. Sonradan öğrendim hiçbir suçları da yoktu “ itiraflı Ayhan Çarkınların Türkiyesinde Hevalım; sende dibe vurmuştun hem de sayamayacağın, hatırlamayacağın kadar çok.


Üstelikte kibrini narsitlikle sıvayan ulus devletin faşist esintili  ideolojisiyle mayalanan işitmeyen kulakların, görmeyen gözlerin  şefkatsizliğinde; öyleeeee çok suçlu oldun, öyle de çok suçlandın ki; her biri nefret suçu niteliğinde; bölücü, hain, terörist, Ermeni dölü, komünist, iblis, iflah olmaz sıfatlarıyla.


 Vatanımda “Kürt kimliğime saldırıldı, komşuma b..k yedirildi, Kürtçe konuştu diye dövüldü babam, tutuklandı evladım”  çığlığını yıllarca bir  güvencen saydığın gerillalar, PKK duydu. TOMA’ya taş atan,  lastik yakan, barikat kuran Kürt çocukları da; A, B, C yi tanımadan, tanıdı gerillayı. “Kırmızı başlıklı kız” yerine; Cudi’de faşist T.C ordusunun kıskacını yaran Gerilla timinin dağlarda “Rom’un (Türklerin)  tahtını salladılar, Gerilla güzel intikam aldı.” marşıyla yürüdüğünü dinlediler. Güzel bir kod adı bulma yarışında, en büyük düşleri özgürlük savaşçısı Gerilla olmaktı; tablette Angry Birds oynayan yaşıtları prens, prenses beklerken.


Gün geldi “o şartlarda yaşasam ben de dağa çıkardım” dediğinde devleti yönetenler; tank, top, “şehit namırın”,  “ bıji serok Apo”, “serhildan”lı çocukluk, gençlik; 40 yıl  süren, çoğu Kürt 100 bine yakın sivil, gerilla, askeri hayatından eden savaşın tek cümleyle bitirilebileceğini de  görecekti.


İşte bu savaşı bitiren, yenen çözüm süreciydi; ancak çocukluktan ergenliğe adım atıldığında yasak yaylalara çıkanlara, Gêrê Boğanın nergis kokularını getiren. Gever’de tetiksiz yudumlanan koyu çaya “ancak kendinde devrim yapabilen devrimci olabilir”  satırlı Wittgenstein’nı eşlik ettiren. Yarını hep muğlak gördüğünden, belki ilk defa hayata dair sıradan iş, ev bulma kaygılarına, dalga sesiyle uyanma, bir kadeh rakı arzusunu ekletip,   Altan Tan’nın  “İslamcı yazarların ve Kürt siyasetinde yer alanların yarısı devletin adamıdır”  konuşmasını sorgulatanda o süreçti.


Ama Kürtlerin masalı hep kötü bitmek zorundaymışçasına;  daha “çok tuhaf şeyler olmuş, oluyor Matmazel” fırsatını bulup, neden, niye diyemeden; onlarca …, …,  Seyit Rızaların, …, …,  Uğur (12) Kaymazların; askerin, gerillanın  dağlarda, ovalarda bıraktığı gençliklerinin üzerinde yükselen “çözüm sürecine” … üç nokta koyan  tarafları; meğer savaşmak için bahane yaratmaya nasılda  hazır ve nazırlarmış.


Onca Mehmet (1,5) Uytun’nun,  Rojivan (4) İdemin cansız bedenlerinin doyuramadığı  toprağı kan, kanı toprak kokan Türkiyenin, yeni Mehmetleri kurban edeceği savaş dile min savaş;  kurşunlanmadan az önce  “ben yaşlıyım, bana kimse bir şey yapmaz”  diyen Cizre’li Mehmet (74)  Erdoğan’ nın sandığı gibi değildi ki.


Düşman saydığını öldürmese o öldüreceğinden; can havliyle birbirine saldıran savaşın taraflarının  raks ettirdiği kurşunların, bombaların her ân, herkesi hayatından edebileceği savaş demek; büyümeyen çocuklar Aylanlar, Ceylan Önkollar, Serap Eserler demekti.


İnan bavê min, Barışın, hayatın yanında durmak savaşı kutsamaktan daha zordur. Zira ister devlet, ister bir kurum, parti;  ister örgüt, aile, patron, ister yandaş isterse de muhalif olsun bir kez  analitik  bakışı hazmedemeyen otoriter faşist  zihniyetle mayalanmaya görsün. Hepsi de illaki suçlayacak birini, başkasını bulacağından şiddetlerine, terörlerine, savaşlarına, yanlışlarına nasıl kolayca meşruiyet, sebep bulabiliyorsa sende Hevalê min; aynı şeyi yapacaksındır.


Nitekim Erdoğan gibi savaşa; döşediğin EYP’na, roketatarına çürütülemez sebepler bulman,  ”kriminalize ettiler bizi” demen,  savaşın bir tarafı olarak seni sorumluluktan kurtarıyor mu Hevalım?


Cizre’de yirmi bir insanın, gerilla Ekin Wan’nın,  askerin, polisin katli tek başına devletin, sarayın üzerine yıkacağın bir sorumluluk mudur? Silvan’da Emin Simpil’i (13) öldüren, Cizre de Yusuf (12) Şık’ı bir el ve ayağından eden senin bombandı. Belki senin attığın roketatarın yıktığı duvarın altında kaldı Baran Çağlı (7).Belki Cemile Çağrı (13)’yı vuran kurşunda senindi.


Bir genç neslini savaşta kaybetmiş; çözüm sürecinde ölmeden, öldürmeden eşit yurttaşlığın siyasi mücadeleyle de kazanılacağını yaşamış, görmüş Türkiyeli Kürtlerin ömürlerini ağıtla, gözyaşıyla tüketmelerine artık izin vermeyecek olanda hayatın ta kendisidir.


Belki 5, 10, belki 20 yıl sonra İspanyada Katalanlar, İngilterede İskoçyalılar gibi Kürtlerin Türkiye’den ayrılma ya da eyalet taleplerini referandumda oylatacak olgunlukta bir siyasal iklim, özgürlük bugünün dünyasının gerçeğidir. Onun için askeri, milliyetçi eksenden çıkarılıp siyasallaşan, normalleşen Kürt sorunu yalnızca savaşı bitirmeyecek. Devletin, PKK’nın, siyasi partilerin, bireyin sivilleşmesini, demokratikleşmesini de getirecektir.


Hal böyleyken asker annelerinden nasıl oğullarını savaşa göndermemelerini istiyorsan Hevalım; 1989’da Botan’daki çatışmada öldüğünü 26 yıl sonra öğrenene kadar evladının yaşadığını sanan Mecit Akkuş’un, Ahmet Budak’nın, Kürt annelerinin de hakkıdır “Êdî Bese”yle evlatlarının savaşmamasını istemek.


Kaderleri savaş yapılmış Kürtleri, çocuklarını; ölüm denkleminin dışında tutarak bir Fransız,  bir Amerikalı gibi kıllarına zararı önlemek,  huzurlu, sevgi dolu bir yaşam sürmelerine ön ayak olmak; Kürtlerin temsilciliğini yapan siyasilerin, örgütlerin de boynunun borcudur.

Barış, barış diye haykırılıyor ya Hevalım, lal olsun ki diller,  eğer  Barış nedir, nasıldır  bilen de varsa…..Uykusunda polis öldürme, PKK şehitliğini bombalama vahşetinin getirisi intikam duygusunu derinlere gömebilmektir barış, tam da budur işte; sırf bir Selman Ağar (10) daha hayatından olmasın diye.

Savaşın tarafları sizlerin birbirinize olan nefretiniz, zalimliğiniz, lanet sebepleriniz;  ne  8 yaşında vurulan Elif Şimşek’in hayatından;  ne de babası Yavuz Sonat’ın tabutunu tüm sesleri örten “hayır hayır“ çığlıklarıyla uğurlayan 12 yaşındaki  Sude’nin soldurduğunuz yarınından önemliydi. Şimdi  emrê min; bir kaybedişin daha olacağındandır; yitik zaman peşindeliğimiz,  savaşınıza isyanımız.


Minicik bedenlerin, hayallerin bombayla, kurşunla parçalandığı Suriye’de, Yemen’de, Irak’ta, Türkiye’de;  onlarca gülen gözün yokluğunda… mevsim  de döndü  gula min… Cizre, Varto, Ankara…. hazan her yer.


Hazanda, ayırt etmeye hiç gerek yok Hevalım; savaş, kan isteyen herkes aynıdır ki kanla yazılan bu  tarih; gün gelir de  hesap sorar mı…bilinmeyendir.



1.10. 2015
Gülsen FEROĞLU


9 Eylül 2015 Çarşamba

Faşizm, ne yana düşer usta





Yalnızca yeni zenginler, yeni katiller üretecek savaşın içine Barışın sığması ne kadar da acı… bir zamanlardan   ne kadar da uzak. Dünya mı? Biter, bazen.

Dünyanın bazen değil bittiğine dair bir şey yazılmasına, söylenmesine gerek bırakmayacaktır; utancı herkes yaşasın diye dalgaların kıyıya vurdurduğu üç yaşındaki mülteci Aylan Kurdi’nin dili, çığlığı olmuş cansız bedeni.

Sebebi olmadığı vicdansız savaşın günahsızı Aylan’nın yola reva akranları, cesedi üç gün buzdolabında beklemiş Cizreli Cemile Çağırga (13);dünyanın nasıl da  kötülüklerle dolu olduğunu   herkesin suratına apaçık vururken kalbim, sanki sonbahar.

 Şimdilerde yeni trend de her şeye, her olaya “aaaa”, “yapma be!”, “demek öyle” tepkili koca bir şaşkınlık. Ergen misali alayına karşı Bahçeli’nin Schopenhauer’u sollayan “Koreli ile Çinliyi ayırt edecek özellik nedir? Çekik göz…baktı ki ikisi de çekik göz…fark eder mi efendim”  aforizmalarına, Meclis başkanı seçimlerindeki tavrına şaşa kalanlar  sanırsın Burkina Faso’da yaşıyorlar.


Allah aşkına hiç bir MHP’liden bir kerecikte olsa  “AKP’ye karşı HDP’yle koalisyon yaparız” cümlesini duymadığınız halde; kim, hangi trol ve niye inandırdı sizleri 7 Haziran sonrası “CHP, MHP, HDP” koalisyonunun kurulacağına da o canım, cicim bünyeleriniz helak oldu üzüntüden. 


Oysa liderleri, partileri tartıştırıp, sorgulatarak ürünü oldukları Türk müesses nizamının tükenmişliğini gözlerden kaçıranların; artık kronikleşmiş AKP’den kurtulma sendromlarına çare diye her seçimde hedefledikleri “CHP, MHP”ye yeni ekledikleri HDP koalisyonu uğrunaydı  MHP’nin kamuflajı.


Peki ya sen ! Bir arama motoru uzaklığında Kahramanmaraş, Çorum katliamlarına  uzanmaya bile gerek bırakmayacak polisin, kameraların nezaretinde Dolapdere’de, Fethiye’de Kürtlere linç girişimlerinin, Samsun’da, Kayseri’de HDP’nin parti binalarına saldırıların aktörü ülkücü geçmişi unutan sen yoldaşım! Sen de mi inanmıştın MHP’nin eşit yurttaşlıktan, herkesin anadilinde eğitiminden yanalığına. 


 “Senin için mükemmel bir fikrim var genç adam, güzel kadın” kıvamıyla  inandırıldığınız yalanları öyle çok, öyle çok sevdiniz ki hepiniz,  inanışınız kadar büyük olmadı mı hep hüsranınız, yenilmişlik duygunuz MHP’nin seçim sonrası tavrı karşısında da.


Üçlü koalisyon varsayımını borsada fiyatlandıran ve ne yazık ve ne acı; her biri bir kesimin; holdingin,  partinin,  cemaatin yandaşı medyaya ait TV kanallarında, gazetelerde delirtecek bir kara propagandaya tabii tutulanların; seçim sonu MHP’ye “Elf” diyarından kopmuş gelmiş muamelesi yapması kadar ürkütücü bir şey de  yoktur.

Zira dünyanın neresinde biat, katliam, linç,  kristal geceler, Auschwitzler, Diyarbakır cezaevleri, mülteciler, savaş varsa bilinir ki orası faşizmden nasibini almıştır, almaktadır gerçeği sarmalamışken yeryüzünü; Türkiye’yi cehenneme çeviren de; insanların artık huy olmuş ırkçılığın, faşizmin yaygınlığının farkına varamayışıdır.


Elbette, Türkiye Cumhuriyetine sirayet ettirilen İttihat Terakkinin biatçı, vesayetçi anlayışı, “ama onlarda ne yapmadılar,  rahat durmadılar”  ötekileştirmesi; 6,7 yaşından itibaren bilinçaltlarına yerleştirilen kuşakların; bir fikrin, partinin, bir dinin, ırkın, mezhebin düşmanlığına inanmaması olasılık dahilinde değildir.


Herkesi düşman gören bu faşist esintili hal; biat ettiği her neyse onun yerine düşünmesinden, yolunu çizmesinden hoşnut ama kuşkucu, huzursuz kuşakların hayata, ilişkilerine paranoyanın ötesinde bakamamalarının da nedenidir.

Bu paranoyaklık kendi gibi olmayanı  elinde hep bir kalkanla yaşamak zorunda bırakacaktır  ki bu bazen bir çocuk, kadın bazen AKP’li CHP’li, HDP’li, MHP’li biri, bazen Alevi, Hristiyan bazense  bir ateist, eşcinseldir.

“Terlik geliyor terlik”li annede, “bu saatte, bu kıyafetle dışarı çıkamazsın” naralı babada,  “aklın ermez senin” diyen erkekte,   “dediğim biçimde hazırla şu sunumu” emirli üst makamda, İrlandalı turiste saldıran esnafta, meslektaşının öldürülmesine sevinen doktorda,  Diyarbakır otobüs firmalarını taşlayanda, “soyunu kurutacan Kürtlerin”, “aptal Türkler”, “ıyy pis Suriyeli” entrylerinin Facebook, Twitter  müdavimlerinde vücut bulan  faşist tavır; ailede, okulda, işyerinde, sokakta, lider sultalı partilerde, örgütlerde hemen hemen her yerdedir.


Opera dinleyip, 3 dil bilmesi, bilime inanıp, iyi bir eş, baba, anne, laik, mütedeyyin, makam mevki sahibi olması, ırkçılığını yumuşatacak “Atatürk milliyetçisi”, “ulusalcı”, “özgürlük savaşçısı” cilasını çekmesi bireyin faşistliğini örtmeyecektir.

Lev Troçki’nin  “herhangi bir tatminsiz küçük burjuva Hitler olamazdı ama her tatminsiz küçük burjuvanın içinde bir parça Hitler vardır” ifadesini doğrulayan; illaki birilerini iteleme, illaki “dediğim olsun”, “düşüncem, davranışım doğrudur” otoriteli faşist eğilim, nefretle yan yana öylesine de sıradandır.


Bu sıradanlık, süreğenlik karşısında sık sık kullanılan “faşist” tanımına; “ annen bir melekti yavrum” modunda  “önünüze gelene faşist diyorsunuz, pes” itirazıdır asıl şaşırılması gereken.

Çünkü bir insanı düşüncesini, davranışını sevmeyebilirsiniz ama bir milleti sevmediğiniz, fikrinizi, davranışınızı, giyiminizi dayattığınız, şiddet uyguladığınız yani faşizmin bütün farzlarını yerine getirdiğiniz halde  “aman bana, bize faşist denmesin”  çırpınışı beyhudedir.


Kökleri en derine salındığından içindeki faşizmi bir türlü uğurlayamayanların diyarı Mezopotamya’da; eğer her insan bir nesilse, gözümüzün önünde her gün nesiller; adını bilmediğimiz mülteciler, bildiğimiz askerler, gerillalar hayatlarından oluyor.


Suriyeli Aylan’nın,  Türkiyeli Baran Çağlı (7),  Emin Sinpil’in (13), gençliklerini Dağlıca’da, Iğdır’da bırakan 16 askerin, 13 polisin cansız bedenleri yalnızca Ortadoğunun halinin değil, felaketlerimiz üzerinde yükselen medeniyetin de fotoğrafıdır


Bir kez daha “insanlık kıyıya vurdu”, “savaşı Erdoğan”, “hayır Kandil başlattı” ajiteleriyle savaşların sorumluları bulanıklaştırılırken; 20 yaşındaki er Muharrem Öksüzler, gerilla Azad Yiğitler birbirilerini öldürmeye devam ediyorlar. Yazık ki ne yazık; yine hayatın katilleri, savaş kazanıyor Hevalım.

Öldürülen her askerin, polisin her gerillanın, sivilin akıtılan kanı, annelerin gözyaşlarından toprağa düşen çaresizliği,  taraflarının çözüm sürecini  pusuyla, kurşunla, mayınla, kobrayla delik deşik ederek gömmelerine mani olamamışken demokrasi, barış mı! ne yana düşer usta? Ya Faşizm?


Kim tutsak kim gardiyan belli olmayan ilişkiler ağında; kendine ait olmayan bir yolda; kaybeden olmaktan daha kötüsü belki de kaybolan olmaktır; kim bilebilir ki.

Sonrası “/…./dipten korkulur /ama ben korkmuyorum/çünkü daha önce dibe vurdum” yazan Sylvia Plath’dır.

Gülsen FEROĞLU
10.09.2015