Ahhhh...ahhh benim ciğerparem ahhh... sen yaşadığında da güne, aya, yıla hep hüzün, hep insanı öldürmeye, öç almaya kışkırtan acılar vurduğunda, ben mi görmedim...görmek istemedim o sesiz matemlerin tınılarını, o kaybedişlerin yalnızlığını.
Şimdi karşımda dağıtan...sarartan...fotoğraflarda kalan çocukluğunla ne ben eski ben; ne de Ankara, eski Ankara... belki de başladığım yerdeyimdir...kim bilir ki...ben bilmezken...kim bilir
Kim
bilir...belki kimseler bilmek de
istemedi; asırlardır gün yüzü görmemiş bu topraklarda yalnızca düşman saydığından değil herkesten; bir
nezaket, medeniyet ritüeli el sıkmayı, kuru bir merhabayı esirgeyenlere
yenilmiş, bahanesi bol ‘keşke’lerin gölgesinde akan...kayan...ve akan...ve
biten bu hayatta, insanları öldürmeye, öç almaya kışkırtan acıların sürekliliğinin nedenini.
Kim
bilir... belki de onlarca ..., Kuşçubaşı Eşref ..., Topal Osman,..., Recep Zühtü, ..., ..., JİTEM’ci Arif
Demirlerin, “bin operasyonlu” Mehmet
Ağarların nam saldığı Türkiye’de; mağdurlar, kurbanlar katilleriyle birlikte cinayetlerin izlerini ortadan kaldırarak geçmişle, bugünle kanatan bir biçimde yüzleşmeyi hep ertelediklerinden, dinmek
bilmiyordur acılar...
savaş...nefret...dinmek bilmiyor bir başınalığı Türkiye’nin.
Dinmiyor işte...olmayan adalet, hukuk
yüzünden dinmiyor; “benim, bizim gibi ol, yaşa, ..., ...,“ dayatması; bu dayatmaya karşı çıkana
devletin, kişinin, örgütün, cemaatin, erkeğin uyguladığı şiddetle, katliamlarla
sarmanlanmış Ortadoğu’nun; Türkiye Cumhuriyetinin hikayesinde; faillerinden
hesabı sorulmayan ..., Madımak ..., Roboski, ..., ..., Ankara
Garı, ..., Beşiktaş Arena ..., sayısız katliamlarda,
darbe ve işkencelerde öldürülenlerin hayatta
kalan yakınlarının; ırkdaşı, dindaşı, fikirdaşı ve yoldaşlarının intikam
yeminleri de.
Failleri cezalandırılmadığından; dünü
eskitmeyen bugüne de taze bir başlangıç yaptırtmayan; Kürtler, Türkler
açısından 40 yıldır süren savaşı meşru
kılan da onlarca ..., Taylan Özgür ..., Latif Can (20)... Vedat Aydın,
..., Ceylan Önkol(12), ..., Sidar Çevik(20)
, ..., Destina Parlak (16), Muhammet (7), Furkan (6) Yıldırımların; hâlâ usulca akan kanlarıdır.
“Şırnak’ta
2 PKK’lı etkisiz” hale mi getirildi “oh olsun! daha dün Ozan Köreke (27)’yi şehit etmediler
mi”; AKP’li
Aydın Ahi infaz mı edildi “faili
meçhullerin atası işgalci T.C, şimdi
sıra bizimkilerde”yle ifade edilen düşüncelerde ortak tek noktanın da nefret
olması kendi
katillerine toz kondurmayan neredeyse her kesimin, herkesin masumiyetini
yitirmesindendir.
Hani nefretlerini 78 yaşındaki Hatun Tuğluk’u
gömüldüğü mezardan çıkarttırtarak kusan topluluk vardı ya onlarda; hoşgörünün,
mütevaziliğin “a“sına rastlanılmayan bu nefret bataklığında ki Türkiye de; kendisi gibi düşünmeyen, konuşmayan,
yazmayan profesöre, yazara “ senden .....
olsa ne yazar”la çıkışanlarla, Cumhurun Başının; “onların yeri Kandil”le ötekini hedeflemelerinin; “biz bir ölüyoruz ama 10 da, 20 de, 30 da
onlardan öldürüyoruz” la ocaklara düşen
ateşleri harlamalarının, rantı değil miydi?
“.... 30 da
onlardan öldürüyoruz”la önlerinde yaşanmamış pırıl pırıl yılları duran
gençlerin öldürülmesine bile bile geçit
verildiğinin resmi teşhiri hangi ahlaki, hangi insani değere sığar bir yana,
vatandaşlarının daha çok öldürülmesiyle övünen bir mantık;
hiç çatışmaları, savaşı sonlandırıp da barış, huzur getirir mi Türkiye’ye,
Ortadoğu’ya?
Oysa
dündeki hataların, olayların tekrarına izin verilmemesi adına sık sık başvurulması gereken tarih; bugünün
inanılmazı “vatandaş Türkçe konuş” kampanyasından “Kürt” köylülere b..k
yedirilmesine varan gaddarlıktaki asimilenin, devlet terörünün, savaşın Türkiye’ye; kuşaktan kuşağa
aktarılan kinden, ölümden, yoksulluktan, ..., ..., başka bir şey getirmediği
gerçeğinin yaşayanıdır.
Önceki
nesillerin yaşadığı acıların yeniden yaşanmasının önüne set olması da beklenilen tarih;
geçmişteki ..., ..., Engizisyon Mahkemeleri...,
Kristal Geceler, ..., ..., ve
soykırımlardan; milyonlarca insanın öldüğü
savaşlardan, onlarca şehrin ..., Berlin ..., Stalingrad ..., Sarajevo, ..., Bağdat’ın,
Kobanê’nin ..., enkazından sorumlu; tek
tipçi faşist ideolojinin, otoriter
liderlerin dünyayı nasıl felakete sürüklediklerinin de sarsılmaz kanıtıdır.
İzdüşümü
bugünü yoklayan, mahvettiği dünün egemeni faşizm; çoğu ideoloji gibi başka amaçlarının yanına; toprak
için...vatan için...cihad için...namus için... petrol için diyecek değil ya
özgürlük için...demokrasi için.... bitmeyen ‘için’li, büyüleyici onlarca
gerekçeyi de koyar ki insanlar sorgulamadan ardından yürüsün.
Peki,
bu hiç tükenmeyen ‘için’ler uğruna hayatlarını kaybedebileceklerini bile bile savaşanlar;
üstelik de Beethoven, Wagner dinlemiş,
Dostoyevski okumuş, kültürlü denilen
onlarca Alman, İspanyol, İtalyan, Sırp,..., ..., nasıl oldu da; Ermenilere, Yahudilere,
komünistlere, Boşnaklara, Kürtlere, Iraklılara
yapılmadık zulüm bırakmayan ...,
Talat Paşanın, Hitler’in, ...., Musoloni’nin,
..., Franco’nun, ..., Miloseviç’in,
..., Saddam’ın ..., El Bağdadi’nin peşinden sürüklendi.
Bu
Fuhrerler; insanları savaşmaya ikna
için, diğer ülkeleri işgalle sınırlarını
genişletme, ganimeti bölüşme benzeri sebeplerin hafif kalacağını
bildiklerinden olsa gerek, ulaşılması imkansız
bir hayal gibi sundukları “vatan için şehit olma”yı çarpıcı bir propagandayla yüceltirken,
savaş meydanlarındaki ölü bedenlerin varlığını da karşıtını öldürmeye, öç almaya kışkırtan bir kamçıya dönüştüreceklerdi.
Böylelikle
sevgilisi ölümü, öldürmeyi ilahlaştıran faşizm
“ Viva la Muerte- yaşasın ölüm” sloganları; “..../ ölüm bize son durak/ yandın sen Kuzey
Irak” motivasyonlu marşlarıyla insanlara
bir an önce “şehit olmayı”, ölümü istettirecektir.
Bugün artık anlaşıldı ki ne
lanetle anılan geçmişleri, ne aralarında cinsiyetçi olmayan zamiri
sözlüğüne ekleyen İsveç’in de bulunduğu ülkelerin varlığı, ne
de bilişim çağı kifayet etmemiş;
düşman belletileni, bellediğini öldürerek saygınlık, şeref kazanma derdindeki Alman,
İspanyol, Amerikan, Fransız, Türk, ..., ..., onlarca ırkçıyı, faşisti durdurmaya.
Öyle
ki Saddam diktatörlüğündeki Irak’ın dağılmasını petrolün getirdiği zenginliğin
bile engelleyemediğini çok çabuk unutup; aynı toprağı paylaştığı farklıyla eşit
yurttaşlık zemininde demokratik, yaşanır
bir ülke yaratma çabasından
uzaklaşarak, iştah kabartan “Kerkük’e 82,
Musul’a 83 “ plaka takılmasını itiraf eden faşist mantalite; insanların hayatını
gözden çıkarmaktan da çekinmeyecektir, asla.
Allah
aşkına !!! biatçısı lider, örgüt, cemaat, parti kim ve neyse; düşüncesini
söyleyip, yazdıktan sonra fikir sahibi
olanlar arasında, elinize ne geçtiyse, ne bulduysanız onunla süslemek için
paralandığınız bu berbat edilmiş,
edilecek hayatların odağındaki bu Türkiye
Cumhuriyeti !!!! yeterince yormadı mı sizleri,
herkesi?
Bir
gün, hayatın, geleceğin Azrail’i faşizmin etkisinden kurtulup sadece insanlığı,
barışı kutsayacak dünyada; ne ırkın, ne milletin, ne de sınırların hiç bir
önemi kalmayacak.
İşte
O gün “hiç yere öldü...eğer ...... ölmeyebilirdi; o zaman niye...neden”
sorularının hançerleyeceği kalbiniz; bugün neden savaşıyoruz değilde neden daha
çok öldürmüyoruz sendromuna kelepçeli Musul’da, Kerkük’te dahi savaşmaya heveskarlığınıza “keşke”yle hiç mi veryansın
etmeyecek sanıyorsunuz?
Eyyy
savaş sevdalıları eyyyy...; hep yanı
başınızda, gözünüzün önünde istediğiniz
sevdiğiniz kimse onun, bir insanın savaşta öldürülmesinin, sakat kalmasının,
şehirlerin harabeliğinin; kazanılan bir zaferi
nasıl hiçleyeceğini, yaşamı nasıl
anlamsız... katlanılmaz kılacağını anlamanız için...barış için... kimi, neyi kaybetmeyi bekliyorsunuz?
Bavêmin, savaşa ölümüne sevdalanmışların, bugün anlamamakta direndikleri gerçek; diri
diri gömdüren bir evladı, sevdiğini kaybetmenin delirten özleminin, acısının insanı her şeye... hayata nasıl umarsız baktırttığıdır.
Benim güzel oğlum, olmayabilecek...savaş gibi de yüzde yüz engellenebilecek
bir kazada kaybettim ben, seni. Ve o
kaybediş...hiç başınıza gelmeyecek sandığınız, sandığım beklenmedik o kaybediş
öğretti bana da; benim, bizim diye
sahiplenilen hiçbir şeyin sahibi biz
değilmişiz.
O yüzden
Hevalım; o yüzden karanlıktan çok
karanlıkta görünmeyenlerden korktum ben; gözyaşları süzülürken çatlak
duvarlardan.
25.10.2017
Gülsen FEROĞLU