24 Ekim 2017 Salı

Belki kimseler bilmek de istemedi







Ahhhh...ahhh  benim ciğerparem ahhh...  sen yaşadığında da  güne, aya, yıla hep hüzün, hep insanı öldürmeye, öç almaya  kışkırtan acılar  vurduğunda, ben mi görmedim...görmek istemedim   o sesiz matemlerin  tınılarını,  o kaybedişlerin yalnızlığını.


Şimdi  karşımda dağıtan...sarartan...fotoğraflarda kalan çocukluğunla  ne ben  eski ben;  ne de Ankara,  eski Ankara... belki de başladığım yerdeyimdir...kim bilir ki...ben bilmezken...kim bilir

Kim bilir...belki kimseler  bilmek de istemedi; asırlardır gün yüzü görmemiş bu topraklarda  yalnızca  düşman saydığından değil herkesten; bir nezaket, medeniyet ritüeli el sıkmayı, kuru bir merhabayı esirgeyenlere yenilmiş, bahanesi bol ‘keşke’lerin gölgesinde akan...kayan...ve akan...ve biten bu  hayatta,  insanları öldürmeye, öç almaya  kışkırtan acıların sürekliliğinin nedenini.

Kim bilir... belki de onlarca ..., Kuşçubaşı Eşref ..., Topal Osman,...,  Recep Zühtü, ..., ..., JİTEM’ci Arif Demirlerin,  “bin operasyonlu” Mehmet Ağarların nam saldığı Türkiye’de; mağdurlar, kurbanlar katilleriyle birlikte cinayetlerin  izlerini ortadan kaldırarak   geçmişle, bugünle  kanatan bir biçimde  yüzleşmeyi hep ertelediklerinden, dinmek bilmiyordur  acılar... savaş...nefret...dinmek bilmiyor bir başınalığı Türkiye’nin.

Dinmiyor işte...olmayan adalet, hukuk yüzünden dinmiyor; “benim, bizim gibi  ol, yaşa, ..., ...,“  dayatması; bu dayatmaya karşı çıkana devletin, kişinin, örgütün, cemaatin, erkeğin uyguladığı şiddetle, katliamlarla sarmanlanmış Ortadoğu’nun; Türkiye Cumhuriyetinin hikayesinde; faillerinden hesabı sorulmayan   ..., Madımak ..., Roboski, ..., ..., Ankara Garı, ..., Beşiktaş Arena ...,  sayısız katliamlarda, darbe ve  işkencelerde öldürülenlerin hayatta kalan yakınlarının; ırkdaşı, dindaşı, fikirdaşı ve yoldaşlarının intikam yeminleri de.

Failleri cezalandırılmadığından; dünü eskitmeyen bugüne  de taze  bir başlangıç yaptırtmayan; Kürtler, Türkler açısından  40 yıldır süren savaşı  meşru  kılan da onlarca ..., Taylan Özgür ..., Latif Can (20)... Vedat Aydın, ...,  Ceylan Önkol(12), ..., Sidar Çevik(20) , ..., Destina Parlak (16), Muhammet (7), Furkan (6) Yıldırımların;  hâlâ usulca akan kanlarıdır.

“Şırnak’ta 2 PKK’lı etkisiz” hale mi getirildi  “oh olsun!  daha dün Ozan Köreke (27)’yi şehit etmediler mi”;  AKP’li  Aydın Ahi infaz mı edildi  “faili meçhullerin atası işgalci  T.C, şimdi sıra bizimkilerde”yle ifade edilen düşüncelerde ortak tek noktanın da nefret olması kendi katillerine toz kondurmayan neredeyse her kesimin, herkesin   masumiyetini  yitirmesindendir.

Hani nefretlerini 78 yaşındaki  Hatun Tuğluk’u  gömüldüğü mezardan çıkarttırtarak kusan  topluluk vardı ya onlarda; hoşgörünün, mütevaziliğin “a“sına rastlanılmayan bu nefret bataklığında ki Türkiye de;  kendisi gibi düşünmeyen, konuşmayan, yazmayan   profesöre, yazara “ senden ..... olsa ne yazar”la çıkışanlarla, Cumhurun Başının;  “onların yeri Kandil”le ötekini hedeflemelerinin;  “biz bir ölüyoruz ama 10 da, 20 de, 30 da onlardan öldürüyoruz” la ocaklara  düşen ateşleri harlamalarının, rantı değil miydi?

“.... 30 da onlardan öldürüyoruz”la önlerinde yaşanmamış pırıl pırıl yılları duran gençlerin  öldürülmesine bile bile geçit verildiğinin resmi teşhiri hangi ahlaki, hangi insani değere sığar bir yana, vatandaşlarının daha çok öldürülmesiyle övünen bir  mantık;  hiç  çatışmaları, savaşı  sonlandırıp da  barış, huzur getirir mi Türkiye’ye, Ortadoğu’ya?

Oysa dündeki hataların, olayların tekrarına izin verilmemesi adına  sık sık başvurulması gereken tarih; bugünün inanılmazı “vatandaş Türkçe konuş” kampanyasından “Kürt” köylülere b..k yedirilmesine varan gaddarlıktaki asimilenin, devlet  terörünün, savaşın Türkiye’ye; kuşaktan kuşağa aktarılan kinden, ölümden, yoksulluktan, ..., ..., başka bir şey getirmediği gerçeğinin yaşayanıdır.

Önceki nesillerin yaşadığı acıların yeniden yaşanmasının  önüne set olması da beklenilen tarih; geçmişteki ..., ...,  Engizisyon Mahkemeleri..., Kristal Geceler, ..., ...,  ve soykırımlardan; milyonlarca  insanın öldüğü savaşlardan,  onlarca şehrin  ..., Berlin ...,  Stalingrad ..., Sarajevo, ..., Bağdat’ın, Kobanê’nin ..., enkazından  sorumlu; tek tipçi  faşist ideolojinin, otoriter liderlerin dünyayı nasıl felakete sürüklediklerinin de   sarsılmaz kanıtıdır.

İzdüşümü bugünü  yoklayan,  mahvettiği dünün egemeni faşizm;  çoğu ideoloji gibi başka amaçlarının yanına; toprak için...vatan için...cihad için...namus için... petrol için diyecek değil ya özgürlük için...demokrasi için.... bitmeyen ‘için’li, büyüleyici onlarca gerekçeyi de koyar ki insanlar sorgulamadan ardından yürüsün.

Peki, bu hiç tükenmeyen ‘için’ler uğruna hayatlarını kaybedebileceklerini bile bile savaşanlar; üstelik de  Beethoven, Wagner dinlemiş, Dostoyevski okumuş, kültürlü  denilen onlarca Alman, İspanyol, İtalyan, Sırp,..., ..., nasıl oldu da; Ermenilere, Yahudilere, komünistlere, Boşnaklara, Kürtlere, Iraklılara  yapılmadık zulüm bırakmayan  ..., Talat Paşanın,  Hitler’in, ...., Musoloni’nin, ..., Franco’nun, ...,  Miloseviç’in, ...,  Saddam’ın ..., El Bağdadi’nin  peşinden sürüklendi.

Bu Fuhrerler; insanları  savaşmaya  ikna  için, diğer ülkeleri işgalle sınırlarını  genişletme, ganimeti bölüşme benzeri sebeplerin hafif kalacağını bildiklerinden olsa gerek,  ulaşılması imkansız bir hayal gibi sundukları “vatan için şehit olma”yı çarpıcı bir propagandayla yüceltirken, savaş meydanlarındaki ölü bedenlerin varlığını da  karşıtını öldürmeye, öç almaya  kışkırtan bir kamçıya dönüştüreceklerdi.

Böylelikle sevgilisi   ölümü, öldürmeyi ilahlaştıran  faşizm  “ Viva la Muerte- yaşasın ölüm” sloganları;  “..../ ölüm bize son durak/ yandın sen Kuzey Irak”  motivasyonlu marşlarıyla insanlara bir an önce “şehit olmayı”, ölümü istettirecektir.

Bugün artık anlaşıldı ki  ne lanetle anılan geçmişleri,  ne  aralarında cinsiyetçi olmayan zamiri sözlüğüne ekleyen  İsveç’in de bulunduğu  ülkelerin varlığı,  ne  de  bilişim çağı kifayet etmemiş; düşman belletileni, bellediğini öldürerek saygınlık, şeref kazanma derdindeki Alman, İspanyol, Amerikan, Fransız, Türk, ..., ..., onlarca ırkçıyı,  faşisti durdurmaya.

Öyle ki Saddam diktatörlüğündeki Irak’ın dağılmasını petrolün getirdiği zenginliğin bile engelleyemediğini çok çabuk unutup; aynı toprağı paylaştığı farklıyla eşit yurttaşlık zemininde demokratik, yaşanır  bir  ülke yaratma çabasından uzaklaşarak, iştah kabartan “Kerkük’e 82,  Musul’a 83 “ plaka takılmasını itiraf eden faşist mantalite; insanların hayatını  gözden çıkarmaktan  da çekinmeyecektir, asla.

Allah aşkına !!! biatçısı lider, örgüt, cemaat, parti kim ve neyse; düşüncesini söyleyip, yazdıktan sonra  fikir sahibi olanlar arasında, elinize ne geçtiyse, ne bulduysanız onunla süslemek için paralandığınız  bu berbat edilmiş, edilecek hayatların odağındaki  bu Türkiye Cumhuriyeti !!!! yeterince yormadı mı  sizleri, herkesi?

Bir gün, hayatın, geleceğin Azrail’i faşizmin etkisinden kurtulup sadece insanlığı, barışı kutsayacak dünyada; ne ırkın, ne milletin, ne de sınırların hiç bir önemi kalmayacak.

İşte O gün  “hiç yere öldü...eğer ......  ölmeyebilirdi; o zaman niye...neden” sorularının hançerleyeceği kalbiniz; bugün neden savaşıyoruz değilde neden daha çok öldürmüyoruz sendromuna kelepçeli Musul’da, Kerkük’te dahi savaşmaya  heveskarlığınıza “keşke”yle hiç mi veryansın etmeyecek   sanıyorsunuz?

Eyyy savaş sevdalıları eyyyy...;  hep yanı başınızda, gözünüzün önünde  istediğiniz sevdiğiniz kimse onun, bir insanın savaşta öldürülmesinin, sakat kalmasının, şehirlerin harabeliğinin; kazanılan bir zaferi  nasıl hiçleyeceğini, yaşamı  nasıl  anlamsız... katlanılmaz kılacağını  anlamanız için...barış için... kimi, neyi  kaybetmeyi bekliyorsunuz?

Bavêmin, savaşa ölümüne sevdalanmışların,   bugün anlamamakta direndikleri gerçek; diri diri gömdüren bir evladı, sevdiğini kaybetmenin delirten özleminin,  acısının insanı her şeye... hayata nasıl  umarsız baktırttığıdır.

Benim güzel oğlum,  olmayabilecek...savaş gibi de yüzde yüz engellenebilecek bir  kazada kaybettim ben, seni. Ve o kaybediş...hiç başınıza gelmeyecek sandığınız, sandığım beklenmedik o kaybediş öğretti bana da; benim, bizim  diye sahiplenilen  hiçbir şeyin sahibi biz değilmişiz.

O yüzden  Hevalım;  o yüzden karanlıktan çok karanlıkta görünmeyenlerden korktum ben; gözyaşları süzülürken çatlak duvarlardan.

25.10.2017
Gülsen FEROĞLU