26 Temmuz 2006 Çarşamba

Kanatlanmış güvercine, kırılacağım….

Anneee,  irkildi, domates doğradığı bıçağı fırlattı, hızla, salona yöneldi. Balkon kapısında, elinde, ışıklı pembe asası, barış dedi çocuk, barışları getirmiş. Derin, nefes aldı, adı barıştır dediği güvercinler, az önce yıkadığı, balkondaydılar.
 Oooo, bütün aile, bir aradalar.Dedesi, hangisi ? Şişman olanı, bezgin sesle, yine, balkon kirlendi dedi. Kuş gribi korkusuyla, güvercinle, oynamama yasağını, gizlice verdiği ekmeklerle aşan çocuk, annesinin kızma olasılığına karşın, hemen, uçuran sihirim yok, dedi. Ellerini çırptı kadın, kanatlandılar. Uzaklara, buz devrine de, giderler, değil mi ? Evet, sevdiklerimize, selam götürürler. Babama ? Başını salladı, kadın. Kuşlar, barışlar, babama selam söyleyin kuşlar, diye bağırırken arkalarından, gökyüzünde, çoktan, kaybolmuşlardı.
Merak etme, gelecekler, onları, sevdiğini biliyorlar.Şimdi, yardımına, temizlik sihrine, ihtiyacım var.Asasının ortasındaki, kalbe bastı, müzikle beraber,  ardın sıra yürüdü, kovaya su dolarken, akıllı asam, önce su gerektiğini biliyor da suyu dolduruyor. Asam, herkese yardım eder, perilerine, sadece iyilik sihri yaptırır, kötülüğü  sevmez.Konudan konuya geçişlerini takipte zorlandığı, altı yaşındaki çocuğuna gülümsedi. Milenyumun çocukları, bu yaşlarda, gerçi asamızda yoktu ya, herhalde, bunca sözü de, peş peşe sıralamamışızdır. Betüş mü, acemi cadı mı, daha iyi sihir yapıyor ? İkisi de diyor çocuk.
Cehennem sıcağı, bu, olmalıydı. Helikopterlerin, tankların dinmeyen sesi.Ter, yüzünde ince çizgiler bırakarak akarken, kum çuvalların ardında, tepeyi gözlüyordu. Burada, hayat, kör talihin kurbanı.Yüzünü görmediğiniz, hayatını bilmediğiniz, biri tarafından öldürülmek ya da yüzünü görmediğinizi öldürmek. Onun için, ben, benim için o, yalnızca, yok edilecek birer hedefiz. Kim bilir, kimin için, perde, az sonra, kapanacaktı.Başını çevirdi, toprağın üzerinde barış, sakin, öylece durmuş, kendisine bakıyordu. Kal, biraz, güldü, beni almadan, kanatlanırsan, kırılacağım.Yine de, konacak yer mi bulamadın ? Kıyametin ortasında, işin ne derken, bağırdı biri, dikkat. Karartılar arasında, öğretmeninin tiz sesini duydu; ”daha, dün, annemizin kollarında yaşarken.”Taş, toprak, toz bulutu içinde, sağa sola yalpaladı, çırpındı barış, çalılıklara düştü.
Her gün, şafağı sayıyordu. Şafak, 150. Oğlum, o, onu yapmış, bu, bununla gezmiş, bana ne gerek, onların hayatları diyerek izlemediği haberleri, delicesine çarpan yüreğiyle, kaçırmaz olmuştu.Canı, oralardayken, yaşam destek ünitesine bağlı, adet yerini bulsundu, yaptıkları.Uyusam, kalksam, tekrar uyusam, kalksam.Baksam ki, o, kapıda. Göreve gidiyoruz demişti, dönüşte ararım. Durduk yerde, sıkıntı kaplamıştı içini. Telefon. Her çalışında, korkarak açmanın azabı, gelsin, kablosunu çekecekti, yetişemedi.Sustu telefon.Avluda ayak sesleri, kapıyı açtı, üniformanın yanında kızarmış gözleriyle, adamı. Konuşmalarına fırsat vermeden, ayakkabısız, bahçeye çıktı, yürüdü, yürüdü….Söğüt ağacının yanında durdu, ciğerinden koptu feryadı; dayanamam, annem, dayanamam.
Kayanın ardındaydı, toz bulutu yavaşça dağılıyordu, öksürdü, ağzının içinde toprak tadı. Oğlum, çocukken az toprak yemedin, hastalanıp, öleceksin diye endişelenirdim. Tozlanmış kalaşnikofunu sildi.Dünyada, sabah, akşam gökyüzünü seyrettiğinden, toprak,  mutludur, sanırdım. İnsanoğlunun  bombalarının, toplarının, seni, dipsiz çukurlara mahkum, delik deşik edeceğini, tahmin edebilir miydin ? Sende, intikamını alır, izin vermezsin, dağlarda, ovalarda, otların, ağaçların yeşermesine.Şu anda ben, adını bilmediğin kimin, kimde benim ecelimdir ki ? Az ötede, kıpırdamakta güçlük çeken barışı, gördü.Hep, bir güvercini olsun istemişti, sıkıldığında gidecek, mutlaka, yanına dönmeyi de arzulayacak. Çok mu korktun, uç, git, koruyamam, seni. Makineli sesine, karıştı, bomba sesleri.Tahtadaydı, telaffuzun bozuk diyordu öğretmen, haydi, devam, ”daha, dün, annemizin kollarında yaşarken.”
 Ateş basmıştı her yanını, ayaklarının üzerinden akan soğuk su bile, serinletmiyordu.Avuçladı suyu, yüzüne çarptı, çarptı…. Başında ki, örtüyü çekti, suya bıraktı,  dalgalandı örtü,  alıp götürecekken dere, tuttu, sıkmadan başını bağladı. Sular damlıyordu, elbisesine. Etrafı çevreleyen, günlerdir yanan,  dağlarda, hala, duman tütüyordu.Kapıya dayanmış, hayır, demişti.Sessizce, ellerine sarılmış, öpmüş, ardına bakmadan gitmişti. Bir daha da, haber alamamıştı.Öyle bir gürültü koptu ki, çakıl taşları yerinden oynadı, panikledi, karşısında dağ  yarıldı, ateşler içinde kaya parçaları göğe yükseldi.Elini göğsünün üzerine koydu, suya bata çıka, bağırarak, koştu. Saçları dağılmış kadını, kollarından yakaladı adam, sarstı, öldü dedi kadın, toprağa çöktü, dağa döndü, dayanamam, yavrum, dayanamam.
Hava kararıyordu, açıktı televizyon, işkencedeymişçesine, lokmalar ağzında büyüyordu çocuğun, “ Ortadoğu, Savaş,…..Kırsalında,….çatışmada……..” haberleri arasında, tabaktakiler bitecek derken, çaresizce,  “ne diyeyim” dedi kadın kameraya “ bir bir gidiyor çocuklarımız.”
Kimseyi görmeyecek haldeyken, acıyı, kine dönüştürerek savaşı,  cana karşı canı, haklı çıkarma peşindekiler, nasıl da, elleri titremeden uzatırlar, mikrofonu. Ruhunuz, eller üzerinde, tabuttayken, anlı şanlı, debdebeli kelimelerini, propagandalarını, sloganlarını duymadığınızı bilmezler. Kalbinizi, galibi ölüm olan, katılmadığınız savaşın cephesinde, tek kurşunla parçalamışlardır.Kırık parçalar, batar her yerinize,  bedeniniz ağrır, dövünürsünüz, acınızdan vurursunuz dizlerinize. Cevaplayamayacağınız sorular hücum eder, ne düşündü, ne söyledi, canı, çok yandı mı ? Hıçkıra, hıçkıra,  ağlamanızı engellerler. İnsan böyle bir günde değil de, ne zaman ağlar, düğümlenmiştir boğazınız, söyleyemezsiniz.Kalabalıkta, onunla, baş başasınızdır, sesini, gülüşünü duyarsınız, anılar üşüşür, paylaştığınız umutlarını, şakalarını özlersiniz. Bir tek, ayrı dillerde söylenen, aynı ağıt anlar sizi; “Gitti, canımın cananı.Bıraktı, beni yaralı”. Göz yaşınızdan akan artık, yaşamayacağınız sevincinizdir ve kaybettiğiniz, yerine, yenisini koyamayacağınızdır.
Kadın, niye ağlıyor ? İnsanı, yavaşça öldürecek, kapanmayacak yarasına. Bu, gözyaşlarının her damlası, evladının yaşayacağı hayatı, gününden önce alanların, görmeyi reddettikleri, yenilgilerinin resmidir, diyemedi. Herkes bilir, silaha, lazer güdümlü bombalara, füzelere harcanan,  sofralardan çalınan ekmektir. Ölenlerde, ekmeği çalınanların, çocuklarıdır. Muhabir, şimdi Bodrum’dayız dedi.“Türkbükü, cıvıl, cıvıl, bu sene, ıslak iskele partileri, ünlüleri, eğlenceleriyle….. “
Ah, çocuğum, ah, halklar, savaşmazlar, her detayı planlanan katliama, savaşa,  itilirler. Savaştan nemalananlar,  bombalar düşmediğinden sokaklarına, yıkıntıyı yaşamayanlar, acı çekenleri iki dakikalığına ekranlarda görenler, kanal değiştirince savaşı bitirerek,ölümden uzaklaşanlar, acıları, yok etmenin yolunu ararlar mı ? Arasalar da, önyargılarından kurtulup,  doğrusunu bulurlar mı ? Gücümüz yetseydi de, gözü dönmüş ihtirastan, Filistin’den, Beyrut’tan, Irak’tan, Hayfa’dan dağlardan, şehirlerden, savaşın sevgilisi ölümün, elinden, alabilseydik, çocuklarımızı.
Savaş, hep, olur mu ? Karşısındakinin çocuk olduğunu hatırlamaz gibi, dalgın,  insanlık tarihinin, 296 yılı barış içinde geçmiş. Barışı da savaşın kılıfı yapanlar, savaş, olmasın diye savaşıyoruz, diyorlar. Şaşkın gözleriyle, hımm, dedi, çok zormuş, anne. Kızdı kendine, çocuk o, yapabileceğin, geleceğin karanlığına dalmadan, çocukluğunu, en güzel anılarla bezemektir.Doyduysan, yemeyebilirsin. Beklemediği ödülün heyecanında ya, kararından cayarsa ikileminde, çabucak, kalktı masadan. Bambi’yi ? Filminden etkilenip, uykusunda ağladığından,  DVD’sini seyretmesini istemiyordu. Düşüncelerini okurcasına, biliyor musun, artık, kötü rüyaları, uykumdan, kovabiliyorum.Bana da öğretir misin ? Büyüklerin, hayallerini, güçlerini, sınırladığını bilircesine, ama dedi çocuk, önce, sihre, inanmalısın.
Balkonda, çocuğun kahkahalarını duyarken, kenara sinmiş güvercini fark etti,  döndün mü ? Ürktü  güvercin, geri geri gitti, korkma, belki de haklısın, ben de, korkuyorum insanlardan, yarattıkları dehşetten.Ne garip, ülkelerinde, yıllardır süren savaşı, ölümleri, empatisiz, duyarsız, banttan izleyenler, başka bir ülkeye operasyonu destekleyenler,  ileri sürdükleri gerekçeyle savaşana, “ ne insaf, ne ölçüsü kaldı, insanlık nerede”yle de, dünyaya, kızıyorlar. Dünya Susuyor.Çünkü, ortak payda istenmediğinden, birinin terörist dediğini, bir diğeri, özgürlük savaşçısı sayıp, kitleleri yıldıran, sindiren terörle, mücadele, her ülkenin, ihtiyacını karşılayıp, kendini savunmada savaş, haklı kılınarak, ihlalleri ve ölüm de kanıksattılar.
Söylesene,  onca yüzsüzün arasında, sende, bulunsaydı dünyayı karartacak bomba, bu kadar pervazsızca savaşırlar mıydı ? Gel, elini uzattı, kanadı kanıyor gibiydi, yaklaştı kadın,  uçtu, güvercin. İnan, kıskanıyorum seni, diye mırıldandı, sende, bir gün, elbette kazanacak, barışı, özgürlüğü.
Pijamalarını giydiriyordu, ince, zayıf kollarıyla, annem diyerek, sarıldı çocuk.Yalandır  diye düşündü, bir annenin, ölene dek yüreğinde yanacak korun, başka annelerin sıcak göz yaşlarıyla söndürüleceği, yeni ölümlerin, dermansız derde merhemi, iflah olmaz bir yalanıdır. Aksini, iddia edeceklerse, kendini iknada, “ezeli şifa” aldanışı, kabullenmiştir. Gözlerine bakmadan, sıcaklığını duyumsamadan, şımartmadan, yaşama katlanmak,  hayattın sürgünüdür. Anne, terörcüler, buraya, gelir mi ? Onların, anneleri yok mu ? Gelmezler, onların da anneleri vardır, uyu artık, dedi.Uzaklarda, başka  bir çocukta, soruyor mudur, anne,………gelirler mi?
Eğer, insanların, ruhlarının derinliklerine gömdükleri vicdanları, barışın büyüsüne kapılıp, ayaklanarak, acılardan, yaralardan akan göz yaşlarıyla, yarını, huzuru, taçlandırabilseydi; barış, ittifakı hayatla; ihaneti ölümde, savaşı   yener miydi ?

Gülsen FEROĞLU
26.07.2006

10 Temmuz 2006 Pazartesi

Bırak, iz sürsün şarkılar


Süre giden yaşamda, mutluluğun özünde geçiciliği barındırmasına, üzüntülere, sevinçlere, savaşlara, web sitelerine, her gün tekrarlanan, hoşça kal, merhaba’ya, söylenmek istenen, söylenemeyenlere aşinasınızdır. Günün, tarihin, yeniden başlatsızlığında, Cav Bella’yı, Padana yerine, Chumbawamba’dan, Bella Ciao, dinlemek gibi, bugünde, dünü yaşıyormuşçasına, hayat, tekdüze, gelir insana.
Hengamelerde, içi kemiren yaşanana, yaşanamayana, sitemkarlıkta, erinçine ulaşmanın, hayali gerçekleştirmenin, zamanı ve hayatı yönlendirmenin, mevcut koşullara değil, kişiye bağlılığı derslerinin aldatıcılığında, yenilenen, beklemeyen hayata, kaçırılanlara bir şans, kadere hakimiyet özlemidir, yeniden dünyaya gelsem, şimdi ki, aklım olsaydı.
Şimdi ki, aklım olsaydı da, yapılabilecek, ne kadar değiştirileceğin meçhuliyetinde, kişisel çabayla, yaşamı, rötuşlamanın, ötesine geçmeyecektir. Belki, düşünce, saf değiştirilecek, kurallara uyulacak, uyulmayacak, evlenecek, evlenilmeyecek, ev, araba, yazlık alınacak, alınamayacak, hayata bakışa göre, önemli sayılan önemsiz, önemsiz, önemli kılına bilinecektir.
Yeniden dünyaya gelmede,  yine, nüfusun %18’inin, günde, 2 dolarla geçindiği, ülkedeyseniz; fırsat, gelir eşitsizliğinde, kaldırımlar eskitecek işsizlikte, bazılarının doğuştan hakkı, kariyer planlama, vizyon, nasıl  alaysa,  geçim derdinde, turizmde tam pansiyon indirim,  şakşukalı şen şakrak TV kanalları,   “yaşasın hayat”la dinç vücut, stressiz günler, folik asit, ginko bilbao tabletleri de, geçmişteki gibi,  tokat algılanacaktır.
Zaten, dün ve bugünde, son kullanma tarihsiz, daha beterin varlığında, alternatife, kişi başı geliri, 25-30 bin dolarlı, ülkelere bakılmaz, ‘bunu, bulamayanlar da var’la, kısmete razılıkta, kuvvete dayanmayan, aciz adalete, adalete dayanmayan, zalim kuvvete seyircilikte, yönetenlerin kutsadığı, davranış modu da, benimsenmiştir.
Dünya, işi gücü bırakmış, çetrefili coğrafyada, nedense, kullanılamayan yer altı, yer üstü kaynakların bolluğundaki, tek, stratejik öneme haiz ülkeyle, uğraşıyor empozesiyle, ideolojilerine uygun sistemde, üstünlüklerini, ofisboy’larını kaybedeceklerinden, baskı, inat ve inkarla, değişimi setleyerek, erklerini ebedileştirenler de, otoriteye kendini beğendirme telaşında, risk taşımayan, demokrasi, çoğunluğun iktidarı, azınlığın yokluğudur’unu da, kabullenen, toplumsal yapının hedonistliğinde, kimseden çekinmeyecektir.
Yaşamları, adeta, acı çekmek üzerine kurulmuşları, bir arada tutacak yapıştırıcıysa; tehlike ortadayken, çarpıklıklar, istemler, geriye atılıp, öncelik, düşmana karşı birlik, bütünlük içinde, her gün, kurtuluş savaşı yapmaya verileceğinden, nefretin son halkası, ırkçılığın çalıntı İn’i, bölücülükte, zavallılığın piyonu, ‘Türk’ün, Türk’ten başka, dostu yoktur’ olacaktır.
Herkesin, Türk doğmak ve ölmek, zorunda olacağı ülkede, haklarında ferman yazılan, eğretilikleri bildirilere yansıtılan, Türk’ün dışındakiler içinse, her şey, “doğulu musun”un ardındaki imalı, o, noktada başlayacak, blokeli özgürlükle, blokelenecek hayatları,  müdahalelerle, avuçlar arasından, kayacaktır.
Varlıkları, kültürleri kayıttan düşülüp, tarihten arındırılanlar, o derece yok sayılacaklardı ki, Saddam’ın zulmünden kaçarak, sınıra yığılanları betimlemek, “Kürt” sözcüğü,  diktelenen öğreti de gedik açacağından, sorun oluşturacaktı.
Sonunu bilmedikleri hayatı, tamamla dediklerinin, yarattıkları talihsizliklerinden zevklenenler,   teşkilatı toplayacak, seçilen, nickname’de, TRT’den duyurulacaktı; ‘güneydoğuda, yaşayan vatandaşlarımızın, soydaşları’.
Tanrıların, kötülüğü, yeryüzüne savururken, tek başına, Pandora’nın kutusunun dibine attıkları, umudu, kurtarma mücadelesinde,  hızlandırılmış, öfkeli, uyaksız, varsayılan,  öykülerle büyütülecekler, “yanlış, bir öyküdeyim, beni, yeniden yaz” yakarışında, hak etmediklerini, sineye çekerek biriktirenlerse, bir gün, biteri beklerken, bitmezi göreceklerdir.
Topraklarında, yabancı muamelesine maruzların, mahzunluğuyla, balolara davet etmediklerinin, hikayelerini, şarkıların iz sürmesine bırakanlar, hiçbir şey artık, bu kadar kötü olamazın sonraki, aşaması “buradayım, varım” ifadesinin, isyanını da,  kendileri, hazırlayacaklardı.
Binaenaleyh, evrenselleşmediklerinden, diğer ülkelerin kat ettikleri yolu, kapalı dosyalarla uzatanlar, dünyanın, koşar adımlığında, hudutsuzluğunu, zoraki keşfedecekler, aniden, Galileo, dünyanın döndüğünü ispatlayana kadar, dünya dönmüyor muydu ya da  onlarca  elma düşmüştür de, bakanlar, elmadır düşer demiştir, fizik uzmanlığında Newton, bulmasaydı kütle çekim  kanunu, bulunamayacak mıydı’yla, ritüeli resetleyerek, yoktan var’a, dağ Türk’ünden, Kürt realitesine geçişi, resmileştireceklerdi.
Yalnız, hazmedemeyecek kapasitede, çatlağın üzerinde ki,  inşaya, kalınan yerden,  olağanüstü hal, ölüm listeleriyle devam edecek, demokratik talepler, bunlar, hep böyleydiler, bölecekler, nankörler, anksiyetesinde karşılanıp, daimi teyakkuz ve tetiktelikte, uykuyu da, gecelere vurduracak, ölüme doyuracaklardı.
“Kör olaydım da, bugünleri, görmeyeydim” efkarında, düşünme yetisi gerektirmediğinden, yandaşı bol, kolay şey, ırkçılık; bilimin, hukukun, vicdanın, faşizme aletliğini, toplama kamplarını, SS’leri hatırlatıp, alerji yarattığından, “kuşkusuz dayatmacı ve otoriter tedbirler ile konuya yaklaşmalıyız. İnsanların, farklılıkların peşinde koşmasına fırsat vermemeliyiz*”le, eskinin makyajla yeniliği, made in Turkey sürüm, Ulusalcılıkla, oyuncu değişikliğine dahi gitmeyerek, siyasetin revizesine de, yelteneceklerdi.
Sonra, 007 James edasında,  siyah ray ban gözlüğüyle, her an cebinden çıkaracağı kimliğini,  yüzünüze doğru sallamasını beklediğiniz, ülkenin politikacı prototipine uygunu, yaptıklarım, saygı duyulanlardan, emir verenlerden,  ne eksik, ne de fazladırla, “ topraklarımızda yetişen çocuklar, dağa çıkmamalı, eline silah alıp terörist olmamalı” dediğinde, herkes susacaktı.
Çünkü,  atraksiyon bağımlısı, ulu Manitu’nun, adam gibi adamlığının, korku salan kerametinin  yol arkadaşları, “bildiği, vardır”la, eksik bıraktıklarını, tamamlama fırsatını yeniden, yakalama olasılığının, yükselteceği adrelaninleriyle, gün, saymaya, başlayacaklardı.
Aynı cümleyi söyleyenlerse, düşünce özgürlüğünün teminatı,  yerinde, anında  infazlar,   evrakta sahtekarlık, silahlarla bezenmiş, belgeli özgeçmişe sahipsizliklerinde, uluslararası normlardan kopuk, hukukun, adaletin; zulmün en berbat şekli, kötü yasaların altındalığı, yaşam hakkının, üstündeliğinden, cezalandırılacaklardı.
Sonra da, haydi, gelin, itiraf edelim konseptinde, Chateau Montelena, dolu kadehi, yudumlayarak, tebriği garantili, “Töre cinayetleri, Türkiye’nin değil, Doğu’nun, özellikle Güneydoğu’nun sorunudur. Eğer, Türkiye’de bir Kürt sorunundan söz ediyorsak, “Kürt sorunu” budur”u yazan; gerçekte, sorunları dahi, onların, bizim diye dimağlarda böldüklerinden, faydalanmasınlar’la  yapılmayan yatırımların, bölgesel eşitsizliğin, ‘bize, karşı değil’le, veraset yollu miras, anti-demokratik mücadele yasalarının, gerekçesini de, belirtmiş olacaktı.
Te be, network administrator’ün yayıncıları, günahı, suçsuza yıkma şeytanlığınızda, sormazlar mı,  bunca yıl, ülkeyi,  kimler yönetti  ? Başlık parasında kölelik, şeyhler, aşiretler eliyle  kontrol için, parçalatılmayan feodalite, kişilikten feragatin bedeli maaşlı koruculuk, kimin eseri ? Düne kadar,  töre indirimini yasada bulunduranlar, dillendirmeyenler, niye, göz yumdu  vahşete ? Sormazlar.
A ba, Turkey Media Center’ın, light Türk’leri, bilmez misiniz, her zenginlik, diğerinin fakirliği üzerinde yükselir. Kılıcın keskinliğini azaltan, adil gelir dağılımı, sosyal devlet, bir kenara fırlatılarak; üleşilen milli gelir, kayıp milyar dolarlar, kanıtlı  ihale pazarlıklarının  sonucu, görkemden, savaştan  arta kalan; dağıtılan şekerlemeler, toplar, göz yaşı, ölümdür, nitelerken ayrılan ama, aynı kader  paylaştırılan vatandaşın,  Güldünya’ların, Yasemin’lerin, çocukların,  payına düşen.
Te be, güzellerim, yakışıklılarım, ilişkilerin art niyetinde,  mantık ve muhakeme yeteneği sıfırlanan toplum, ihanetçi avında, birbirleriye uğraşır, kazanan kimdir’i gözleyemezken, bir zamanlar, “Bulgar’ın, Bulgar’dan başka, dostu yoktur”un, akıl dışlılığında yaşatılanlara, “çiğnenen, insanlık, onurudur” manşetleriyle karşı çıkanların,  devşirilemeyenlere, reva,  “bu ne şiddet, bu ne celal”de ki, umursamazlıklarını da,  sormazlar.
A ba, club members, takıntılıların, dostu olamayacaklarından, Avrupa standartlarındaki hayatlarınızı, yaşatmayacaklarınıza, sizler anlatın; her adımda, durdurulup, sorgulanmayan polissiz, panzersiz, jandarmasız caddeleri, kapıları kırılmayan, yıkılmayan evleri, boşaltılmayan köyleri, tutuklanmayan çocukları, yasaksız yaylalarda, dağlarda, yakılmayan ormanlarda trekkingi,  bomba, helikopter, silah seslerinin duyulmayacağı, kıpırtısız geceleri, Hyde Parkta ki, zincirsiz düşünce,  nutuklarını….
Te be, demokrasinin, özgürlüğün belalıları, bağımsız medya, yargı, her zaman, hoş bir sedayken, Cin Ali serisini bitirttiklerinizle, yerdiğiniz cehaletle, ümmetçilikle, töreyle, ilgisizmişçesine, hükmettiklerinizi aşağılayarak, kaliteliliğinizin keyfini sürecek, tedavisi şart, davranış bozukluğu, narsistliğin uçluğunda, insan, yarattığının, yetiştirdiğinin yansımasında, içinde öldürdüğü sevgiyi,  kültürünü, seviyesini, gösteremediği yüzünü görür, hakikatinde, M.Ö 400’de, SOKRATES’in “kendini, tanı” yazdığını, anımsadınız mı?
A ba,  zinde kuvvetlerin paşaları, işinize yaradığından, burjuvazinin, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, şiarından, habersizmişçesine gezinen, elitte, elitsizlerim, sahi, ‘yalnızsan, bugün başlayabilirsin, biriyle birlikteyken, onu, beklemelisin, başlamak için’i yazan, kimdi ?