Ne
de olsa içinizdeki ölmüş, öldürülmüş parça size aittir. Kimse bilmez, kimsenin
bilmesi gerekmez. Zaten bu gök kubbede hepimiz; ahlakı, adaleti,
aklı beraberinde götüren masumiyet kaybedildiğinden içimizde ölü bir
vicdanla yaşamıyor muyuz? Bir kâbus gibi üzerimize çöktürülen nefret, ne olursa
olsun yeter ki kaybetsin hatta ölsün karşıtım, düşmanım bayağılığı değil mi
bunu başaran.
İzmir’in
Mavişehir Karşıyakasında, Ankara’nın Çankaya Angorasında, İstanbul’un işgal
edilen hazine arazileri üstündeki country villalarında, Beykozunda oturan;
CHP’yle, MHP’nin kazanmadığı seçimi seçim, oy vermeyen halkı da halk saymayan
sen; beyaz Türküm avutabilirim seni;
bayağı değilsin, nefret
bilmezsin, tek yol CHP. Bunları söyleyebilirim sana, buna inandırabilirim. Duymak
istediğin bunlar olduğundan inanmaya hazırsındır, sende.
Bilirim,
tek yolun CHP’yle içli dışlılığın, başarısızlığına ölçüsüz müsamahan,
kurucularından olduğun ulus devletin mihenk taşlarını sana
bağışlamasındandır. Böylece 80 yıl
yönettiğin Türkiye’de söz, karar sahipliğini kaptırmama gayretinde, duruma göre
kimi zaman ötekileştirdiğin Alevileri, Kürtleri, Gayri Müslimleri, kimi zaman Ülkücüleri, Alperenleri,
cemaatleri kullanıp; katliamları, darbeleri, idamı, işkenceyi, linçi,
yolsuzluğu meşrulaştıran kap karalığına,
ambalajın hep beyazdır senin.
İşte
bu beyaz Türkler o ambalajla öyle öyle bir üst insan profili çizerler ki Nietzsche’ye rahmet.
Onlardan
daha akıllısı, daha temizi, daha
demokratı, daha dürüstü, daha
özgürlükçüsü bırakın Türkiye’yi dünyada yoktur. Adil gelirden, fırsat
eşitliğinden yararlandırmayıp üstüne cahil,
aptal, kıro, kulla
tanımladıkları “ halkı kurtarma ”yla
yanıp tutuşacak kadar da yüce gönüllülerdir. Kendi kendilerine yüklendikleri bu
ulvi amaç için medyayla siyaseti dizayn etme hiç vazgeçemedikleri edim olsa da,
30 Mart 2014 yerel seçimlerindeki kadar açık müdahaleleri….vaki değildir.
Bir
anda CHP’nin, MHP’nin basın bürosuna dönüşen
“Bu gazetede aleyhinize hiçbir şey çıkmaz “ diyen Turgay Ciner’e “Allah razı olsun”la dua eden Gülen’i “….gerçek demokratlığı Hocaefendi temsil
ediyor”la öven Aydın Doğan’nın “birileri
çıkıp, dur demeli bunlara (AKP)” mesajını Gülen’e yollayan damatları Ali Sabancı’nın,
Mehmet Ali Yalçındağ’ın, Akın İpek’in
sahibi olduğu bir medya. CNN,
BBC, The New
York Times, Guardian
çalışanları gibi haber ileteceklerine, fikirleri sorulmuşçasına her haberi ama
her haberi uzun uzun yorumlayan, akıl
veren sunucular, muhabirler ve dahi kameramanlar.
2002’den
bu yana yıkmaya uğraştıkları AKP’yi devirmek için mesleklerini icra edecekleri
makamlarda, ekranlarda halkın CHP’ye, MHP’ye oy vermesini empoze eden Bayan Rottenmeier
edalı onlarca Şirin, Seda, onlarca İrfan. Polisin katlettiği Berkin’nini
gömdüğünün akşamı babasını programına çıkartacak gözü dönmüşlükteki onlarca
Ayseverler. “İçerden bilgi aldım AKP’nin oyu %29’a inmiş” yalan manipülasyonu, twitter’da kararlaştırılan “seçimde hile
yapıldı” algısını yaymaya yeminli onlarca Talipoğluları, Türköneler.
Sabah,
akşam bir Samuel Beckett, bir Stephen Hawkingmişçesine “Trakya’ya kadar çinko
eksikliği var”, “… Onlar beslenemedikleri için boyu benden kısa olan…” la itham ederek “aptal
mı, değilmi”yi tartıştıkları halkı aşağılayıp,
bildiğin nefret suçu işleyen onlarca Cüneytler, Özdiller.
İnsanları
yüzde yüz kamplaştıracak “diktatör”, “başçalan”, “ey gezici”, “saygı duymuyorum”, “bölücübaşı” dilli siyasetçilerin yanına post
serip; alavere, dalavere merkezi yapılan twitter’la, Selfie’yle meşgullerin
sonrasında komedi tadında “ülke çok
gerildi”, “kutuplaştı”,” tahammülsüzüz”
tespitlerine şaşması istenmeyen okuyucular, izleyiciler.
Medeniyet
de pek bir vurgundurlar ya. Kendileri gibi düşünmeyen, davranmayanları hedefleyen faşist
eğilimlerini gizlemeye yarayan “medeni ülkelerde”yle başlayan sözlerine, yazılarına
rağmen “Ermenileri, Yahudilerinki gibi durup dururken kesmeye
başlamadık”, “Oslo’nun
içeriği fecaat” heyezanları, Süreyya
Önder’i “Postacı Sırrı” damgalamasıyla açığa çıkan
kendilerine özgü edepsiz medenilik anlayışları, çözüm sürecine karşıtlıkları.
Ki medenilik aynı zamanda muhalifinin tüm çirkefliğine nezaketli üslubu,
seviyeyi, yalana manipülasyona başvuranı aforoz etmeyi, Kürdün
yanında sosyal demokrat, dindarın yanında dindar, cemaatçinin yanında cemaatçi,
ülkücünün yanında ülkücü ilkesizliğindeki Demirel tarzı kimliksiz siyaseti
reddetmeyi gerektiren bir olgudur.
Aydın
olmakta, zannedildiği üzere sadece kitap okumak, twitter, facebook kullanmak,
tiyatroya gitmek, içki içmek, şort
giymekten ibaret değildir. Sokağı temiz tutmaktan, duş almaya, onca ülkede
yasaklı faşizm ideolojisi hariç farklı görüşlere, yaşam biçimlerine saygı
duymaktan, otoriteye, yasağa karşı çıkmaya kadar geniş bir yelpazede
farkındalıkta; safın ezilenden, ötekileştirilenden yanalığıdır.
Türkiye’deyse
herkes işine geldiği biçimde kullandığından, kavramında bile konsensüs
sağlanamamış aydın olma topluma; hayatlarını devrime adayanların mücadelelerini
ülkücülerle aynı potada eriten “Mahir, Hüseyin, Ulaş” yerine “ Mansur Yavaş, kurtuluşa kadar savaş” sloganını atma kepazeliğini, sağa takoz yapılan devrimciliği dayatma
garipliğine indirgenecektir.
Sonuç,
bir bilinmeze;
yolsuzluğun, hukuksuzluğun hangi yasalarla önleneceğini, Kürt sorununun, AB
üyeliğinin MHP’yle, ulusalcılarla nasıl çözüleceğini somutlaştırmadan cemaat,
MHP, CHP arasındaki tehlikeli ittifaka su taşırken meslek ahlakından da söz
edebilen militanlaşmış aydın bir kitle, bir medya.
Her
konunun uzmanı; hakim, avukat, dedektif, adli tıpçı, sosyolog, mühendismişçesine köşelerinde, ekranlarda
ahkam kesip “tatava yapma bas geç” diktesini bireyin özgürlüğüyle bağdaştıran
ama AKP’lileri “onlar… İtaat
edenler”le yeren o militan
aydınlar, medya; kendileri gibi hareket
eden onlarca Yıldıray Oğur, Ahmet Kekeç,
Cem Küçük içinse edilmedik hakareti bırakmayacaktır. Nasılsa onlar; Hilal Kaplanlar, Yıldıray
Oğurlar tebaa, yandaş siz; Nazlı Ilıcaklar, Ahmet Hakanlar özgür,
tarafsızsınızdır.
Cezayir
savaşında ülkesi Fransa’yı lanetlemiş
Jean Paul Sartre, André Breton, Francis Jeanson’nun tersine ulus devletin yol açtığı iç savaşta
elli bin insan ölür, Generallerin
döşettiği mayınlarda Mehmetçikler katledilir, PKK kıyafetli JİTEM’ciler Kürt
illerini taciz ateşine tutarken, Genelkurmayın brifinglerinde asker selamı
vererek ordunun vesayetini kabullenmişlerin bugün biattan yakınmasıysa !!!!!!
Tanrının bir lütfu olsa gerek.
İnternetsiz,
tapesiz 1923’lerdeki “Alo Yunus”, “Alo
Falih Rıfkı”dan 1990’lar, 2000’lerdeki
“Alo Aydın”, “Alo Dinç”e, 2013’deki “Alo Fatih”e tek gerçekte; herkesin vesayet
tarafgirliğidir. Vesayet; misilemeci “onlar şunu yaptı”, “eeeee siz de bunu
yapmıştınız”, “%45 onlar, %55 biz”le,
bireyi biz, siz, onlarda
erittiğinden kafa boşaltıcı bir “izm”dir de. Zira biaatçı bireyin görevi
“biz”in bekası uğruna vesayetçisinin kararını, direktifini sorgusuz sualsiz
yerine getirmektir.
Fakat
labirent deneylerinde bile fareler ucu kapalı bir yolu üç defa gitmezken illaki
kan… illaki revan …illaki entrika… illaki kargaşa peşinde; ortamlarda HDP’ye oy
verdiğini söyleyip Fethiye, Ordu, Samsun, Aksaray’da Kürtleri linçe yeltenmiş
cepheye oy vermeyi, verdirmeyi “aydın tavrı”yla yutturma pespayeliği, artık
bilinmeyen bir hikaye de değildir.
Kendinizin,
yandaşınızın sesini duymaktan bıkmadığınız 140 karakterli sanal dünyanızdan bir
ayrılabilseniz; ne çok ses var değil mi? Belki doğru bir şey söylüyordur
karşıtınız, belki aynı şeyi düşünüyor,
aynı şeyi istiyorsunuzdur. Belki en büyük zaferin içinde birlikte kaybetmişsinizdir,
onu bile bilemeden; duymuyoruz birbirimizi, duymakta istemiyoruz.
Kazanmakta, bir hiçi fethetmekse, aslında nedir ki?
Gülsen FEROĞLU
12.04.2014