Dakılâ
mın; söylenmiş, söylenmemiş her şeyi, belki kimsenin okumayacağı bu satırları
da anlamsız kılan; tek farkın üzerine örtülen bayraklardaki renklerin olduğu
sıra sıra dizili tabutların bahar sessizliği;
çoktan kaybedilen doğruları da
yanına katıp götürürken, artık “ ne
dökecek yaprağımız, ne patlayacak
tomurcuğumuz kaldı.....”
Hâlbuki,
hani biz yetiştiğimizde gözyaşları dinecek Ey vatan da; hani savaş da “bize gurbet”; gurbet de vatan değil de,
bildiğimiz gurbet olacaktı.
Konuştuğun
dili herkesin konuştuğunu, herkesin “ya
Hz. Ali, yetiş ya Hızır”ı çağırdığını,
“saçın uzun, aklın kısa“ olmadığını sanırken “aaaA...Türkçe konuşana”, “mum söndürüyor muşsunuz“ , “ kızsın sen, ulu
orta gülme, dolanma yanlış anlarlar” tacizinde; çirkin ördek muamelesine tabii
tutulduğun evinde, mahallende, okulunda,
kalabalıklarda öyle yalnızsındır ki,
işte o günlerde anlarsınız; gurbet denilenin mahal değil
de, bir hal olduğunu.
O
günlerde ne Osmanlı İmparatorluğunu, ne Şeyh Bedrettin, Ermeni tehcirini, ne Ağrı, Şeyh Sait, Dersim isyanlarını duymuş; ne de mezhep,
köken, devrim, başbakan
astırmış darbenin anlamını
bilmektesinizdir.
Bilmediğiniz
bir şeyde; ötekileştirmeyi , katliamları; ..., Maraş,..., Çorum, ..., Roboski ’yle, tehciri; Kürt
köylerini boşaltarak, faili meçhul cinayetleri; onca Vedat Aydın, Savaş Buldanı katlettirterek, darbeleri Denizlere , Erdal Eren’e darağaçları kurdurtarak sürekli kılan; yalnızca tarih kitaplarından okumanıza
rıza göstermeyeceği geçmişe, acılarına hep “deja vu” yaptırtan bipolar bozukluğa sahip
bir devletinizin olduğudur.
“Deja
vu” hep yaşatıldığından; sorgulanamayan
geçmiş, gelecek ve siz, iç içe
yıllanırken, bir bakarsınız ki teknolojik, bilimsel devrimin belki de
istenmeyen getirisi küreselleşen dünyanın demokrasiyi, özgür bireyi, farklıyı önemseyen
anlayışı, devletinizi de
etkileyivermiş.
İşte
o gün; siyasetçilerin
ağzından dökülen “ileri demokrasi”,
“Kürt realitesi...”, “Alevi
açılımı”, “Ermeniler.....”, “çözüm süreci”
içerikli kelimelerin;
yıllardır hayatı zindan etmiş ötekileştirmeyi, OHAL’leri durdurmakla kalmayıp; sadece 1992 yılında Nusaybin’de 16, Cizre’de 57 yurttaşın hayatını yitirdiği Newroz’u,
1977 yılında 34 kişinin katledildiği 1 Mayıs’ı, 8 Mart Dünya
Kadınlar Gününü kutlattırdığını da
göreceksinizdir.
İşte
o gün; Türkiye yıllar, yıllar önce
“çözüm sürecine” odaklansaydı;
onlarca 5 yaşındaki Hatice Katar, 12
yaşındaki Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol,
onlarca asker, gerilla, sivil hayatından edilmeyecek; babasını savaşta yitiren onlarca Yağız
Bulut, Reyhan Şahin’e, 6 aylıkken
annesi bir tabutu göstererek
“bak, bu senin baban” demeyecekti
diye düşünmeden de edemezsiniz.
Acaba
dersiniz... acaba... kendini Tanrının yeryüzü temsilcisi gören onlarca otoriter ...., II. Abdülhamid ....,
Şah Rıza Pehlevi, ..., ..., Kenan Evren..., Kaddafi, Zeynel Bin Ali, ..., ,Saddam’ın
yerine Ortadoğu’daki ülkeleri
Abraham Lincoln, Churchill, Gandhi,
Mandela yönetseydi katliam, acı
yüklü geçmiş yine de tekrarlanır mıydı?
Lakin
dünde kibre, güç gösterisine feda
edilmiş “çözüm süreci” göstermiştir
ki, ne göz önündeki savaş mağduru hayatlar,
enkaz şehirler, köyler ne
de 1984-2018 arasındaki savaşta çoğunluğu Kürt 100 bini aşkın insanın
yitirilmesi; asırlar boyunca her olguda;
aşkta bile “ölelim, öldürelim “
düsturuyla hareket ederek “kana, kan”
isteyen bu topraklara
yetmemiştir.
Bu
toprağın insanına o binlerin yanı başlarında ölmesi, yakını olması da
yetmemiştir zira o noktada
da “ hemen barış” deneceğine “.... bizi de bombalayın yeter ki o pislikler
gebersin”li intikam histerisi ağır
basmıştır.
İşte
savaşın olmayan ahlakını sözde de olsa koruması beklenen bir devletin
kaldıysa şefkatine, halkların kardeşliğine darbe vuracağından yayınlamaktan
çekineceği “bugün Afrin’de .... terörist
etkisiz hale getirildi” muştulu bülteni,
TSK’nın her gün yayınlaması da... herkes gibi; savaşın sürmesinin aklı
örten intikamı duygusunu azdıran şehitlerin varlığına dayandığı gerçeğini
bilmesindendir.
Adı,
hikayeleri bilinmeyen ama birinin evladı, birin sevgilisi, birinin
babası olan bir askerin, bir gerillanın bu dünyadan koparıldığını “ Afrin’de..... terörist....“ , “YPG-YPJ ; TSK ve ÖSO ‘dan çeteci 31 .........
öldürüldü”yle müjdelemek kime, hele de bir devlete ne kazandırır ki.
Üstüne
can pazarı bir sipere atılan bir füze,
bomba, havan, bir kurşunla bedenleri
delil deşik edilmeden az önce
belki cep telefonundaki evladının, yavuklusunun resmini “bak bu benim...” le gösteren bir
askerin; belki “Heval, şimdi
bizim orada ot toplama zamanıdır, annem de hêlige, gulık
çorbasını ...” diyen bir gerillanın öldürülmesinin Instagramda, Facebookta, Twitter’da
coşkuyla paylaşılması; ötesi
bilim yuvasında “Afrin lokumu” dağıtılması; insanların nasıl canavarlaştığının ispatından başka nedir ki.
Etrafı
hilal gibi sarmış bu canavar savaş çığırtkanları; silah satan devletlerin son
dakika geçmeyeceği 3768 terörist,
2000 çetecinin öldürülmesinden “....işgalci T.C’nin çakalları”, “ ... o.ç.larııııı PKK ” sövgülerinden de
tatmin olamayıp daha... daha... daha
insanın ölümünü istediklerini gizlemeyecek kadar da masum; alicenaptırlar.
Hele
de o savaş çığırtkanlarının sanki savaş adalet, hak hukuk tanıyan bir
olaymışçasına “alçaklar, tuzak kurmuşlar” , “ yağmacılar” sızlanmaları yok mu? İronin dibidir, dibii..
zira düşmana zayiat için pusu
kurdurtacak, yollara, binalara EYP,
mayın döşetecek, İHA’yla insan avlatacak,
IŞİD’den farksızlığın kanıtı “HDP’li bak, ikinci Kawa heykeli de yıkılıyor”
tahrikli manşet attırtacak savaş; tam da
budur; vicdansızlıkta,
ahlaksızlıkta, kötülükte sınır
tanımamaktır.
Peki savaşın zengin
ettiği, daha da edeceği petrol, silah,
gıda, giyim, ..., .., şirketleri neyse de,
savaşın maliyetini zamla, yoksullukla ödeyecek milyonları hayat
yerine şehit düşmeyi “en güzel şey” niteletecek kadar öldürmeye, savaşa sevdaya
iten nedir? “ 30 bin SDG’li teröristten kuracakları sınır
koruma gücüyle ülkemize saldırıp,
Suriye, Irak gibi bölecekler”, “ Yunanlıların hep
adalarda gözü vardı”lı tonlarca gerekçe; tonlarca düşman karşısında; Türk devletine,
bize savaşmaktan başka yol bırakmadılar ki argümanlarıyla, bireyler vatanı, ailesini koruyacağına inandıkları savaşa, insan öldürmeye razı olurlar.
Böylece bireyler tıpkı savaşa
neden yaratma uzmanı onlarca ..., Hitler’in, ..., Mussolini’nin, ....,
Miloşeviç’in , Saddam’ın diktatörlüğünde
“vatanı, fikri, dini uğruna gözünü
kırpmadan ölüme gidiyorlar”la Stockholm sendromuna kelepçelenenler gibi, savaşı
düğünle eş algılayacaklardır.
Bu sayede de bazen
vatan, bazen din, bazen ideoloji
uğruna hiçleştirilen yaşamın
karşısına onurlu bir duruş gibi konulan ölümün,
“tek millet, tek devlet, tek..., tek....
” tekçi faşizmin yoldaşı militarizmin
rehinesi yapılmış bireyler, isteyerek ölmeye, öldürmeye yelken açarlar.
Sonrası
mı? Zaten her Türk asker de doğduğundan
ordusunun emrinde; faşizmin de kucağında;
savaşta hayatından edilenlerin geride bıraktığı bir annenin, babanın, bir eşin, evladın,..., ..., da onunla birlikte gömüldüğünü, asıl
kurbanınsa kendisi, hayat olduğunu fark edemeyecek kadar gözü bağlı oturacaklardır.
İşte oturulan o yerden, onlarca asker Talha Çalışkan (22)‘nın; onlarca gerilla
YPG’li (Başûr Soran) Mihemed Hadi’nin ölümü “vatan sağ olsun”, ”Şehîd namirin” la kutsanıyor diye
o evlere düşen ateş söndü mü sanılıyor?
Oysa
duymuyorsunuz...onlarca göz size bakarken,
bakmasını istediğiniz ama bir
daha asla size bakmayacak evladınız, kardeşiniz, eşiniz..., ..., öldürülmüşken, dile
düşemeyen “bütün dünya Afrin,
Münbiç sizin, benim olsa ne olur, ne değişir” fısıltılı kalbin sesini, bağrınıza, evinize şivan düşmediğinden duymuyorsunuz.
Hevalım! şimdi insan
bazen Hz.İsa’nın “vazgeçtiğin topraklar senindir” dediği gibi
sahibi olduğu bir
şeyden toprağından, evinden, ailesinden
daha fazla yara almasın ya da yaralanmayayım diye vazgeçebilir değil mi? Onun içinde “Afrin’i
fethettim, benim“ denilen ân’da; esaretinde; öyleyken dahi bir zamanlar IŞİD’in
Kobanê’si gibi, Efrîn’de hiç
“benim” diyenin değildi.
Savaşın tozu, dumana katan
hüznü karartmışken ortalığı,
“mutlu son”un artık ve yalnızca masallara aitliğini unutan herkeste;
saat gece yarısını vurmadan camdan
ayakkabısını merdivenlerde bırakarak
kaçmak zorunda kaldığından, saraydaki görkemli balonun tadını
çıkaramamış külkedisi modundayken; söylesenize
sizin gurbetiniz neresi?
27.03.2018
Gülsen FEROĞLU