Her
gün onlarca insanın savaşta, trafikte, iş kazasında öldürüldüğü, adına da kader
denerek; katilinin kurbanıyla cinayetin izlerini sildiği bu ülkenin; gökkuşağı
kadar renkli... su kadar masum....ölümlerinin
nedeni ‘savaşın’, ‘trafik kazasının’, ‘maganda terörünün’ ne olduğunu
bilmeyecek kadar da yaşamın başında adı; Can Kocataş (7) adı; Eren Bülbül (15)
adı; Ceylan Önkol (14) olan
çocuklarıydınız.
Her
gün ama her gün, Bu ülkede; yalnızca Eren, Ceylan değil, sırf emniyet kemeri takılmadığından onlarca Can Kocataş (7), Yakup (5), Yusuf (6
aylık) Erdoğan; unutulduğu serviste havasızlıktan
Alperen Sakin (3); maganda teröründen onlarca Ali Üzüm (9); Şırnak’ta uyudukları yatakta panzer ezdiğinden Muhammet
(7), Furkan (6) Yıldırım; kurşunlandığından onlarca Berkin Elvan (14); hayatlarından
olan ne ilk, ne de son
çocuklardı.
Sınırlarını
ölümün çizdiği bu zalımların da
ülkesinde; asırlardır sorunlar hoşgörüyle, demokratik tavır, siyaset
yerine baskı, şiddet, asimilasyon, savaşla çözülmek istendiğindendir; onlarca Uğur Kaymaz (12), Cemile Çağırga ( 13); onlarca Destina Peri Parlak (16), Ali İsmail
Korkmaz (19), Yasin Börü (16)’nün de tekme tokatla, bombalarla, kurşunlarla
delik deşik edilmesi.
Ahhhh....
ahhh...ahhh ki ne ahhh... yanı başınızdaki
kişinin kaderiniz
olabildiği; yanlış başladığından
sonu belli onlarca hikâyenin de diyarı; adına
Ortadoğu denilmiş bu lanetli topraklar; hep kanla sulandığındandır, ölümün de ebeveynlerinden önce evlatlarını hayattan alması.
İşte
böyle herkesin gözü önünde onlarca çocuk, onlarca genç yitip giderken;10 Ekim
2015’de Ankara Garında 120, 13 Mart 2016’da Güvenpark’ta 39 Türkiyeli
vatandaş; onlarca Er Harun Arvas
(22), onlarca gerilla Yavuz Unas
(18) (Rubar Hani)’ın bedenleri; bomba, EYP , mayın, havanla paramparça edilirken, gerçek;
arka sokaklarda kaybettirilecektir.
Basit
birkaç önlem, kararla ölüme sebep onca olayın; misal yeniden başlatılacak çözüm süreciyle tam 40 yıldır Kürt, Türk gençlerinin birbirlerini öldürmelerinin;
cezaların artırılması, emniyet kemeri takılmadan yola çıkılmamasıyla da trafik
kazalarının önüne geçileceği gerçeğini,
insanlar; arka sokaklarda bilerek, isteyerek kaybettirirler.
Ve
ölüm de devletin, insanların, örgütlerin, liderlerin, cemaatlerin “önce
vatan... sağ olsun”, “Şehitler ölmez”, “........güneşe gömüldüler” söylemleriyle
sürekli kutsandığından bu ülkede 21.
yüzyılda dahi hayata karşı hep zafer
kazanandır.
Ölümün,
kötülüğün zaferi, üstünlüğü sabah,
akşam; haber bültenlerinin, gazetelerin
vazgeçilmezi “... çatışmada ....
terörist etkisiz hale getirildi...”, “... patlamada 2 asker şehit ....”nun ardından “katliam gibi
kaza”, “ yine ihmal, yine kadın cinayeti” manşetleriyle muştulanır. %98’i sürücü hatasından kaynaklı
kazalarda 2016 yılında da 3 bin 493 kişi
hayatını kaybetmişken “trafik canavarı”, “trafik terörü” maskelemesiyle bir
kalemde canavarın ta kendisi sürücüler bile
aklanır.
Ölüm,
kötülük; yemek yemek, işe gitmek, alışveriş etmek gibi öylesine
sıradanlaştırılmıştır ki, bireyler tek tek öldüğünde değil, ölümler toplu
olduğunda; 17 Ağustos depreminde 18 bin 373 insan; Dağlıca’da 17 asker; Soma’da 300 madenci; Marmaris’te
21 kadın trafikte öldüğünde gündeme
taşınacaktır; deprem, savaş, çatışma,
iş, trafik kazası,..,...,
İstisnasız
her yerde, her kesimde var olan- ki bu kimi zaman bir ideoloji, bir lider,
örgüt, bir parti, cemaattir- biat edilenlerin
“... bunun fıtratında ölüm var”, “hangi bağımsızlık,
hangi özgürlük ölünmeden kazanılmış”lı kurtarıcı cümlelerle motive ettiklerine yalnızca
ölümcül kaderler yazmakla kalmayıp,
uğurlarına yitip giden onlarca hayatın sorumluluğunu da üstlenmemeleri, bir bilseniz nasıl da yürek
yakar.
Başta
gelişmemiş ülkelerinin mottosu “taktir-i ilahi”, “ne yaparsan yap Tanrı yazmış
bir kere, kaderi değiştiremezsin”, “ cenneti 13 evladınla teminat altına aldın”lı
onlarca argüman da biat edilenin müritlerini rahatlatacağı hazır, nazır
bahanelerdir. Hani milenyum çağından utanmasalar engellemedikleri ölümlere,
katmerli meşruiyet için “sıkıntı yok, nasılsa cennette gidiyorlar” demekten de
çekinmeyeceklerdir.
Ortalık
dönmüş mahşer yerine ama hiç bir olayda ellerini taşın altına sokmak bir yana, onlara göre Takdir niyeyse hep biçare çocuklar, kadınlar, emekçiler,
ötekileştirenler; suçlu da hep başkaları ve Tanrıdır. Duyan da sanır ki, Tanrı
son 30 yılda madenlerde toplam 3 kişinin öldüğü Almanya’yı, bireyi yücelten
Avrupalıları, ABD’lileri çoktan azat eylemişte
bir tek Türkiyelilerle, Ortadoğu’yla meşgul.
Suçlarını
biteviye üzerine attıkları, milyonlarca insanı yanına alması yetmemiş gibi
“sevdiği kulunu yanına alır”la itham ettikleri Tanrı’nın “yeter !! her şeyin sebebi Takdir-i kuldur”
sitemini algılayamayan zavallılıklarının farkında bile değillerdir.
Şimdi
her 10 kişiden birinin antidepresan kullandığı; 2011-2016 arasında antidepresan
kullanımının %25,6 arttığı bir Türkiye’nin
de nedenidir; engellenmeyen çatışma, ırkçılık, iş, trafik kazaları, kadına, çocuğa taciz, devlet
terörü, afet yüzünden; birkaç saniyede
hayatı tepeden tırnağa değiştiren ölümle içiçe yaşamak.
Belki
insanlar da; sevdiklerini bir anda hayatlarından
koparan olayların, gün yüzü görmemesi
gereken sorumlularının Rüzgar Çetin misali pervasızca fink atmasını sağlayarak yüreğe su
serpmeyen adaletsizliklere ancak uyuştuğunda; normali anormal, anormali normal
sayacak zihinlerle tahammül edebiliyorlardır.
Hal
böyle olunca, elbette, evrensel değerler; kardeşlik, özgürlük, eşitlik, hukuk, vicdan, iyilik yerlerde sürünecek; hayatını hiç uğruna
kaybedenlerin, geride bıraktıkları cehennemi yaşayan milyonlarca insanın oluşturduğu toplumda ancak travmatik , depresif olacaktır.
Oysa,
onlarca çocuğun, gencin ölümünün dahi
terbiye edemediği; biat isteyen, mafyavari sisteminin eseri bu travmatik, şefkatsiz toplum; kimsenin çıkıp ta, duymuyor musunuz; “çanlar
hepimiz için çalıyor” da demediği ülkenin; dikkate alınmayan en büyük problemidir.
Bu Travmatik toplumda; prefabrike bir evin
çalınması, sahte kanser ilaçlarının, hormonlu yiyeceklerin piyasaya sürülmesi,
tavan yapmış ırkçılığın göstergesi “Kütahya’da Kürt işçilerin çadırlarının
yakılması”, “Metro’da Suriyeli çocuğa dayak” atılması vari eylemler de, tabii ki sorun
teşkil etmeyecektir.
Bireyin
ancak öldükten sonra “biri de çıkıp demiyor ki... Eren iyi ki
varsın” paylaşımı TT olunca ayrımına
varılan kimsenin görmediği siyahlar içerisindeki mateminde... sessizliğinde... yalnızlığında
gizli isyanı; bu şefkatsiz toplumun, hayatın ucuzluğunun içselleştirilmesinin yansıması
değilse, nedir ki?
Bavê min, ardı arkası
kesilmeyen onca ölüm getiren felaketlerin
tükenmeyen nefretlerin kıskacındaki
toplumda “ ..... / herhangi bir insanın ölümü de beni eksiltir / çünkü ben
insanlığın bir parçasıyım / ” dizelerini yazacak Jonh Donne’leri mumla arayan
yürek nasıl sızlamasın ki.
Herdû
çavê min; Bodrum beachlerinde günü gün ederken depreme hiç yakalanmayacaklarını
zannedenler gibi; hiç bir şeyinizi kaybetmeyecek, başınıza kötü bir şey
gelmeyecek, zaman hiç bitmeyecek sanırken, beklenmedik bir anda kapıyı çalacak
ölümün, insanı tar-ü mar eden dipsiz kuyuluğu; inan yaşamayanın anlayamayacağı bir şeydir.
Hevalım,
bil ki “öldü” haberini verenin sesine,
yüzüne illaki de bakışına yansır “ölüm”ün muhatabına kurşunluğu. Vurulursunuz;
kalbinizin ta orta yerinden. Öldüğünü öğrendiğinizle birlikte Mutlaka ölecek
kalbinizin; kimselerin duymadığı can çekişen; soluk, halsiz atışını bir tek, siz
duyarsınız.
Hele
de kaybedilen sıralı olmadığından... daha...daha
can yakan... geride kalanı da illa ki öldürecek; doyulmayan bir çocuk, bir
gençse; her gün düşle, yaşam karışır da
öldüğünü görmemek için hiç uyanmak istemezsiniz uykulardan; hiçççç.
Evin
her yerinde de özenle aldığınız
çerçevelerde size bakan onlarca fotoğraf; siz O’na...O size bakar öylece...”resimlerde
mi kaldın yavrum” figanınız dahi inandıramaz sizi; bir daha O’na sarılamayacağınıza...sesini bir daha
duyamayacağınıza....
“O, asla geri dönmeyecek...gelmeyecek...”
diyenlere bakarsınız boş boş...inanmak istemez, direnseniz de...artık siz de
bilirsiniz; birlikte yaşayacağınız zamanlar bir daha olmayacağındandır... sevdiğini
kaybeden herkes gibi sizin de “kayıp zaman ”ların ardına düşmeleriniz.
Kendine
ait olmayan bir yolda, bu yollarda kaybolmalar da işte bu yüzdendir; Oy yarê,
oy hevalê...
22.08.20017
Gülsen
FEROĞLU