Hayatın
celladı, ölümün sevdalısı “her savaşın
ilk kurbanı hakikattir” yazmış Kipling’e
hak verircesine ne dün vardır elinde Hevalım,
ne de yarın. Güne ölüm haberleriyle başlanan Ortadoğuda tarih de
işte böyle; savaş, vahşet,
kanla yazılıyor Hevalım.
Savaş
dâyîka mın savaş; atılan bir kurşun,
patlatılan bir bomba, mayınla bir ânda üzerine titrediğiniz “bir
tanenizi” elinizden alacak savaş; “Dünya gözümde Kerbeladır” yapacağı ömrü; “yavrum, kuzum” ağıtlarıyla tükettirecek
zalimliktedir.
Düşünsenize
dün katledilen öğrenci Ece Dinç, er
Kağan Kandemir, HDP’li Sezai Yaşar’la siz;
“ Allahım, bu ne sıcak” serzenişinde belki aynı büfeden soğuk su alırken karşılaşmışsınızdır. Belki
onlarda sizin gibi “şimdi deniz kenarında çay içmek vardı”yı düşünmüş, belki
etin, meyvenin pahalılığından konuşmuş,
belki internet paketi bittiğinden
bakmamışlardır mesajlarına.
Güne, geceye, hayata dair sizin, senin yaptığını yapan, düşündüğünü düşünen Suruç’ta katledilen 32 candan adı: Ece Dinç (22), Okan Pirinç (18) savaşta katledilen adı: polis Feyyaz Yumuşak (25), er Kağan Kandemir (21), HDP’li Sezai Yaşar (26), HPG’li Ümit Turan (19),..,…,,, hepsi bizim insanımız, bizim evlatlarımızdı.
Savaştığına
en büyük zayiatı verme isteğinin ahlaksızlığa mahkûm ettiği savaşta; atılan her
kurşun, patlatılan her bomba “zaferler kimin olursa olsun, mutlaka bir annenin
yüreğini (Hristo Botev) ” bulduğunda, insan da ölüm bu kadar kolay, bu kadar
kalleşçe “olmamalı”yı düşünmeden edemez.
Ama
dâyîka mın, kan, barut kokulu harabe şehirler, açlık, ağlayan çocuklar, kopan bacaklar, kollar; çirkinliğe, kötülüğe
dair ne varsa hepsini barındıran savaşın; vicdanı, merhameti olmaz değil mi?
Lâkin,
madem benden değil, benim gibi düşünmüyor, konuşmuyor, giyinmiyor, ibadet
etmiyor o zaman her türlü zulmü, yok edilmeyi hak ediyor zihniyetini
vatandaşına aşılayan ulus devletin,
ideolojisinin birbirine düşman ettiği ırklara, dinlere, düşüncelere mensup
insanlar için savaş, ölmek, öldürmek öylesine
ahlak yüklü, öylesine de olağandır ki.
Bu
kırmızı çizgisi bol savaş sever insanlar aynı zamanda; kendinden olmayan her
şeyden nefreti de öğrendikleri devletin insanlık suçu politikalarının,
Ermenilerin, Rumların, Kürtlerin, Alevilerin,
devrimcilerin, mütedeyyinlerin; tehcir, 6/7 Eylül, Dersim, Madımak,
Roboski, Suruç vari onlarca katliamla, darbeyle zindana çevirdiği hayatlarının
da acımasız seyircileriydiler.
Onlarca
seyircinin gözü önünde; Türkiye Cumhuriyeti devletinin, dilini, kültürünü
yasakladığı Kürtlere Diyarbakır cezaevinde, Yeşilyurt’ta b..k yediren insan
dışılığı, hukuksuzluğu; köy yakmalı,
failli meçhullü terörü; PKK’nın, dağlara çıkılmasının, 35 yıl süren
iç savaşın nedeniydi de.
Resmi
tarihinin 50 yılına savaşı, herkese
yetecek kadar acıyı, ölümü, gözyaşını sıkıştırmış Türkiye’nin aklınaysa ancak
ve ancak 35 yıl sonra gelecekti; en az elli bin yurttaşını
hayatından eden savaşı sonlandıracak “çözüm süreci”.
Hep
taraflarının tehdidi altında, hep
provokasyonlara açık olacak çözüm süreci; kimse fark etmese de yalnızca
devletin, Türklerin kendileriyle yüzleşerek ötekileştirdiklerini anlama
gayretine; “terörist”, “hain” ilan
edilen PKK’ya, önderi Apo’ya, Kandil’e dair önyargıların yıkılarak
legalleşmelerine ön ayaklık etmemiştir. 7 Haziran genel seçiminde farklı kesimlerin temsil
edildiği çok sesli TBMM’nin oluşması,
demokrasinin, özgürlüğün, hoşgörünün
olmazsa olmazlığının pekişmesi de sürecin başarısıydı.
Sonrası içindeki düşman; ırkçılığın,
otoriterliğin, kibrin, nefretin yiyip, bitirerek bir günde savaşa ittiği
Türkiye. Yine, savaştan medet umanların kahrolası sebeplerini, kirli, kişisel
hesaplarını, güç gösterilerini yerle bir eden gencecik oğulların, kızların,
babaların yanmış bedenlerini taşıyan tabutlar.
Şimdi
sen! evet evet sen! savaş naraları atan sen! can nasıl da yanar, nasıl da sızım
sızımdır yürek baktığı yerde göremeyince, görmek istediğini evladını, yoldaşını
bilir misin? Söylesenize, yaşanası bir geleceğin, eşit yurttaşlığın intikamla,
öldürmekle kurulamayacağını anlamanız için daha kaç evladın, kaç gencin
parçalanmış bedenine, kurşunlanmış yüreğine ihtiyacınız var?
Oysa hiç bir şeyi çözmeyecek savaşın beyhudeliğini
görmek, anlamak için herkese, 1995 tarihli 300.000 insanın öldürüldüğü Bosna
savaşı, Suriye’nin enkazı bile yeterliydi.
35 yıl sürmüş onlarca yurttaşın katili savaşın
bile barışın, hayatın değerini kavratamadığı, “süreci sen, yok sen bitirdin”le
yitirilen her dakikanın daha daha ölüm getirdiği Türkiye’de; hep olageldiği gibi herkes de adeta sütten
çıkmış bir ak kaşık. Amacı ne kadar ulvi
olursa olsun illaki bir insanı canından edeceğinden masumiyeti kaybettiren savaşın
sorumlusu; hiç değil.
Hayır !!!!! baylar, bayanlar hayır !!!!
Demokrasiden, barıştan bahsedip kan davası güder gibi cinayet işleyeni, savaşı
sahiplenen hiç kimse, hiç bir kesim ne haklı, ne de masumdur.
Hiç
bir savaş da sonsuza dek süremeyeceğinden; eninde, sonunda “madem masaya oturulacaktı ne diye onca genç
öldü“yü sorgulatmış çözüm sürecine
kaldığı yerden devam edilecektir. İşte o güne kadar öldürülen, ölen
herkese, gençlerimize yine çok, çookkk yazık olacaktır.
Hem
savaşın hayatından ettiği onlarca askerin, gerillanın, çocuklarımızın; Ece’nin,
Kağan’nın, Ümit’in fotoğraflar da kalan gençlikleri, hâlâ, çözüm sürecini pamuklara sararak kollamamız gerektiğini
gösteremedi mi? Hayatta “Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları
bir tek insanın kanını akıtmaya değmez” demiş Gandhi’yi, doğrulamadı mı? Ne de
güzel demiş Gandhi; anlayana.
Bugünlerde;
Sırp milliyetçilerinin 8 bin 372 Boşnağı katlettikleri Srebrenica soykırımının
20. yıldönümünde Sarajevo’da; ”Srebrenica’yı unutmamak için 8 bin 372 neden var” deniyor. Peki Türkiye’nin kaç nedeni var; hayat
için, barış için, demokrasi için,...
Korkma
Srebrenica. Sen de hayatını savaşta kaybeden bütün insanlar; Yahudi Zdenek
Konas (11), Hiroşima’lı Sadako Sasaki
(12), Bosna’lı Sadık Hüseinoviç (13), Filistinli Ahid Bekir (10), Kobanê ’li
Viyan Peyman, Türkiye’li Kağan Kandemir,
Ümit Turan gibi; hep çocuk, hep genç kalacaksın Srebrenica.
Derken gula min, Agirê Jîyan’nın Hêlîn’i taşıyor caddeye “Kewe çima dilezini/…/…/ Gelek mîna te çû
bûn/ Ey keklik, nedir bu telaş, bu acele/…/ …/ senin gibi gitti niceleri de …”
Gün
gelecek sebebi olmadıkları savaşın günahsızları; hasretlerini, sevdalarını,
güzel gülüşlerini durgun sabahlara, naif barışlara sakladığımız Zdenekler,
Viyanlar, Kağanlar gibi seni de vuracaklar Ey savaş! Bekle…bekle…
Gülsen
FEROĞLU
07.08.2015