Mevsim
de düne sarınca; hiç öyle dumanı tüten çayı alıp pencere önünde lapa
lapa yağan karı seyredecek halde
değilsinizdir derken dört yaşındaki Can’ın sesi
“anne, bugün yarın mı?” Olamaz mı? Olabilir. Ki olduğundandır; Ortadoğu
coğrafyasında hep bugün yarın, yarın bugün; zamanı öldürmeye ya da tapınmaya
harcayan şuursuzluğun diz boyluluğu. Kaderlerde Ortadoğu’ya benzesin
diyedir; olduğu her yerde yaptığı zulmün
mazlumu da yaratacağı firavunların bolluğu.
Firavunlar arasında bazen
Tanrıdan ölümün bile dilendiği Ortadoğulu hayatlarda, yalnızca ölümcül bir hastalığın pençesinde değerli tek
şeyin yaşamının ta kendisinin olduğu anlaşıldığındaysa ne çok şey için geç
kalınmıştır. O anlarda eşit
yurttaşlık, Anadilde eğitim vari en
doğal haklar için mücadele etmek,
konuşulması, tartışılması 21.
yüzyılda absürt yüzlerce olguyla yaşamak zorunda bırakılmak nasıl da komik,
nasıl da bayağı gelir insana. Peşi sıra
yahu bırakın artık şu ucuz şeyleri; tek tip and, tek tip millet, tek tip inanç,
tek tip kıyafet, kadınsız erkeksiz tek tip yurt, tek tip mekan, tek tip
eğitimi, tek, tek, tek diye avaz avaz bağırmak geçse de içinizden;
haklı olmanın hiçbir yerinde,
hiçbir işe yaramadığı memleket gerçeği fırtına olur, dolu olur çarpar
suratınızın ta orta yerine.
Çünkü burası yıl
ister 1970, 2013, ister 2014, ister 2015
olsun zamanı üslup, zihniyet olarak 1923’ler,
30’lar, 40’lar Türkiye’sinde dondurup “Türkiye ismi yokken Kürdistan vardı”nın
kanıtları da dahil Osmanlıya, Cumhuriyetin ilk dönemlerine ait evrakları,
tapuları tozlu raflarda gizleyenlerin memleketidir. Burada; kelimeleri, harfleri,
renkleri, başörtüsünü, cem evini, etnik
kimlikleri, mezhepleri, sınırları sorun haline getirmiş Ulus devletin ulusuna,
dinine hakim firavun efendiler keyif sürsün diye, asırdır
“nerden baksan ahmakça”
sorunlarla uğraştırılan Parya statülü halkın rahat yüzü görmesi olanak
dışıdır.
İşin acınası yanı da üstenci dilli efendilerince ulus devletin
etnik kimliğinde, dininde eşit olduklarına inandırılan Paryalar; sorun ilan edilerek ötekileştirilenleri yok
etmede efendilerinden bin kat daha cevvaldirler. Efendilerce öyle
yetiştirilmiş, öyle öyle yoğurmuşlardır
ki katlandıkları şeylerin nedenini, niçinini sormayan Paryaların tek istekleri
de budur sanki; acı çekmek, ölmek, öldürmek.
İşte o yüzdendir Paryasını düşman ettikleri ötekileştirilenlerle
birlikte milli gelirden alınan payda dahil onlarca olguda saf dışı bırakıp
hayatlarını, mülklerini çalmış hırsız
efendilerin Cumhuriyetinde,
yıllarca, gözler önünde heder
edilirken binlerce ötekinin hayatı
herkeslerin susması.
Ancak dünya insan haklarının, demokrasinin, teknolojinin pirim
yaptığı yeni bir yola girdiğinde; efendilerin insafsızlıkları, gizledikleri
evraklar ister istemez ortalığa saçıldıkça bir yolunu bulup üste çıkan da yine bu asker, sivil efendilerdir.
Farklı gördüğü her unsuru terörist sayarak bir şekilde; kah Roboski’de, kah “
Gezi”de, daha dün Yüksekova’da
Mehmet ve Veysel İşbilir’in; vatandaşlarının canına kıyan, hep birilerini öldürmeyi vazife bilmiş ulus
devletin bu efendilerinin; her katliamı,
devletin her terörünü, Hrant’ın katlinde
görüldüğü üzere her cinayeti basitleştirerek, üç beş kişinin üstüne
yıkarak kendilerini aklama becerilerineyse diyecek söz yoktur.
Tıpkı bugün “parayı veren
Ahmet’i alır”ı, 8 sütuna “vay
şerefsiz”, “ayıp ettin gözüm”lü
yalanlarla, rüsvayla hayatını
çaldıklarından biri olan
Ahmet KAYA’ya yaptıkları linçten
“ o günkü konjonktürde Kürt demek….”, “zamanın ruhu öyleydi ” pespayeliğiyle sıyrılmaya
çalışanlara diyecek sözün bulanamaması gibi.
Amma velakin sığınakları “zaman”; M.Ö., M.S., yüzyıllar değil de 14 yıl öncesi 1999’dur.
Haydi o zaman öyleydi diyelim ya sonraki
zaman, zamanlar; linçe katılanların kaçı
linçe neden saydıkları Kürt sorununun çözümüne
katkı sunacak ufacıcık bir çaba göstermiştir.
Linçledikleri KAYA’ya karşı Paryayı galeyana getirecek manşetleri
atan, yazılar yazan, konuşan bir
ayakları Avrupa’da olan Türkiye Cumhuriyetinin aydını, sanatçısı, yazarı,
çizeri, medyası, askeri, .., ..,
Sorbonne Üniversty’de doktorasını yapmışlarının o günkü
ölümcül Showları, ortaçağda yaşasalardı
engizisyonu kurduracak kafa yapılarıyla Voltaire’i bile yargılayacaklarının da
göstergesidir.
Oysa bir kişiyi aydın,
özgürlükçü, ilham verici yapan; yaşadığı zamanın köhnemiş değerlerine
uygun düşünmek, davranmak, yazmak yerine toplumu devşirecek devrimci
zihniyetinin farkındalığını “ Fikirlerinizden nefret ediyorum. Ama onları
savunabilmeniz için hayatımı feda etmeye hazırım”la perçinlemesi olduğundandır,
Voltaire’in ta 1700 lerde evrensel bir aydın kabullenilmesi.
Böyle bir gece olmaz ya demokrasinin kökleştiği bir ülkede
yaşansaydı; belki tarih dersinde ibreti alem için “bir linç; kolektif nasıl
yapılır” görüntüler eşliğinde anlatılacak,
toplum da nefret suçundan, ırkçılıktan ceza alacak o meşhum gecenin
faillerini dışlayıp; şarkılarını dinlemeyecek, yazılarını okumayacaktı.
Memleketeyse
katliamların, linçlerin hâlâ bu kadar rahat, bu kadar
arlanmazlıkla savunulmasının kimseleri niye afallatmadığına gelince; devletin
bekası için çalıştıklarını ileri sürerek
en ufak bir tepkiyle karşılaşmayacakları
ortam yanında makam, mevki, para pul, itibar sağlanan devletin tetikçilerinin
sevildirildiği bilindiğindendir.
Ve herkeslerin susması
da tarihi Ağrı,
Dersim, Maraş benzeri
katliamlarla, cinayetlerle dolu bir
devletin halkı katilden yana olsun diye efendilerin
bir asırdır bünyelere aşıladığı katil
kutsatan zihniyetin miadının daha
dolmamasındandır. Ki o zihniyet sayesindedir; Osmanlı’da Padişahların
“tez kelesi vurula”lı öldürtmelerinin, 1909’da
Hasan Fehmi’yi katledenlerin, 1915 Ermeni kırımının müsebbibi onlarca
insanın; Şükrü Kaya, Abdülhalik
Renda, Dr. Rüştü Aras’ın, .., .., …,
bakanlıklarının, milletvekilliklerinin, Alevileri, Kürtleri, Rumları kıyan topal
Osmanların, general Alpdoğanların, 6-7 Eylül yağmacılarının, “MGK kararıyla” faili meçhul cinayetler işleten, işleyen
nice Evrenlerin, Çillerlerin, Ağarların, Ayhan Çarkınların,
darbe destekçisi gazetecilerin, aydınların makbullükleri.
O
sayededir 1994 yılı Şubat ayında Hazro İlçesinde görevli bir erin savcıya anlattığı”
.. taburumuza verilen görev köyleri yakmaktı. …. Hazro, Lice, Hani ve Kulp ilçelerine bağlı yaklaşık 30 köyü
yaktık……,” vahşeti yaptıran devletiyle, paryalarının
gül gibi geçinip gitmesi.
Memleketin kangrenleşmiş sorunları; cemaatleşmiş bireyin
özgürleşmesi, kaliteli eğitim, işsizlik, kadına şiddet, taciz, failli meçhullerin failleri, fişleme, …,
…, mı? Onlar, efendilerinin
“hepinize türban giydirilecek, Kürdistan kurulacak”lı kıytırık
tasalarıyla zamanları boşa
harcamışların, AKP’yi
alt etmek için cemaatten medet umman kıytırık stratejili ana muhalefetin
hiççççç gammı değildir.
Hah işte bu, tam da bu nedenden, bugün barış şarkıları söyleniyorsa Amed’de;
bunun kimsenin değil; devletin inkar, asimilasyon inadı yüzünden 30 yıl sürmüş savaşta ölen Türk, Kürt
gençlerinin geride bıraktıkları tek
eserleri olduğunu da kimseler fark etmez.
Zira, söze, manşete hâlâ “kabile reisi”, “peşmerge kıyafetli”,”
sözde sanatçı “yla başlayanlar asla fark
edemezler; Kürdistan getiren sesin; Şivan’nın
“Hevalê Bar
Giranim” feryadında öteki bırakılmış hayallere
yıldızlar kadar uzaklıklarını, yıllarca
“ Neresi sıla, neresi gurbet” bilmeden
dağlarda bir dalın ucunda asılı kalmış hayatlardaki burukluğu.
Üstüne her şeye kadir Başbakanın kurduğu “dağdakiler inecek,
cezaevleri boşalacak” hayalinin
gerçekleşmesi, o bile Neriman’nın “Bizim
gibilerin hayatı hikaye, onların ki Masal olur” dediği biz ötekilere kaldı ya artık ne yazayım, kime ne diyeyim; lafıma yazık.
Halbuki bir gün dönersin diye sana sözler biriktirecektim Hevalım. Sırf o
yüzden, içinden
hayatlar düşmesin diye hep koca bir acımasızlıkla dağıtılan, dağılmış hayalleri taramadım dün, bugün, yarın da.
Zaten zamanın boşluğunda durmaksızın bir uçtan bir uca, bir acıdan diğerine savrulduğumuzdandır;
Hayata da “bi çek git” deme tadını kaçırışımız. Yoksa… ağlıyor musun sen?
Gülsen FEROĞLU
08.12.2013