3 Mayıs 2014 Cumartesi

Kazanmak, bir hiçi fethetmekse


 
Belki en büyük zaferin içinde birlikte kaybetmişsinizdir, onu bile bilemeden; duymuyoruz birbirimizi, duymakta istemiyoruz. Kabil, Habil’i öldürdüğünde de Adem oğlunda insanlığı, merhameti yok ettiğini  bilmeden kazandığını sanmıştır da… kazanmak  bir hiçi fethetmekse, aslında nedir ki?

Kaybetmek içinde;  önce sahip olmak gerekir ki, gerçekte kim neyin ya da kimin sahibidir. Ve bunu fark etmeyen, siyaseti kutuplaştıran “biz özgürlükten yanayız, onlar diktatör”, “asıl biz demokrat, onlar diktatör” tezgahlı orta oyununa dönüştürüp, insanları kendilerine oy vermeye mecbur bırakan parti liderlerinin kıskacında, nezaketten, incelikten uzak bir hayat.

İnsanoğlu empatiyle, farkındalıkla  ilintili incelikten bir kez  uzaklaşmaya görsün, karşısındaki herkesi, her şeyi; duyguları, fikirleri küçümseyen, ezen  bir vandallığa, kabalığa itildiğinden “Başörtüsü gericiliktir…..saygı duymuyorum” diyen biri güzellemelerle karşılanır. Oysa sosyal ilişkilerde saygıyı, güveni tesis ederek  hayatı kaliteli, katlanıla bilinir kılacak; kurulan cümlelerle, söylenen sözlerdeki incelik, bilgeliktir.

Başbakanın AYM’ye, aydınlara;  AYM’nin, aydınların Başbakana, sonuçta da en tepeden, en alta kimsenin kimseye saygı duymadığı bu yerde; birbirine, karşıtına saygısızlık, ölümcül şiddet hep olageldiğinden, Daily Telegraph’ın 21 Aralık 2013 tarihli haberi önemsenmeyecektir.

Habere gelince; 130 yıllık geçmişi bulunan Marks & Spencer;  bazı şubelerinde alkol ve  domuz etiyle temas etmek istemediklerinden müşterileri başka kasalara yönlendirdikleri şikâyet edilen Müslüman çalışanlarının, bu ürünleri düzenlemek, satmak zorunda olmadığını, dini inançlarına saygı duyduğunu açıklamış.

Türkiye’de, 1960 darbesinde Said-i Nursi’nin Urfa’daki mezarını açtırtıp naaşı bilinmeyen bir yere gömdüren nefreti, gaddarlığı normal kabullenen  geçerli aydın bakışına göre; velinimete  alkol, domuz eti satmayan bre gafillerin,  iş akitlerini  fesh edeceğine inançlarına saygı duyduğunu açıklayan İngilizler, buram buram gericilik tüten bir medeniyete,  aydınlara sahiptirler.

Allahtan Türkiye’de yaşamıyorlar. Yoksa bu gericilikle; AKP’nin kazandığı her seçim sonu kıyılara taşınmaktan bahseden “Dev şaşkınım nokta net yani; bunca tapeye,  yolsuzluğa AKP’ye oy veriliyor. Demek insanlar hırsızı seviyor” sitemli beyaz Türklerin, küratörler, doktorlar, avukatlar, reklamcılar,  mali müşavirler, lokantacıların;  yatlı, katlı, son model arabalı,  Louıs Vuıtton, Dior alışverişli yaşamlarına bakıp,  kazançlarının ne kadarının kayıt altında olduğunu da soruverirler.
 
Elin gavurdur bunlar, kolay pes etmezler de; Balzac‘ın 1835’lerde  “Her büyük servetin altında mutlaka bir suç yatar” yazdığını anımsayıp,  2003’te 98 milyar dolar iken 2013’te 227 milyar dolara yükselen kayıt dışı ekonominin izini de,  sürerler mi???? sürerler.

İster misiniz bununla kalmayıp,  Osmanlı’da  padişahın kapıkulu Bab-ı Asafi, Heyet-i Âyan, Mabeyn-i Hümayun, …, …, mensubuyken  Cumhuriyetin kurucu kadrosu olanların;  paşaların, valilerin CHP il başkanı, içişleri bakanının CHP genel sekreteri yapıldığı tek parti dönemi bürokratlarının, sermayedarlarının  ‘Padişah’ın  yerine ‘tek adam, tek şef’ vesayetini koyarak sürdürdükleri Biattan, kimlerin  kazançlı çıktığını da açıklayıversinler.

Biat var ya o biat;  hazineyi talan eden nitelikli yağmacıları saygıdeğer konuma getiren, rüşvetçiyi, vesayeti  kollayan hukuk sistemini de kurmuş Cumhuriyet kadrolarının;   öğretim,  medya eliyle  “Osmanlı’yı israf yıktı”,  “Kürt yoktur”, “Ermeniler tehciri hak etmişti”,  “Aleviler İslam dışı”,  “darbeler gerekliydi”  vari onlarca yalan argümanına insanları, inandırandır.

Gencecik çocukların idam sehpalarına çıkarılmasına, ‘Ziverbey’lerde,  ‘Dal’larda solcu, Alevi, Kürt diye işkencelerden geçirilmesine,  OHAL’e,  devlet destekli faili meçhul cinayetlere yol verip,  banka hortumcularının cebe indirdiği 200 milyar dolar görev zararını ödeten, bir kutu ilaç için  SSK kapılarında günlerce bekleten de o biattı.

Servetleri, lüks yaşamları yoksullukları üzerinde yükselen, eğitimine, özgürleşmesine ket vurup     bidon kafalılıkla  aşağıladıkları  “Onlar..itaat edenler”in Biatı sayesinde günlerini gün eden, AKP gibi lider sultalı  ANAP’a,  DYP’ye, CHP’ye, DSP’ye,  RP’ye, MHP’ye, Motorola’yı dolandırdı diye Cem Uzan’a  oy verildiğinde,  Atatürk’ün  “Türk milleti zekidir,……”  vecizesine atıflı  yazılar yazan beyaz Türkler dahil hiç kimse o  ‘biattan’   muzdarip değildi.

Zira, istedikleri zaten de; katliamlara, zulme, alaya,  sürgüne maruz Ermenileri,  Kürtleri, Alevileri, Süryanileri, mütedeyyinleri, emekçileri…, …,  “çirkin ördek” muamelesiyle ötekileştiren  ulus devletin Türk, Sünni  tek tipçiliğini, tek adamlığını, ödediği verginin nereye harcandığını   sorgulamadan verilene razı, şükreden bireydi.

O birey ne zamanki, insana dair hak ve özgürlükleri kendine bir lütuf sayan kurucu kadroların, ulus devletin ; “çile bülbülüm çile”li hayatlarına vurdum duymazlığına ‘yeter’le, makbulleri  laik ama vesayetçiyi değilde  laik ama mütedeyyini tercih etti, işte o gün  tescillediler ‘biat’ın kötülüğünü.
 
İşin garibi, bireye Daima biaat kültürünü dayatanlar arasında,   ulus devlet kadrolarıyla kurduğu bağ yüzünden bekçiliğini yaptığı Türk müesses nizamına değilde halkına, ezilene muhalif  “Ahhhhh Europa azizim, medeniyet…”le de teselli bulmuş,  kendini aydın kategorisine oturtmuş kesiminde yer almasıdır.

Halbuki, demokrasinin, medeniyetin gökten inmeyip insan eliyle var edildiği; kültürel faaliyetlerde bulunulacak insanca yaşam için gerekli ücreti, işsizine işsizlik sigortasını vererek sosyal devlet ayağını güçlendiren, sistemine karşı olsa da her türlü düşüncenin beyanını, farklı etnik kökeni, mezhebi, dini,  eşcinseli koruyan yasalarla huzuru yakalayan burjuva demokrasili “Ahhhhh Europa”da; birey özgür olduğundandır; elini sallasan filozofa, ressama, edebiyatçıya, bilim adamına çarpar, ‘biata’ değil.











Cadı avlarını, Engizisyon Mahkemelerini, giyotini, 1886 1 Mayısını, faşizmi, dünya savaşlarını görmüş Avrupa’nın, ABD’nin gelişmişliğinin itici gücü de değişimin öncüsü aydınların arkasındaki; salt edebiyat, düşünce, sanat alanında değil 16. yy’da kullanılmaya başlanan çatal, bıçağı halk alışkanlık edinsin diye avlularda sofralar kurdurarak yaşam tarzının biçimlemesine de katkı koyan aristokrasidir, burjuvazidir.

Teknolojiye, bilgiye bir tıkla ulaşılan çağımızda “Entelektüelin başkalarına ne yapmaları gerektiğini söyleme hakkı yoktur. Çünkü kitleler kendileri için neyin iyi olduğunun bilincindedirler” le aydının öğretici, bilgilendirici görevinin bittiğini savunan Michel Foucault’a bakarsak, galiba Türkiye’nin evrenselliği yitik aydınlarına ayrılan sürenin sonuna gelindi gibidir.

Özgür bir bireyde, hükümranlık kuramayacaklarından; asırdır terk etmedikleri her zamanki üstenci dil, her zaman ki “ben en doğrusunu, en iyisini bilirim, inanmayan sen aptalsın”lı buyurgan havada,  her biri bir kesimin, partinin, fikrin, örgütün yandaşı kesilip konuşan … çok konuşan… hep konuşan…, … İçinden de her an bir Melih Gökçek,  bir RTE çıkacak aydınların, siyasetçilerin, “Ahhhhh Europa”  burjuvazisinin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” şiarından habersiz davranıp darbeler desteklemiş sermayedarların özetle kimselerin işine gelmemektedir.






Hep bir vesayet altında, 1 Mayıs’ta bir alanı;  Taksim’i yasaklayıp işçi bayramını zehir eden devlet terörlü Türkiye’de…..Büyükbabanın odun ateşinde bir sopanın ucunda erittiği keçi peynirleriyle beslemesini yutkunarak izlediğiniz, kaybedilmiş Heidi'li çocukluğun sahibi bile değilken, üstü kalsın diyemediğiniz hayata  incelikten yoksun  bir bakış, bir yok oluş. Endişelenme! duydum seni de. Geceleri uyku tutmayan gençliğimden mi tanıyorum seni. Öyle mi? değil !!! sen öyle sandın. Peki, sandımsa, gerçek neydi?
 

Gülsen FEROĞLU

3.05.2014