Annenizin
sesi…elin oğluna gelinceye kadar; sevseydi, sevilseydik anne babamız severdi
bizi. Aşkmış mala mı, he, he
aşkmış….aşk… Ne vardı, her şey masalardaymış gibi olsaydı. Hiç değilse, çalışsa
da çalışmasa da ömrü, illaki bir erkeğe; babaya, eşe, ağabeye…, ve evlada
hizmetle nihayetlenen kadının; üvey annesinin tüm
kötülüklerine karşın iyilik perilerinin
yardımıyla katıldığı baloda, dans ettiği yakışıklı prensle mutluluğu yakalayacak Cinderella olabilme ihtimali olurdu.
Şimdi, ne dememi isterdin sana; İrep, Rojda, Sare,
Fatma, …, ne olmak, ne yapmak, ne yaşamak istediğinin, düşlerinin
umursanmadığı Ortadoğu’da;
Afganistan’da, Irak’ta, İran’da,
Türkiye’de gözyaşlarına, mezar taşlarına yaslı bir hayat sürdüren kadınlardan biriyseniz,
fark eder mi?
Tanrısı da o kadar çoktur ki say, say bitmez o
kadınların ; aklı, kimliği, bedeni
aşağılayan “Türkçe konuş”, “başını ört”, “şort, kısa etek giyme”, “süslenme” ,
“geç kalma,” “sağa sola bakma, doğru git gel”li
istikamet belirleyerek nasıl olması, nasıl giyinmesi, nasıl konuşması,
davranması gerektiğini söyleyen, dayatan devlet, din, baba, koca, erkek kardeş, öğretmen,
akraba, kapı komşu,…, …,.
Hâlâ Fatma Nesibe Aydın’nın 1900’lerde bahsettiği “…. erkeklerin hizmetçisi.. ….. et
parçası, kuluçka makinası görülür…..
dövülür, hatta öldürülür..”
konumundayken çoğu kadın da, sen
anlat bana anne; sevgilinin pencereden baktığını bilerek adımların
yavaşlatıldığı, bir seslenişin özlendiği
gelişler, buluşmalar vaad eden masalları.
Ermeni
tehcirinin öksüzü Araksilerin, Dersim katliamı tanığı Yemış Bakırayların,
Ankara’da, Maraş’ta, Sivas’ta, Roboskide, Gezide evlatlarını astıran,
öldüren, yakan, bombalayan insanlardan
hesap sorulduğunu göremeyen Mukaddes Gezmişlerin, Hüsne Kayaların, Felek
Encülerin, çatışmada vurulan Kürt Rozaların, öykülerini de anlat, bana.
13 yaşında 24 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç
; okulda, iş yerinde, otobüste,
vapurda, bazen aile içinde gördüğü ilk kadınmış bakışıyla kadını süzen,
bedenine sürtünen erkeklerin tacizine maruz kaldığında “ kim bilir ne yaptın da…” “sus,…,
kuzenindir, eniştendir”le normalleştirilmiş cinsel istismarın
kabahatlisi sayılacağından uğradığı tacizi, tecavüzü, şiddeti yıllarca
anlatamayan kadınları da sen anlat, bana.
Erkeği
elde etme, tutma amaçlı “erkeği mutlu
etmenin yolları”, aç gezindiren ” aman
ha bakımlı”, “fit olun”lu cıngılların,
“saçların ipeksiliği”, “yüzün
kırışmaması” için toksik, kansorejen maddeler
saçan kremler, boyalar,
parfümler, şampuanlar, allıklar, rujlarla,.., …,donatılmış reyonların, reklamların arzu nesnesi kadınların %97’sinin şiddet
gördüğünü, %70’inin görücü usulüyle evlendirildiğini
gündeme almadığından TV’lerin, gazetelerin, sosyal medyanın magazin, kadın
sayfaları, programları çocuk gelin;
Kaderlerin akıbetini de anlat bana, anne.
Zira,
16 yaşında devletinin ayrımcılığından,
zulmünden dağa çıkmış Delila Meyaser’in annesi Gülsüma Güçer ‘in“…. Eve geldiğimizde
ekmek pişirilmişti. Kim yaptı diye sorunca, Delila dediler. Yaptığı son
ekmekti. Sonra dağa çıkmıştı” rutinindeki ev işine, aşına adandırılmış can
yakan köleliğini anlatmaktan bile aciz haldedir günlüğü
olmayan kadın.
Belki de ev kadını statüsünde köleliği
kanıksatıldığından anlatmadığı yaşamını idame için gerekli her şey; içtiği bir
bardak çayı için bile erkeğin eline,
insafına muhtaç; boğaz tokluğuna çalışan nüfusun %49, 8’ini oluşturan
kadınlardan %73,7’ne milli gelirden düşende;
sabah, akşam kesintisiz mesaide; çamaşır bulaşık, silme süpürme, sofra kurma
toplama, soba doldurma yakma, tarlada
bayırda çalışma, çocuklara bakma,
eğleme, yemek, ütü, alışveriştir, …, …, …, …,.
Asgari
3 saat uğraşarak yapılan yaprak dolmasını, mantıyı, böreği bir anda tüketen,
kadınının güzeller güzeli, sarışın, taş gibi olmasını da isteyen erkeğin
“offffff” sızlanmaları, “çay, meyve nerde”, “ çorabım, elbisem, …
???????”, “çocuğu sen böyle yaptın”, “ne yaptın da yoruldun” , “ …”, “…” küçümseyişi, üstenciliği yetmezmişçesine
doyurucu seksle de yükümlüdür kadın.
Ki “göster oğlum amcana”lı pipilerinin kesilmesi
düğünlerle kutlanırken “ kaldırma
eteğini, ört kukunu kimse görmesin”le
ayıbın merkezi yapılan önce babaya, yakın akrabalara, mahalleliye sonra kocaya
teslim edilen bacak arasına indirgenmiş namus bile aklı, fikir cinsellikteki
erkeğin emanetidir kadına.
Osmanlı’da
haremlere, kafesli pencerelere,
Cumhuriyette dört duvara mahkûm edilen kadından bir de,
onca iş, güç, arasında fırsat
bulabilirmiş gibi “çok bilen olmayacak”
kadarlık gelişim de beklenir.
Peki bu “ bizim kadınlar çok
cahil”le yere dibe konan; bütün küfürler, bütün suçlar, bütün günahlar üzerine
yıkılarak silikleştirilmiş kadın kimliğinin, biçilmiş hizmetli rolünün
müsebbibi kim midir?
Kalbe
giden yolun mideden geçtiği de dahil yaratılış hikayesine ilk kadın Havanın ilk
erkek “Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığını” yazarak erkek egemen toplum
dilini, yaratacakları muhafazakar değerleri yüzyıllara sirayet ettiren erkeğin
ta kendisinden başkası değildir.
İlk
günahı cennetteki yasaklı tek şeyi elmayı kopararak işlemekle kalmayıp Adem’i
ayarttığını da iddia ettikleri Havanın, yasağa karşı devrimci kişiliğini; iblis
tarafından kandırılacak akılsızlıkta sıfırlayan gene erkektir.
Sonrası,
kutsal kitapların erkeklere indirildiği
dünyada; kadınsız nasıl çoğalıcağını çözmeden kadınların diri diri gömüldüğü
cahiliye dönemini bitiren İslam, “Ey
kadın! canını kurtarmış İslam’a şükret otur, oturduğun yerde “li Osmanlı,
feodalizm, kapitalizm, tarikat, cemaat, parti, örgüt, dernek, aile hep erkek
egemenliğindedir.
Onun
içinde; ne feth edilen
yerlerden 9, 10 yaşlarında devşirilen nice Hüremin, nice Mahidevranın padişahın koynuna girip bir
erkek çocuk doğurarak hayatı garantiledikten sonra oğullarının öldürüldüğünü
görmemek için kalkıştıkları entrikalardaki biçarelik; ne saray surlarından
boğazın derinliklerine atılan katli vacip şehzadelerin, cariyelerin
çığlıkları; ne dışlanan,
tehcire, katliama, mübadeleye uğrayan Ermeni, Kürt, Alevi, Rum,…, .., kadınlarının katmerli çileleri erkeklerin yazdığı tarihin aparatı bile
olamamıştır.
27 Mayıs 1960 darbesine kadar
sürmüş 6 ve üzeri çocuk doğuran annelere altın madalya, istemeyenlere de nakdi
para verdiren 1930’a 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha; “ırkın tümlüğü ve sağlığı aleyhine
cürümler"den sayılan çocuk aldırma cezalarını ağırlaştırmış 1936’ya 3038
sayılı; evlenme yaşını erkekte 17, kadında 15’e indiren 1938’e 3453 sayılı
kanunları yasalaştırmış erkeklerin “Ne
demeye bunca çocuk yaparsın be kadın ”la töhmet altında bıraktırdığı da yine
kadındır.
Üstelik
soyadını verdi diye bir babanın kızı, erkek kardeşin, ağabeyin bacısı
evlendiyse bir kocanın karısı, çocuğunun
annesi olması her şeyden önce geldiğinden “Erkek kadından sorumludur (%52)”
diyecek kadar kadınlığını kaybetmekle kalmayan kadın, lüks konaklı dizilerin
niyeyse paylaşılmayan erkeklerinin aşkına mahzarlık adına dalaverecisi
yapılacaktır.
Hâlbuki, erkekleri
asırdır memleketi yönetmiş paşa
dedeleri, haminneleri, her işlerine koşturan hizmetçileri olan “X beyin kızı,
karısı, ablası..”yla tanımlı Kilimanjaroya
çıkayım, Katmandu’ya da gideyim, elimde
kitap, kolumda sevgili Lucca’ya takılayım,
Paris’te modayı izleyeyim pozunda, şahane tuvaletler içindeki beyaz Türk
kadınlarının topuklu ayakkabı seslerinin valslere karıştığı yüksek tavanlı
mermer salonlardaki Cumhuriyet balolarında, yalılarda, plazalarda, Medcezir’de,
Aşk-ı Memnu’da her şey nasıl da Avrupai, özgür gözüküyordur.
Gerçi,
dünyanın her yerinde Avrupa’da, ABD’de
de kadınlık zordur ama ciddiye alınan
kadının bireyliği; hakları, özgürlüğü yasalarla, pozitif ayrımcılıkla teminat
altındadır. Egemenlerinin biat kültürüyle her kesimden ölümüne kadar biat
istediği babaerkil Türkiye’deyse, ancak erkekleştiğinde bir yerlere gelen,
tutunan kadın “çocukta, kariyerde yaparım” moduna girse de birey olmayı
başaramaz.
Sesler geliyor meydanlardan,
pencerelerden, koşuşturmalar, bir telaş. Elinin hamuruyla erkek
işi erkine ortak edilmediği Cumhuriyeti cilalayan aksesuar işlevli kadınlığınızla sayfalar öncesinde bir yerde
bırakılmış gibisinizdir. Geride bırakılanların, kalanların enkaza dönüştüğü
fark edilene kadar ölünen Ortadoğu coğrafyasında kadın olmak mı belki de sadece hayatta kalabilmektir.
Vesselam,
televizyonlarda, PC’lerde suçun; yıllarca vicdansız, hırsız, talancı üretmiş sistem yerine
kişilerde arandığı, bulunduğu
tapeler, kasetler, hamasi
konuşmalarla geçirilen vakitlerin
bolluğunda; elbette “kadının adı yoktur.”
Kül kedisinin Cinderella olduğu da kocaman
bir yalandır….o yüzden…artık uyuma vaktidir… evvel zaman içinde, kalbur
saman içinde…
Gülsen FEROĞLU
08.03.2014