5 Mayıs 2009 Salı

Söyle, ay doğmadan, düşmesin yaş gözüme

Baharda, beton yığınlarının grisine boyalı şehirde, akasya kokusuyla illa da  çiçek pazarından alınması gerekli sarı lalelerden yoksunluğa, tek eksiğinizmişçesine  takmışsınızdır ya, neyse ki imdadınıza yetişecek ha açtı, ha açacakla gözetlediğiniz leylak  kokusunun  dahi aranıza giremeyeceği uykunuzdan,   elinizden, kolunuzdan çekiştiren iş, güç sıyırıp alacaktır sizi .
Günlerdir yağan yağmurdan sarhoş değil de aksamdan kalma bahar sabahında, betiniz benziniz  sararmış,  aynadaki aksiniz  de,  ne  kadar  da  çirkindir öyle. Caddenin başından, sonuna yürürken aynı anda rüzgarlı, yağmurlu, güneşli havayla karşılanacağınızdan, daha güzel, hoş görünmek adına da değildir, çetrefilli probleme bürünen "ne giyinsem".
Kendinizi arada yüzünü gösteren güneş altında, bir kır evinde papatyalı, gelincikli  ıslak çayırlara atmanın dayanılmazlığında, ayaklarınız, önünüzde dağ gibi yığılacak  evrakları  umursamayacağınız işe, geri geri gidecektir. İyice çığrından çıkmak isteniyorsa “ben, her bahar aşık olurum”la tabloyu tamamlayacaklar, rutine  tuhaflaşan siz, hep  aynı repliği duyacaksınızdır “ Aynen, içimden hiç bir şey  yapmak gelmiyor.Bahardandır, bahar..…”
Bu Van Gogh’un  “View of Arles with Irises-İris’lerle Arles manzarası” tadındaki  tabloyu bozansa, süren ama inanın  artık nedeninin bile bilinmediği savaşta, güzide kurumlarda yetiştirilen seri kurşunlayan, psikopat  görevlilerden birinin, öğretileni yapıp “23 Nisan’da Başbakan olan cici çocuklardan” tek eksiği “orada” doğmasında gizli, sade ve sadece bir çocuğu, bütün hıncını  topladığı dipçiğiyle öldüresiye dövmesidir.
Annenizin  sizi  teselli edememiş  “bakma kötünün kusuruna, bilse iyisini söyler”i  sana da derman olmayacaksa da  çocuk, yine de sen, “Türk” zihniyetine göre beş, on yıla kalmaz dağa çıkacağından bugünden kafanın parçalanması gerekirken, çağa ayak uydurduklarını zannedecekleri karargah emri “Türkiye Halkı” açılımında “teröristte olsan insan” sayılıp,  Korgeneral’in bile  ziyaretine gelebileceğini, en son isteyeceği  şimdiye kadar terörist olanlar da, bu şartlar altında terörist oldularsa   hakları var”a meşruiyet kazandırdığını fark edemeyen, o aymazın  kusuruna.
Çocuk, sen  de diyeceksin ki bu Ülkede, hukuktan önce gelen silahlı  gücü, elinde tutanlar kullanmadı diye literatürde sıfırlanmayacak Kürdistan’da yaşayanları, önkoşulsuz PKK‘nın militanlığıyla mimledikten sonra yapılan vahşetler, istemlerimi dile getiren partime düzenlenen operasyonlar karşısında, nerededir, dün ETÖ soruşturması kapsamındaki aramaları, göz altıları nasıl da  demokrasiye, adalete sıkılan bir kurşun sayarak havaalanına koşan 9.Cumhurbaşkanı, çağdaş yaşamı destekleyen sivil toplum örgütleri, akademisyenler , …., pedagoglar ?
 Gerçi usta hukukçulardan Vural SAVAŞ, Nusret DEMİRAL’ın  muhtemelen, taş atan  çocukların da idam edilmelerini isteyecekleri memleketin semalarını “çocuk olmasa da böyle bir muamele insana  hak mıdır” sorunsalı kaplamayacağından, sorularına cevap yerine nasihatlere boğulacağından, hak yendiğinde düşman kazanılacağını  da bir sen bileceksindir.
Kollarınızı masaya dayar, yüzünüzü avuçlarınızın içine alırsınız. Bu göz kararması, ne yerseniz, ne içerseniz için  ağzınızdaki bu kekremsi tat, tatsızlaşan sohbetler,  bahardan değilmiş, işte.
“Uygarlığın erdemi barışın”  salınmasına izin verilmeyen memlekete, değişen yıllarla  birlikte konuşulanların,  sorunların değiş(e)memesi, çoğunluğun asıl  bölücülük saymayacağı “ama orası, onlar” itirazlarına ataçlı “dövmeyelim, asmayalım da besleyelim mi, di mi a dostlar” mantalitesidir onlarca insanı, sizi, bahar çarpmışlığından beter eden.
Bu baş ağrısı, 1925 tarihli  Şükrü KAYA’nın yazdırdığı “ önce tespit edeceksin. Ali, Veli, Hasan... Ekinini yakacaksın. … Hayvanını telef edeceksin. Uslanmadı evini başına yıkacaksın. Uslanmadı öbür dünya ya göç ettireceksin. Kalanını da buradan def edeceksin” raporunun sonraki yıllara “baş edemeyince, tabii ki hukuk dışına çıkacaksın”lı sürümüyle, kimi zaman kurulan darağaçları, kimi zaman boşaltılar köyler, …., kimi zaman 5.inci sınıfa giden 12 yaşındaki “terörist” Uğur  KAYMAZ’ın  13 kurşunla delinen bedeninde  görüntülenen, Ülkenin asıllarının  yedek bellediklerine uygun bulduğu  uygulamalardan  yalnızca birisinin, 24 Nisan’da,  kamerayla, suçüstü tespitinin ağırlığındandır.
Hey sen, kim, ben mi ? Evet, sen, asıl, bak kendine şöyle bir; çağdaşsın, laiksin, muhafazakarsın, dini bütün, yakışıklı, çarpıcı, alımlısın. ”Bütün yolların yolsuzluğa” çıkmasını kanıksattığın ülkende  işin, evin, yazlığın, araban  güzel, hayatın iyi. Koridorlarda, geniş salonlarda  Vercase, …, Dior, Zenga markalı giysiler, Escada,  Burberry’den alınmış şapka ya da türbanınla dolaşmakta, tirajı yüksek gazeteleri okurken de “Atlas”ı, “Alya”yı çocuğun sanmaktasın.
Diyet ürünlerle beslenir, Pilates’le zayıflar, Facebook’ta dolanır,  Twitter’a  göz kırparken, arada “ özgür basın, yargı, düşünce”den dem vurmaktan da  geri kalmayıp,  utanmaya gelince de herkesten utanmaktasın. Önce kendinden utan.
Ey asıl, dün, 27 Mayıs’ta,  sonra belki kuvvet komutanı olan Başbakan, Bakan tokatlayan, ayağıyla kapılar tekmeleyen o teğmenler, Meclis’te  toplanan koca koca adamların gencecik delikanlıların idamlarına kabul oyu verirken titremediği gibi sahiplerinden birini Cumhurbaşkanlığına taşıyarak “büyük devlet adamı” ilan eden, bugün de  Güldünya’yı, Seyfi’yi,  Engin’i,  Hrant’ı  vuran   o eller,   senin sessizliğinden, basiretsizliğinden güç aldı.
Dün, yine  hayatı ölüm için çalıştırıp,  birbirine kırdırdıkları gençlerin oluk oluk akan kanları üzerine oturttukları her darbede,  servetler  el değiştirip,  niceleri şirket sahibi, niceleri  yönetim kurulu başkanı, üyesi yapılanlar, çocuklarına, ….., hısımlarına gelecek  inşa eder,  hak edilmeyen payeleri dağıttıklarında da  senin körlüğünden  faydalanmışlardı.
Yine bugün, Genelkurmay Başkanının eş Başbakanmışçasına basın toplantıları düzenleyerek, her konuda görüşünü açıkladığı “yarın o kişiler, temenni ederiz beraat ederlerse”yle de yargıya açıkça  müdahale ettiği sisteme demokrasi denmiyormuş. Biz de değiliz zaten de “demokratik rejime bağlıyız”la da kastettiği, Meclis’te görmek istemediği partiyi deşifreleyerek, kime oy vermenizle, hangi kelimeyi kullanacağınızı dahi belirteceği,  parlak düşüncelerinin onaylandığı  böyle “demokrasi“ de senin kaypaklığının  mucizesidir.
Sizse asıllar gibi hayatınıza heyecan katmayıp, ne dediğini de  önemsemeyeceğiniz Genelkurmay Başkanının yerinde olsaydınız, bir ara asker kimliğinizi unutup,  genel yayın yönetmeni havasında “ şu soruyu sormanızı beklerdim, şu haberi atladınız”la akrediteli  gazetecileri bile haşlayıp (bir askerin, iki saatlik toplantısını canlı yayınlayan medya,  bunu hak etmiş midir, o da ayrı bir davadır ya ) “yakıştı mı size”yle de iyisinden bir  ayar vereceğinize, takvim doğmasaydı ay, atlansaydı da düşmeseydi yaş gözünüze diyeceğiniz o güne,  6 Mayıs’a dönmekteyken, yapılmış darbeler için halktan,  mağdurlardan özür dilerdiniz.
Ebeveynlerinize göre  1972 yılının 6 Mayıs’ında  Ankara, yine onlarca Goebbels’le dolu, yağmurlu, puslu ve suskunmuş. Baharda  kaçıp gitmenin imkansızlığında, nedense,  insanda kaçıp gitme ve bir daha dönmeme isteği uyandırdığından, her şey ama her şey o günde çok  sıkıcıymış; yapılan ya da yapılıyormuşçasına davranılan iş,  planlar,  hayaller,….,..
Sen de ey asıl, toplantılardan fırsat bulduğunda dön de bir bak,  gücünü senden alanların tarihine kazıdıkları utanca, siyah beyaz fotoğraf karesindeki üç gence, gençlere, Başbakana, Bakanlara,…..
Duydun mu  bir damla yaşı da söküp alacak  “Ve ben, 24 yasındayken, kendimi Türkiye’nin ……” sesini ? Öyleyse  söyle, hakimiyetini normalleştirmeye çabaladığın  ordunun el attığı, hangi mevzu bal olmuş, kaymak olmuşta yenileri hayırlara vesile olacakmış.
Şimdi, sisteminizin yanlışlıklarını avaz avaz bağıranları, karşıtlarınızı  temizlesin diye methiyeler döşediklerinizin  gerçekleştirdiği darbelerin,  güzelim  sonuçlarını,  kendine asıl diyen, aydın diyen,  yurtsever diyen,   ülkemi düşünüyorum diyenler  bir anlatsalar, yazsalar da bizler de  bilsek,  nerede yaşandı bu güzellikler, mutluluklar, özlenecek şeyler.
Anlaşıldı, yedekliğini bile unutturan  bu kanser, hiç iyi gelmemiş size. Hem, dur bakayım ateşin mi  var ? Yok bir şeyim. İyiyim. Senin kadar iyiyim.Senin  kadar kaybolmuş. Senin kadar hoyrat.Senin kadar cahil.  Senin kadar küstah,  bencil. İyiyim yani.Senin kadar.
Senin kadar özgür Mayıs,  bu sene de  içinizden bir parçayı çaldığında, siz yine solarsınız. Siz birbirinden bağımsız  harfleri toparlayıp cümle kuramaz, yazı yazmaya üşendiğinizde de doğa canlanır,  leylaklar da açar. Dünmüş gibi, dün müydü yoksa.